21. Bölüm

614 50 0
                                    

'Kızıl canavarım. Sen benim en güçlü silahımsın. Sen ben olmadan yaşayamazsın!' 

Bu adama mı aittim? O benim için tanrı olabilir miydi? O olmadan gerçekten ben bir hiç miydim? Eğer böyle ise onun silahı olup onu güçlendirmeliyim. Onu korumalı ve ölmemesi için savaşmalıydım. Eğer o ölürse ben de ölürdüm. Ben ölmek istemiyorum. 

'Benim güzel kızıl canavarım. Sen elimde kalan son kozsun. Sen bütün ninjalardan daha güçlü olacaksın! Bedeninde ki her çakra yalnızca bana ait olacak. Bana güç verecek benim için tüm dünyayı yok edeceksin!'

Bir dünya mı vardı? Bu dünya çok mu kötüydü? Eğer bu dünyayı yok etmemi istiyorsa her şeyi ona verebilirdim. Çakram her şeyim onun olabilirdi. Ben yaşadığım sürece hiçbir problem yoktu. O yaşadığı sürece hiçbir problem yoktu.

Fakat burada ki diğer çocuklara ne olmuştu? Burada en son konuştuğum çocuğa ne olmuştu? O bana dışarıda kocaman bir hayatın olduğunu söylemişti. O büyük ağaçların olduğunu, lezzetli yemeklerin olduğunu söylemişti. Bana hikayeler anlatmaya devam etmeliydi. O neredeydi?

Ağır suyun içinde yeniden zorlukla açtım gözlerimi. Odanın içinde bir hareketlilik sezdim. Kalbimin delice çarptığını hissettim. Tüpün üzerine ufak bir el yerleşti. Kendisini zorlukla yukarıya kaldırırken ağzından akan kırmızı bir sıvı gördüm. O çocuğa ne olmuştu? 

'Merhaba! Ben bugün sana yeni bir hikaye anlatacağım. Beni dinlerken hayal etmelisin'

Onu dinleyip başımı salladım. 'Benim adım Jakucho! Ben çok mutlu bir çocuğum. Yemyeşil bir çayırda koşturuyorum. Annem benim arkamdan koşup benimle yakalamaca oynuyor,'  acı dolu bir öksürük yayıldı odanın içine. Gözlerimi açıp ona bakmak istediğimde devam etti. 'Elimden şefkat ile tuttu beni. Başımızın üzerinde masmavi bir gökyüzü vardı,'

'Sana öğrettiğim renkleri hatırlıyor musun Jakucho!'

Gözlerimi açmadan başımı salladım. Onun bana hikayeler anlatmasını seviyordum. Onun sayesinde ben rüya görebiliyordum. Hiç görmediğim dünya onun anlattığı hikayeler sayesinde şekilleniyor ve benim birer geçmişim oluyordu. Onun sayesinde gökyüzünü ve yeşilliği görmüştüm. Onun çizdiği resimler sayesinde şekillenmişti her şey. 

'Jakucho... Bu ismi sana neden verdim biliyor musun? Bu ismin anlamı sessiz ve yalnız demektir. Sen her zaman burada tek başınaydın. Ve senin sesini hiçbir zaman duyamadım. Sanırım hiç bir zaman duyamayacağım,' Yeniden öksürürken gözlerimi açtım ve ona baktım. Ağzından çıkan kırmızı sıvı tüpün üzerine sıçramıştı. Ve ben o sıvının iyi bir şey olmadığını biliyordum. 

'Ben bir süre buralarda olmayacağım Jakucho... Beni bir süre göremeyeceksin. Fakat üzülme eminim bir gün seni kabul edip, seven birisi karşına çıkacaktır. Benim duyamadığım sesini duyacaktır. Ve benim gösteremediğim dünyayı gösterecektir. Seni kurtaran kişiye sıkıca sarıl Jakucho! Eğer yapmazsan sana küser ve seni bir daha görmeye gelmem!'

Gözlerinden bir şeylerin aktığını gördüm. Tüpün içinden hareket ettim ve elini koyduğu yere yerleştirdim. Onun elinden daha küçüktü elim. Bana güvenle gülümserken bir kez daha öksürdü. 'Görüşürüz,' Odadan çıkarken onun arkasından baktım. Hayatım boyunca o adam haricinde benimle konuşan tek kişi oydu. Peki ne zaman gelecekti?

Rüyamdan gözlerimden yaşlar boşalarak uyanmıştım. Ne zaman yaşadığımı bilmediğim bu anı unuttuğum yılların bir yansımasıydı. Ve o çocuk bir daha gelmemişti. Haru'yu o günden sonra bir daha hiç görmemiştim. 

Yatağımda dikleşirken o tüpün içinde yaşadıklarım aklıma geldi yeniden. Kurtulmadan önce gördüğüm o rüyalar aslında Haru'nun bana gösterdiği resimlerdi. Geçmişim diye hatırladığım o anılar bana anlattığı hikayelerdi. Ve ben Haru ile belki de altı yaşındayken tanışmıştım. Ve o benim ilk arkadaşımdı. Bana destek veren ilk kişi.

Yaşları gözlerimden sildikçe bana söylediği o sözler yankılandı yeniden zihnimde. 'Seni kurtaran kişiye sıkıca sarıl Jakucho!' Onun bana verdiği isim buydu değil mi? Ben doğduğum andan itibaren o tüpün içinde mi büyümüştüm? Benim bir adım bile yok muydu?

