Başarmışlardı. Diyarlarının güzel gün ışığını görüyorlardı. Masmavi gökyüzü, yeşil çimler... Kırmızı dışında bir renk görmek içlerini açmıştı. Nether'ın sıcak basık havasından aniden geçiş yapmak onları serseme çevirmişti. Ayakta zor duruyorlardı. Luke kendini çimenlerin üstüne attı. Mark sevinçten toprağı öpüyordu. Tüm köylüler kendi işlerine bakıyor, kardeşlerden ümitlerini kestikleri için portala kafalarını bile çevirmiyorlardı. Kutlama ve neşe içinde karşılanacaklarını sanan kardeşler hayal kırıklığına uğramıştı ama kendi diyarlarına dönmekten o kadar mutluydular ki kafayı pek takmadılar.
Bir köylü çocuk yanındaki çiftçinin kıyafetini çekiştirdi. Ona insanların kurtulduğunu gösterdi. Köylü bağırarak diğer herkese haber verdi.
—İnsanlar döndü ! İnsanlar döndü ! Kısa süre sonra bütün köy meydana toplanmıştı. Köylüler şaşkın şaşkın kardeşlere bakıyordu. Üç küçük çocuğun Nether'dan sağ salim çıkmasını akılları almıyordu. Hiç yapmadıkları bir şeyi yaptılar. Cimriliği bırakıp kardeşlere hediyeler verdiler. Bir köylünün böyle davranması kırk yılda bir görülen bir şeydi. Gerçi hediyeler o kadar da iyi değildi. Çiftçiler ceplerine sığdıramadıkları havuç ve patatesleri, demirciler kömürleri veriyordu. Kardeşler hediyeleri cebe indirdikten sonra kütüphaneciyi aradı. Nether'da yeterince oyalanmışlardı. Daha fazla zaman kaybetmek istemiyorlardı.
Kütüphaneci kardeşlerin döndüğünü duymuş evinde saklanıyordu. Talep ettikleri şeyleri karşılayamazdı. Çok geçmeden Johnson elinde blaze çubuğu, dedesinin ne aldığını sordu. Kütüphaneci paniklemişti. "Nether'dan sağ çıktıklarına göre bu çocuklar çok güçlü olmalı, onlara yemek ve eşek vermezsem bana zarar verebilirler" diye düşünüyor, söylemekte kararsız kalıyordu. Kardeşler ona dik dik bakıyordu. Mark hariç. O köylülerin verdiği havuçları ağzına tıkmakla meşguldü. Söylemekten başka bir çare bulamayan köylü:
—Ender gözü aldı. Onların gittiği yere gidecekmiş... Kardeşler talep ettikleri şeyleri isteyemeden dışarıdan bir gümbürtü koptu. Tüm köylüler bağırıyordu.
—CANAVAR SALDIRISI !!! Güpegündüz canavar saldıramazdı ki. Camdan baktılar. Tüm köylüler kaçışıyordu. Golem gözünü bir yere dikmiş oraya koşuyor ama etrafta canavar görünmüyordu. Mark camdan dikkatle bakan kardeşlerini dürtüp onlara son başarısını göstermeye çalıştı. Altı havucu ağzına tepmiş aynı anda yemeye çalışıyor, bir yandan da kardeşlerine:
—Bakın ne yapıyorum, diyordu. Ağzında havuçlar varken söyledikleri ancak "bagı na abı yom" şeklinde anlaşılıyordu. Kardeşleri Mark'a aldırmadan dışarı çıktı. Köylüler meydandan kaçıyordu. Meydana gittiklerinde portaldan piglinlerin çıktığını gördüler. Canavarların gözündeki öfkeyi görebiliyorlardı.
—Kimse kandıramamak bizi hooing !
—Hoing hoing. Öldürmek onları ! Bunu söyleyen piglin altın baltasıyla kardeşleri işaret etmişti. Siyah ince zırh giyiyordu ve bir gözünde yara izi vardı. Diğer piglinlerden çok daha korkutucu görünüyordu. Johnson korkudan yutkundu.
—Elmayı yedik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNECRAFT ÜÇ KARDEŞ - TEK KİTAP
PertualanganSerinin düzenlenerek tek kitap haline getirilen versiyonu. Yazım hataları daha az, hikayede ufak değişiklikler var ve bölümler çok daha uzun. İkinci kitap sıfırdan tekrar yazıldı.