Kendimi bir savaş alanında bulmuştum. Bir bebeğin ağlayış sesi yükseldi. Fakat hemen ardından her taraf beyaz bir yere dönüştü."İzumi bu sen misin?" Hala nerede olduğumu anlayamamıştım. Çevreme bakındım. Burası neresiydi?
Omzumda hissettiğim el ile irkildim. "İzumi..." Bir kadın benimle konuşuyordu. Çok yaşlı değildi. Benim saçlarıma benzeyen kızıl saçları vardı. Ve kesinlikle çok güzel bir kadındı. "Sen benim küçük bebeğim misin?" Benimle konuşuyordu fakat hala hiçbir şeyden anlayamıyordum.
"Benim küçük kızım olmalısın. Çünkü bu mührü ölmeden önce yapmıştım. Seninle bir kez olsun karşılaşabilmek için," Kaşlarımı çattım. "Benim adım Ouka..." diye konuştum. Herkesin bana söylediği isim buydu.
"Ouka... Demek şimdi sana böyle sesleniyorlar. Sen henüz yeni doğmuşken kaçırdılar seni. Yalnızca bir kez alabilmiştim kollarıma... Ve o an öleceğimi bildiğim için hızlı bir şekilde yaptım bu tekniği."
Bu kadın benim annem miydi? Ama bu nasıl olabilirdi? Böyle bir teknik var mıydı? "Siz benim annem misiniz?" Başını salladı kadın. Gözleri hafif nemlenmişti. "Aynı hafta içerisinde iki kızımı da aldılar benden. Ben üzgünüm kızım. Biz güzel bir aile olamadık. Özür dilerim kızım seni koruyamadım. Ablanı babanı koruyamadım." Kadın bana yalvarırken içimin acıdığını hissettim. Demek henüz yeni doğmuşken kaçırılmıştım.
"Ben 25 yaşındayım... An...Anne..."
Kadın ona anne diye seslendiğimi duyduğu zaman bana hızlıca yaklaştı ve kolları arasına alarak sardı beni. "Benim İzumi'm. Benim biricik kızım." Eli sırtımda dolaşırken bir süre daha sardım onu. Belki de en çaresiz olduğum şu an da bu mührün bozulması kadar güzel bir şey yoktu.
"Anne ben ne yapmalıyım?"
"Benim küçük kızımın başına neler geldi?" Bir süre zorlukla anlattığım hikayemi dinlerken gözlerinden yaşlar boşalmaya başlamıştı. Ve sonuna geldiğimde oturduğum yerde sallandım. "Anne ben ne yapmalıyım? Ben neyim? Bir insan mıyım?"
"Çok zor zamanlardan geçmişsin. Özür dilerim annen seni koruyamadı. Belki biraz daha güçlü olsaydım başına bunlar gelmeyecekti," Başımı eğdim ve parmaklarımı izlemeye başladım. "Yine de kızım sakın pes etme! Sen ne kadar zor günler geçirsen bile içinde her zaman sana olan sevgimizi hisset. İzumi içinde yatan bu çakrayı iyilikler için kullan. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için kullan."
Bu çakrayı kullanabilmek için birisi ile ya öpüşmem yada sevişmem gerekiyordu. Ben bunu anneme nasıl açıklayabilirdim? Beni nasıl bir şeye dönüştüreceklerdi? "Anne..." Utanarak söyledim. "Ben... Ben çakramı verebilmek için öpmem gerek," Yanaklarım kızarırken annemin şaşırdığını gördüm. Hafifçe öksürdü.
"Şu ana kadar kaç tane adamı öptün?"
Gözlerimi devirdim. Parmağımı havaya kaldırdım. "Bir tane," annem bir bana bir parmağıma bakarken bana güldü. "Yalnızca bir adam mı? Peki bu adam nasıl bir adam?" Bu durumu romantik olarak mı görüyordu? Öpücüğü romantik gören annem sevişmelerimizi öğrendiği zaman ne yapacaktı acaba?
"Boş zamanlarında kitap okumayı seven bir adam. Görevlerinde fazlasıyla başarılı birisi. Hatta Konoha'da en güçlü shinobilerden birisi. Fakat aynı zamanda fazlasıyla utangaç ve tatlı..."
Kakashi'yi hatırlarken yeniden bir özlem ile doldum. Fakat öğrendiğim şeylerle birlikte içimde yalnızca bir hüzün oluşmuştu. "Bu adamdan hoşlanıyor musun?" Anneme bakarken sorusu ile şaşırmıştım. Nasıl bu kadar hızlıca sorabilirdi? Hafifçe öksürdüm. "Anne!" Onu uyarma şeklindeydi bu seslenişim.
"Sanırım hoşlanıyorsun!"
Yüzümü eğerken dudağımın iç kısımlarını ısırdım. Parmaklarımı birbirine geçirip sıktım. "Fakat ya bu ona bağlanma iç güdüm ile olan bir şey ise?" Annem elini uzatıp ellerimi tuttu. Ona bakmamı sağlarken konuştu. "Eğer bir adam ile öpüştüğünü hayal ediyorsan o adamdan hoşlanıyorsun anlamına gelir,"
Anne ben o adamla defalarca seviştim!
