3. 5- ŞATO

17 1 0
                                    

Giriş şatoyu çevreleyen lav hendeğinin üzerindeki ince bir köprüdendi. Ve köprünün üzerinde daha önce gördükleri boynuzlu canavar ve bir sürü yağmacı vardı. Ellerini kollarını sallayarak giremezlerdi. Yanlarındaki eşyaları çıkarıp bir plan düşündüler. Zek'te üç görünmezlik iksiri, dört çeviklik iksiri vardı ama hepsi için yetmezdi. Mark'ta barut, patlayıcı, çürük et, Johnson'da taş, demir bloğu, kömür, Luke'ta da blaze çubuğu, altın falan vardı. Beş kişilerdi ve yanlarında sekiz dev kardan adamı vardı. Onlara görünmeden içeri girmek imkânsız gibi görünüyordu. Savaşsalar yanlarındaki kardan adamlarla onları rahatça yenebilirlerdi ama tepelerinde uçan witherların veya Herobrine'ın dikkatini çekerlerdi. Bir witherı alt edebilirlerdi ama onlarcasıyla savaşmayı göze alamazlardı.

Göründüğü kadar içeride wither yoktu. Kapıdan geçecek kadar ilerleyebilirlerse gerisi sorun değildi. Yeraltında baş edemeyecekleri kadar gümüşçün vardı. Üstelik lav hendeğini aşlar bile efsane kitaplarında, şatonun altının kırılamayacak kadar sert bloklardan yapıldığı yazıyordu.

Diğerleri beklerken kardeşler tek başına gitmeye karar verdi. Zek, ejder nefesine fazla maruz kalmaktan ayakta duramıyordu. Dedenin hâli ortada... Kardan adamlar da etrafa saldırıp yerlerini belli ederdi.

Hazır olduklarında iksirleri içip köprüye yürüdüler. İçlerinde fark edileceklerine dair şüphe olmasına rağmen koca burunlu yağmacıların yanından kolayca sıyrılmayı başardılar. Hiçbiri onları fark etmemişti.

İçerisi de dışarıdan göründüğü kadar devasaydı. Deniz fenerleriyle aydınlatılmış, loş geniş bir koridorda yürüyorlardı. Aydınlatma o kadar loştu ki kolonların arkasındaki karanlıktan her an üzerlerine bir şey fırlayacakmış gibi hissediyorlardı. Neyse ki görünmezlik efektleri geçmemişti. Oralarda bir şey olsa bile onları göremezdi. Koridorun sonundan parlak beyaz bir ışık saçılıyordu. Büyük ihtimal onun taht odasıydı. Acaba şatosuna girdiklerini fark etmiş miydi ? Girişten uzaklaştıklarında ellerine meşale aldılar. Görünmezken kendilerini de göremiyorlardı. Havada asılı meşalelerden kendi yerlerini öğrendiler. Ama iki meşale vardı. Luke kısık sesle:

—Johnson sen misin ? diye sordu.

—Hayır, benim. Mark'ın sesiydi. Meşalelerini havada sallayıp Johnson'a yerlerini belli etmeye çalıştılar ama hiçbir işaret yoktu. Luke'un elindeki meşale birden fırladı. Sanki biri elinden almıştı. Etrafına baktığında Mark'ın sinir bozan dediği gıcık gülüşe sahip, peri gibi yaratığın meşalesi çaldığını gördü. Onlardan bir sürü vardı. Sinir gülüşlerini atıp etraflarında dönüyorlardı. Kollarının saydamlığının azaldığını fark ettiler. Görünmezlik bitmek üzereydi.

* * *

Johnson'ın önünü boynuzlu canavar tıkamıştı. Dört tarafında da yağmacılar vardı. Aralarından sıyrılacak kadar boşluk olmasına rağmen onlara çarpmaktan korktuğundan geçemiyordu. Elinin şeffaflığının azaldığını gördüğünde harekete geçmesi gerektiğini anladı.

Cesaretini toparlayıp, geçebileceği en güvenli yeri aradı. Sağında iki yaylı yağmacı vardı. Onlara çarpsa bile ateş edesiye kadar kaçabilirdi. İçinden üçten geriye saydı.

—Üç, iki... dur bir dakika. Yağmacılar garip yayını kaldırmış ateş etmeye hazırlanıyordu. Yanındaki boynuzlu canavarda ona korkutucu bir kükreme attı. Olamaz. Görünür olmuştu.

* * *

Luke ve Mark da görünür olmuş, dört bir taraftan üzerlerine gelen sinir bozanlarla savaşıyorlardı. Birkaç darbede ölseler de ellerindeki minik kılıçla vurmayı başardıklarında canlarını çok yakıyordu.

MİNECRAFT ÜÇ KARDEŞ - TEK KİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin