Zek, üç kardan adamını kaybetmenin etkisiyle üzüntüden ağlıyordu. Çıktıkları yol tehlikeliydi. Kayıpların yaşanması normaldi ama bu Zek'in üzülmesini engellemiyordu. Kendisi de zehirli nefesin etkisinde kaldığından yürüyüşü yavaşlamıştı ve sürekli öksürüyordu. Biraz ilerlediklerinde Mark:
—Ben burayı hatırlıyorum, teyzemizin evine çok yakın.
—Bu kadar gelmişken hayatta mı diye bakmalıyız.
Ev yakında olduğundan kimse itiraz etmedi. Eve yaklaştıklarında evin ışıklarının yerinde olmadığını, duvarlarının çoğunun da yıkıldığını gördüler. Eski samimi evin; perili denebilecek ürkünçlükte bir harabeye dönüşmüş olduğunu gördüler. Ne bulacaklarını bilmeden evin içine girdiler. Birkaç zombi vardı. Onları kolayca yendikten sonra Johnson umutsuzca:
—Margret teyze ! diye bağırdı. Ölmüş olmasından korkuyorlardı.
—Johnson ? Sesin kaynağını göremedikleri için bir an teyzelerinin ölüp hayalet olduğunu düşündüler. Ses bir daha duyuldu.
—Johnson ?
—Evet, buradayım. Sen neredesin ?! İlk duyduğu bağırışın hayal olabileceğini düşünen teyze, sesine cevap alınca sığınağından çıktı. Yerin altını kırmış, ufak bir sığınak yapmıştı. Johnson'ın sesi, onu sıkıcı sığınak hayatından kurtaran bir kahraman gibi gelmişti. Sığınağından çıktığında her zaman olduğu gibi kardeşlere sıkı sıkı sarıldı. Yanaklarını sıkmayı da ihmal etmedi. Zek ve dede dışarıdaydı. Onları daha görmemişti.
—Bu zırhlar size çok yakışmış. Bir gün büyük işler başaracağınızı biliyordum. Kahraman mı oldunuz siz ?
—Aslında sayılır. Her şeyi eski haline döndürmeye çalışıyoruz.
—Neler oldu ? Niye gece hiç bitmiyor ? Dedeniz yaşıyor mu ? Siz kesin bir şeyler biliyorsunuz. Anlatın bana. Bir gün uyandım hâlâ gece, her taraf canavar kaynıyor... Kendi konuşmaktan kardeşlere açıklayacak fırsat tanımıyordu. Mark teyzesini dışarı sürükledi. Dışarıdaki dedeyi görünce bir süreliğine de olsa sustu. Dedenin her tarafının iple sarılmış olasından bir şey olduğu belliydi.
—Yolculuğa çıktığından beri seni görmüyordum. Nasılsın ? Cevap gelmeyince korktu.
—Ona ne oldu ? Kardeşler kaş göz işaretleriyle "Anlatacağız" diyordu. Zek'e dönüp:
—Sen John'un arkadaşı olmalısın. Ben Margret.
—Ben de Moriza Şövalyesi Zek. Tanıştığıma memnun oldum.
İkisi de birbirini biliyor ama ilk defa görüşüyorlardı. Kardeşler ikisinin birbirini tanımamasına şaşırdı. Tanışma faslı bitince kardeşler yaşadıkları her şeyi anlattı. Teyze olanları hayretle dinledi. O riskli bir maceraya atılacak biri değildi. Kardeşlerle bir Herobrine'ın şatosuna gidemezdi. İlk önce vaz geçirmeye çalışsa da dedenin hali ortadaydı. John'un iyiliği için bir şey demedi. Sonra onlara bolca yemek verip, bol şans diledi. Kendisi de sıkıcı ama güvenli olan yeraltı sığınağına geri döndü.
Dört gün yol yürüdüler. Şatonun büyüklüğünü şimdi daha iyi anlıyorlardı. O kadar büyüktü ki aşağıdan tepesini görmek imkânsızdı. Dört beş günlük yolları kalmıştı. Kamp kurdular. Kardeşler biraz gezmek istedi. Buralar onlar için çok tanıdıktı. Çünkü eski evlerinin yakınındaki ormana gelmiştiler. Biraz ilerlediklerinde harabeye dönmüş evlerini gördüler. Herkes anılarını tazeliyordu. Luke bir mağarayı göstererek:
—Notu bulduğum tavuğu burada öldürmüştüm. İskelette bana ok atmıştı.
O not; her şey o notla başlamıştı. Luke o notu bulmasa, hayatları bambaşka olabilirdi. Herobrine var olamaz, dedeleri Son'da ölebilir, kendileri de sıkıcı bir yerleşik hayat yaşardı. Hepsi zihninde not bulunmasa neler olacağının hayalini kurdu.
Johnson "Köylere gider, oradaki tüm sıradan evleri restore edip zengin olurdum. Sonra kazandığım para ile bir sürü kitap alırdım. Evimize kızıltaş sistemleri kurup her şeyi otomatik olarak elde eder sonra da çalışmamıza gerek kalmaz, istediğimiz gibi yaşayabilirdik."
Luke "Gözüm yükseklerde değil. Göl kenarında küçük ama şirin bir ev olsa bana yeter. Orada okçuluk yeteneklerimi geliştirir, küçük bir tarla yapar ve balık tutardım. Canım istediğinde seyahate çıkar, değişik bölgeleri ve hayvanları görürdüm. Hatta bir sürü köpeğim, papağanım, lamam olurdu."
Mark "Yine maceraya atılırdım. Ve... ve... maceraya atılırdım işte."
Peki şuan bulundukları durumdan pişmanlar mıydı ? Hem evet, hem hayır. Dedelerine kavuşmak, birçok yeni şey öğrenmek, garip bir dünyaya gidip gelmek, bir sürü macera yaşamak en sevdikleri kısımlardı ama kötü yanlarını sayacak olurlarsa onlarca kez ölüm tehlikesi yaşamak, ayrı düşmeleri, Herobrine'ın var olmasına neden olmak, alıştıkları hayatlarını bırakmak, bir köyün yanmasına neden olmak gibi bir sürü şey sayılabilirdi. Hayatlarının eskiye göre daha iyi olup olmayacağı, son maceralarının sonucuna bağlıydı. Dinlendikten sonra yollarına devam ettiler.
Yaklaştıkça etraftaki canavar sayısı artmaya başladı. Bir sürü tuzağa da denk geliyorlardı. Yerden çıkıp onları ısırmaya çalışan keskin ağızlar, etrafı basınç plakaları ile kaplı patlayıcı yığınları ve benzeri. Daha da yaklaştıklarında yerlerden gümüşçün böcekleri çıkmaya başladı. Hışırtıları herkesi rahatsız ediyordu. Birine vurduğunuzda, etraftaki bloklardan onlarcası çıkıyordu. Bu kısır döngü gibi devam ediyor sayıları sonsuza dek artıyordu. Tek kurtuluş yolu olabildiğince hızlı kaçmaktı. Daha da yaklaştıklarında witherların korkunç kısık sesleri duyulmaya başlandı. Tüm zemin havaya uçurulmuş gibiydi. Kraterlerden ine çıka ilerliyorlardı. Şatoya bir günlük mesafe kaldığında witherları gördüler. Yüksekte uçtuklarından minnacık ve zararsız görünüyorlardı ama hepsi çok tehlikeliydi. Ve onlardan yüzlercesi vardı. Her tarafa kafalarını atıyor, en ufak bir canlıyı bile hayatta bırakmıyorlardı. Onlara görünmeden toprak altın gitmeye çalıştılar. Şatoya daha da yaklaştıklarında ilk defa gördükleri uçan, küçük, mavi, ellerinde minik kılıç taşıyan yaratıklar üzerlerine saldırdı. Bir kardan adam onlar tarafından öldürülmüştü. Johnson onlara peri diyordu. Blokların içlerinden geçişi, sinsi gülüşleri, küçük kanatları ona masallardaki perileri anımsatmıştı. Mark ise sinir bozanlar deyip geçiyordu.
Daha da yakına geldiklerinde şatonun obsidiandan yapıldığını gördüler. Boyutu devasaydı. Sırf görüntüsü bile insanın içine korku salmaya yetiyordu. Etrafındaki lav hendeği, girişindeki bir sürü canavarı ve tepesinde eksik olmayan yıldırımları ile kimsenin girmeye cesaret edemeyeceği bir yerdi. Ama kardeşler buna mecburdu. Buraya kadar gelmişlerdi. O şatoya girecek ve her şeyi düzelteceklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNECRAFT ÜÇ KARDEŞ - TEK KİTAP
AventureSerinin düzenlenerek tek kitap haline getirilen versiyonu. Yazım hataları daha az, hikayede ufak değişiklikler var ve bölümler çok daha uzun. İkinci kitap sıfırdan tekrar yazıldı.