"Fakat neden çakramı yalnızca öperek verebiliyorum? Kafamda bir sürü soru var. Ve hepsine nasıl cevap vereceğim bilmiyorum. Hayatım o tüpün içinde geçti. Geçmişim sandığım her şey birer rüyaydı benim için. Ve şimdi... Anne benim ne yapmam gerek?"
"Her şeyler yüzleş gitsin. Acele etmene gerek yok. Zamanla ona karşı olan hislerini anlarsın. Ona karşı iç güdüler ile mi yoksa sevgi ile mi bağlandığını öğrenirsin. Şimdi kızım... Benim artık gitmem gerek... Çakram tükeniyor."
Ona sıkıca sarılırken bana son bir kez seslendi. "İzu- Hayır. Ouka, ablan! Ablan Konoha'da yaşıyor. Onu bulmalısın! Ablanın adı..." Annem bir bulut misali havada kaybolup beni olduğum yere geri getirirken yere eğilmiş başımı kaldırdım. Son sözleri bir fısıltı gibi gelmişti. Fakat tam olarak anlayamamıştım. 'Hina... İsmi Hina mıydı?'
Fakat ben annemle konuştum. Sanki en çaresiz anımda beni bulmuştu. Fakat bu nasıl olmuştu? Benim üzerime yapılan bir mühür müydü bu? Oturduğum yerden kalkarken şehrin gezmediğim yerlere girmiş ve dolaşmaya devam etmiştim.
Yıllar önce annemin bana bıraktığı çakrayı yeni fark etmiştim. Ve onun çakrasını şimdi yıkılmış bu köyün enkazında bazı yerlerinde görüyordum. Yıkık evlerin arasında yürümeye devam ederken rengi açık mora benzeyen bir çakranın yoğunluğunu bir evin duvarlarında görürken burasının gelmem gereken yer olduğunu biliyordum.
İçeriye girdiğimde gün ışığı çatlak duvarlardan sızıp yere düşüyordu. Işığın değdiği yerlerde havada uçuşan toz tanecikleri gözüküyordu. Doğa diğer evlerde olduğu gibi burayı da hakimiyeti altına almıştı. Evin içinde yürürken yıllar önce bu evde yaşayan ailemi hayal etmeye çalıştım. Mutfağın bir kısmı yıkılmıştı. Oturma salonunun ortasında büyümeye başlayan bir ağaç vardı.
Adımlarımı duvarın kenarına düşen çerçeveye yöneldi. Cam parçalanmıştı fakat hala yerinde duruyordu. Çerçevenin arkasını çıkardım ve yerleştirilen fotoğrafı içinden çıkardım. Resimde kocaman gülümsemesi ile kameraya bakan bir aile vardı.
Bir kadının kucağında duran bebek huzurla uyuyordu. Hemen yanında bir adam vardı o da diğer kızını kucağına almıştı. Gözlerim dolarken fotoğrafta kucağında bebekle duran kadına baktım. Bu kadın biraz önce bana kendi çakrasını mühürleyip benimle konuşan kadındı. Benim annemdi.
O çok genç ve güzeldi. Uzun düz parlak kızıl saçları beline kadardı. Dudakları dolgun ve pembe renkliydi. Bakışlarında ki parıltı tüm dünyayı aydınlatabilirdi. Hemen yanında duran siyah saçlı adam annem gibi gençti ve kesinlikle yakışıklıydı. İri menekşe moru gözleri vardı. Dudakları güzel bir tebessüm ile kıvrılmıştı. Boyu uzundu.
Kucağında tuttuğu kız çocuğu ise benim ablamdı. 10'lu yaşlarında gibi gözüküyordu. Annemin ve benim saçlarım gibi uzun kızıl saçları vardı. Göz rengi babamın gözlerine benziyordu. Dişlerini göstererek gülümsüyordu. Ve bir eli bebeğe uzanmıştı. Yani bana. Avuç içimde tuttuğum ablamın parmağı ile uykuma devam ediyordum.
Gözümden düşen yaşlar yeri dövüyordu. Başımı kaldırıp eve baktım. "Anne, baba... Ben geri döndüm. Kızınız evine geri döndü," Onlara seslenirken ağlayışım daha fazla çoğalmıştı. Buraya gelirken hep bir umut vardı içimde. Ölmüş olabilecekleri ihtimalini düşünmüş olsam bile yine de umutlanmak istedim. Bu duygulara sarılmak istemiştim.
"Kızınız uzun zaman sonra evine geri döndü..."
Yere çömelip otururken fotoğrafa sarıldım ve yüreğime biriken yaşları dökmeye devam ettim. Kulaklarımda hala annemin sesi geliyordu. "İzumi..." Benim adım buydu. Yıllar önce ailemin bana koyduğu ad buydu.
"Benim evim neresi? Ben nereye aitim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dear Kakashi (+18)
Fanfic***Bu hikaye Naruto animesi evrenin içerisinde geçmektedir. Eğer Naruto animesinde olsaydım neler olurdu? Hikaye anime ile birlikte ilerlemektedir.*** Omuzlarında duran ellerimi düşünmeden uzattım ve yüzünü kapatan maskeyi aralarken gözlerimi kapatt...