Yaşlar gözümden daha fazla akarken Jiraiya'nın söylediklerini hatırladım yeniden. O bana o tüpün içinde olduğum sürece birisine bağlanma psikolojisi ile büyüdüğümü söylemişti. Ben hayatım boyunca birilerine bağlı kalmadan yaşayamazdım. 

Ben Kakashi'ye bu yüzden bu kadar bağlanmıştım. Sürekli onu görmek isteyişim, ona destek olup onun silahı olmak isteyişim bu yüzdendi. Ve onun yıllarca benden kaçmasının sebebi bu yüzdendi. Ben hayata tutunmak için bir sebep ararken o ise o sebep olmamak için benden kaçıyordu. 

Aramızda olan onca şey benim yalnızca ona karşı olan bağlanma dürtümden kaynaklanıyordu. Belki de o gün o değil de bir başkası beni kurtarsaydı Kakashi'ye olan hislerim o kişiye olacaktı. Bu bir sevdi değildi. Benim kendime mecbur bıraktığım bir şeydi. O adamın yıllarca bana yaptığı eziyetler yüzünden ben şimdi mahvolmuştum. 

Kimseyi sevemiyor veya tek başıma bir ben olamıyordum. Ben gerçekten yaşayabiliyor muydum? Benim ne yapmam gerekiyordu?

Erkenden çıktım evden. Güneş henüz yeni yükseliyordu. Ve ben nefes alamıyordum. Yıllarca içimde hissettiğim bu dürtü Haru'nun bana söylediği o sözler yüzündendi. Kakashi'ye olan bağlılığım bu yüzdendi. Ve hayatımı bağladığım insana bir şey olmaması için verdiğim mücadele ise o adamın beni bir silah olarak büyütüp onsuz bir hiç olduğumu düşündürdüğü içindi.

O gün... İtachi ile karşı karşıya geldiğinde yaşadığım korkuyu hiçbir zaman unutamazdım. Kakashi'siz kalma düşüncesi beni mahvetmişti. Ve belki de o gün onunla sevişmeyi zorlayıp onu güçlendirmemin tek sebebi bile buydu. 

Ben tam olarak nasıl bir deney ürünüydüm? Ben yalnızca bir bijuu olmak için mi deney aleti olmuştum? O adamın istekleri yalnızca bu muydu? Ben onun hem silahı hem de kölesi olacaktım. Çakrayı en iyi öperek veya sevişerek aktarıyordum. Ben gerçekten insan mıydım?

Sandala binip yeniden Girdap Ülkesine giderken sis denizin üzerini kaplamıştı. Belki de hayatım boyunca her zaman burada kalmalıydım. Belki de burada kalarak her şeyi sonlandırmalıydım. 

Yeniden ağlamamak için zor tutarken kendimi sandal kıyıya yanaşmıştı. "Burada ne kadar kalacaksınız?" diye sordu adam. Adaya bakarken sisin yavaş yavaş dağılışını izledim. "Akşam beşte beni almaya gelebilirsiniz," diye konuştum. 

Adam sandalı ile uzaklaşırken sakin adımlarımı atmaya başladım. Hava serindi ve güneş henüz yeni doğmaya başlamıştı. Ayaklarımın altında ezilen çimenler parmak uçlarımı ıslatıyordu. Sakince havayı soludum. Yıllardır hikayelerini duyduğum dünyadaydım. "Haru! Ben o dünyadayım. Fakat şimdi ne yapmam gerek?"

Yaşlar yeniden gözlerimden akarken dün gezdiğim yerlerden yeniden geçtim. Yıkık evleri gezip resimlere bakarken karelere yansıyan tebessümler beni daha hüzünlü hale getiriyordu. Birilerinin bencil istekleri uğruna başka insanların hayatları mahvoluyordu. 

Birileri öldürmeyi sevdiği için birileri ise ya ölüyor ya da yaşayan ölü haline geliyorlardı.

Shinobi dünyası gerçekten çok zor bir dünyaydı. Burada çok fazla acı vardı. Ve bu acı her geçen gün daha fazla büyüyordu. Bir an için intikam almak istedim. Bana tüm bunları yapanları birer birer öldürmek ve her birini parçalara ayırmak istedim. Fakat bunu yapabileceğim hiç kimse yoktu. Burada kendi acılarım ile öylece duruyordum. Ne olduğumu bile bilmediğim bir dünyada nefes almaya çalışıyordum. Kalbimde ki bu acı çok büyüktü. Hem de çok fazla. 

Elimi göğsüme yerleştirdim. Boğazımda ki düğümleri yok etmeye çalıştım fakat yapamadım. Nefes aldıkça daha fazla çoğalıyor beni daha fazla boğuyordu. Beni buradan kim kurtaracaktı? Beni bu cehennemden kim çekip çıkaraktı? Burada tek başımaydım. Hiç kimsem olmadan tıpkı bu ülke gibi yıkılmış ve terk edilmiştim.

 Ormanın içinde delice bağırırken kuşların sesimden dolayı korkuyla uçup kanat seslerini bana duyurdu. Dizlerimin üzerine çökerken hissettiğim bir jutsu ile kendimi bambaşka bir yerde bulmuştum. Bu bir mühürdü. Ve o mühürün uygulanma zamanı gelmişti.

Dear Kakashi (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin