Bugün gökyüzü olduğundan daha kapalıydı. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen gün ışığı henüz toprağa değmemişti bile. Koyu kara bulutlar öylesine sarmıştı ki gökyüzünü sanki dünyanın üzerine bir örtü örtülmüş gibiydi.
Dolabımdan bir ihtimal olarak duran ve hiçbir zaman giymek istemediğim siyah kıyafetleri üzerime geçirirken yüreğimde acı hissettim. Bu elbiseler keşke hayatım boyunca yerinden hiçbir zaman çıkmasaydı. Ve tıpkı bu hüzünlü kıyafetler çıkmadığı gibi insanlarda çıkmasaydı aramızdan.
Fakat o gün çok fazla can kaybı verildi. Fakat en çok kalbimi acıtan Üçüncü Hokage'nin ayrılışıydı. Buraya geldiğim ilk günden beri bana destek olup gelişimime yardımcı olan bu adam artık bir kelebek misali kanatlanıp uzaklara uçmuştu.
Evden dışarıya çıkarken ayaklarım beni cenaze töreninin olduğu yere götürmemek için çırpınıyordu. Fakat oraya gidip son vazifemi yerine getirip onu uğurlamam gerekiyordu.
Benim gibi bir çok insan gidiyordu o yere. Ve tüm köyde hüzün kaplıydı şu an. Adımlarım oraya yaklaştıkça sanki büyük bir gürültü ile sarsıyordu bedenimi. Sakince nefes vermek istesem bile çenemde ki titremeyi durduramıyordum. Elimi göğsümün üzerine yerleştirirken bir gün içerisinde olan o kadar şeyi düşündüm. Gün güzel bir şekilde başlarken gece bize Üçüncü Hokage'nin vefatı ile başlamıştı.
Neden?
Neden ölüm diye bir şey vardı? Neden insanlar hayatımızdan bu kadar basit bir şekilde çıkıyordu. Keşke benim bir şekilde savaşıp tüm olan bitenleri yalnızca bir bariyer oluşturmak için öylece orada oturmasaydım. Keşke savaş diye bir şey olmasaydı. Belki de bu sayede kısacık olan ömrümüz ne zaman bitecek diye korkuyla yaşamazdık.
Fakat bu düşüncelerime güldüm. Çünkü burası bir shinobi dünyasıydı. Güldüğün kadar gözyaşı da vardı. Özgürlük kadar hapislerde öyle. Ve mutluluğumuz için verdiğimiz çaba bir gün bizi bir katliamın ortasına sürüklerdi. Kendimizi düşünerek verdiğimiz bu mücadele de kimse bir diğerini düşünmüyordu. Ateşe birlikte atlayıp yanmak varken yalnızca ateşin içine düşen kişileri uzaktan izlemekle idare ediyorduk. Ve belki de o ateşi söndürmek için bile çaba vermiyorduk. Fakat her zaman güzel şeyler için mücadele verdiğimize o kadar inanıyorduk ki!
Ta ki her şey tüm bu pembe dünyaya esen sert bir gerçeklik rüzgarı ile asıl halimize geri dönüyorduk. Ve aslında o pembe dünyanın gerçekte tıpkı bu gökyüzü gibi karanlık olduğunu görüyorduk. Ve asıl acıta şey ise bu kara bulutları dağıtmaya çalışırken verdiğimiz savaşta düşman diye bildiğimiz kişilerin hayatının son bulması ile gerçekleştirmeye çalışmaktı.
Işık ne kadar parlak olursa olsun orada daima koyu bir gölge bulunurdu. Adalet için ne kadar savaşırsak savaşalım sonu adaletsiz bir şekilde ölen insanlar vardı. Ve bu lanetli dünyada bu hiçbir zaman son bulmayacaktı.
Sonunda kalabalığın arasına girerken ilk sıraya yerleşen Naruto'yu gördü gözlerim. Ona doğru ilerledim ve hemen arkasında dikildim. "Neden? Neden yaşlı Üçüncü Hokage ölmek zorundaydı?" diye mırıldandığını duydum. Bu sorunun cevabı yoktu. Ölümün hiçbir zaman cevabı bulunamazdı.
Hemen önümüzde duran Üçüncü Hokage'nin resmini izlerken elimi uzattım ve Naruto'nun omzuna koydum. Bana sakince dönüp baktı. Yüzü yara bere doluydu. Bakışlarım irileşti. Sasuke'nin peşinden gittikten sonra belki de Gaara'a ile dövüşmek zorunda kalmıştı. Bu küçük yaşta savaşı yaşamak zorunda kalmaları adaletsizlikti.
Hemen yanımızda ağlayan çocuğu biliyordum. Konohamaru. Üçüncü Hokage'nin torunuydu. Göz yaşları bir türlü dinmiyordu. Parmaklarımın arasında tuttuğum nergis çiçeğine baktım. Yeri sakince ıslatmaya başlayan yağmur damlalarını görünce üzerime daha fazla ağırlık çöktü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dear Kakashi (+18)
Fanfiction***Bu hikaye Naruto animesi evrenin içerisinde geçmektedir. Eğer Naruto animesinde olsaydım neler olurdu? Hikaye anime ile birlikte ilerlemektedir.*** Omuzlarında duran ellerimi düşünmeden uzattım ve yüzünü kapatan maskeyi aralarken gözlerimi kapatt...