Konuşmuyordu. Gözlerini açtığından beri kimseyle tek kelime dahi etmiyordu. Bakışları soğuk ve ruhsuzdu. Sanki birer bilye gibi… Yüzünün ifadesi tutuktu kimse onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlayamıyordu. Yoğun bakımda kaldığı bir hafta boyunca doktorları sakat kalmadığı için şanslı olduğunu söylemişlerdi. Derin Kohen’in sırtında açtığı oyuk neredeyse omuriliğine kadar geliyordu! Neredeyse! Ve şimdi yatağın yüz üstü uzanmış öylece duvara bakıyordu. Etrafındaki herkes onun için bir şeyler yapmaya çalışırken kimsenin ne yaptığıyla ilgilenmiyordu. İçine kapanmamıştı ama pek çok şey değişmişti. Bunu hissediyordu. Bunu iliklerine kadar hissediyor ve ilk defa olduğu kişiden nefret ediyordu. Yorgun bakışlarını kapatıp yeniden açarken yavaşça nefes alıp verdi. Ardından bakışlarını aynadan görünen kadarıyla gördüğü adama çevirdi. Keskin, hemen yatağının çaprazındaki koltukta oturmuş sesini çıkarmadan gözlerinin içine bakıyordu. Kaşlarını çattı birden Ecmel. Onu istemiyordu. Artık onu ve ona dair hissettiği hiçbir şeyi istemiyordu. Bugün bu yataktaysa bu biraz da ona duyduğu sevgiden ve bu sevginin onu güçsüzleştirmesindendi. Onun kendisini sevmediğini bilmesine rağmen aptal gibi onu seven ve sevmeye devam eden kalbini anlayamıyordu. Gözlerini bir kez daha kapatırken dışarıdan gelen seslere kulak kesildi. Babası öksürüyordu. Endişeli sesi yeniden duyularına sızarken çenesi titremeye başladı kızın. Yutkunarak üzerindeki örtüden kurtulurken kimseye danışmadan iki elini birden yatağa bastırıp doğruldu. Uzun sarı saçları önüne dökülüp keskin bakışlarını kapatırken mavi yeşil olan göz bebekleri büyüyüp küçüldü. İçindeki sessiz öfke o kadar güçlü ve kudretliydi ki öç almak için ona neredeyse yalvarır bir haldeydi.
Rıza, başını hafifçe kaldırıp kızın ne yaptığına baktı. Sesini çıkarmıyor öylece izliyordu. Onun güç bela yerinden kalkmaya çalışını izlerken ellerini ister istemez yumruk yapmıştı.
Ecmel, dişlerini sıkıp bir bacağını yataktan dışarı atarken Keskin’in sıklaşan nefes alışverişlerini duyabiliyordu. Onun kendisine sinirlendiğini ve yasak olmasına rağmen söz dinlemeyip yerinden kalktığı için sinirlendiğini hissedebiliyordu. Gözlerini kapatıp, derin bir nefes alırken iki elini birden yataktan çekip doğruldu. Uzun düz saçları şelale gibi beline döküldüğünde dönüp aynadaki aksine baktı. Çıplak göğüslerine ve sırtını boydan boya saran, balık kılçığını andıran o büyük dikiş izlerine baktı dönerek. Bakışlarını yeniden adama çevirdiğinde sesini çıkarmadan yatağın etrafından dolaştı ve çıplak ayaklarla yürüdü. Odanın kapısına gelip kolunu kavradığında usulca aşağı indirdi ve dışarı çıktı. Babasının sesi giderek yükselirken merdivenlerin başında durup derin bir nefes aldı. Kendisini o kadar halsiz hissediyordu ki henüz yürümeye hazır hissetmediğinden başı dönüyordu. Ama buna rağmen de vazgeçmiyordu. Babasına ulaşmak onun yanına gidip iyi olduğunu söylemek çölde susuzluğunu gidermek gibiydi onun için. Gözlerinin kenarları sızlayarak merdivenin korkuluklarına tutunduğunda altında sadece iç çamaşırının olmasına dikkat etmeden bir adım attı. Bir adım daha atarken adımları sıklaştı ve dişlerini sıkarak, canı yana yana aşağı indi. Solgun bir yüzle bir koltukta başını ellerinin arasına almış olan adama bakarken kalbi acıdı. Onun canının yanmasındansa kendi canının yanmasını dilerdi. Onun üzülmesindense kendi bin kat üzülmeyi isterdi. Ellerini yumruk yapıp ona doğru bir adım atarken bakışları kendisine şaşkınlık ve gururla bakan Lax’ı buldu. Genç adam, dolu dolu gözlerle başını aşağı yukarı sallayıp önüne eğerken babasının korumaları da aynı hareketi yapmıştı. Bütün çıplaklığı gözler önündeyken ona bakmaları iki katı yasaktı ve herhangi biri bakacak olursa o göz canlı canlı yerinden sökülürdü.
“Baba?”
O ana dek ne yapacağını düşünen Kenan Altuğlu günler sonra kızının sesini duyduğunda önce duyduğu sesi bir hayal zannedip öylece durmaya devam etti. Ancak sonrasında kızın sesini yeniden duyup onun hemen karşısında olduğunu gördüğündeyse gözleri iri iri açılmış hızla yerinden kalkmıştı bacağındaki acıyı umursamadan.
“Ecmel?” diyen sesi o kadar kederliydi ki? Kim derdi ki bu adamın koca bir aileyi yok etmek için bu kadar savaştığını ? onun bu halini görüp de acımasız olduğuna kim inanırdı? Öylesine güçsüz ve bitik duruyordu ki… Ecmel’in yorgun bakışları onun üzerinde dolaştığında omuzlarına örtülen örtüyle bakışları geriye kayıp yeniden babasının gözlerine ulaştı “Ben iyiyim” dedi.
“Ecmel…” diyen adamın sesi öyle şefkar doluydu ki genç kız gözlerini kapatıp derin bir nefes alırken buldu kendisini. Yeniden “Ben iyiyim” dedi. Yutkunarak öne doğru bir adım attığında babasının uzatmış olduğu ellere baktı bir an. Usulca kollarını kaldırıp ellerini tutması için uzatırken ona doğru çekildiğini fark etti. Kenan Altuğlu’nu sert gövdesine yüzünü yaslarken kaşları çatık,suratı asıktı. Onu izleyen Lax,neler olduğunu anlayamamanın verdiği huzursuzlukla artık kim olduğunu alenen belli eden Rıza’ya baktı. Aralarında yaşananlara rağmen,ona inat gitmemişti. Aksi gibi kızın yanında kalmaya devam etmiş ve neler olacağını beklemişti.
Ecmel,her şeyden habersiz babasının sıcacık göğsünde soluklanırken yüzünü çevirip dudaklarını Kenan Altuğlu’nun göğsünün olduğu yere bastırdı. Gözleri kapanırken kirpikleri titriyordu. Kenan Altuğlu,onun içinde yaşadığı gerilimi hissedebiliyor ve sesini çıkarmadan onu dinliyordu. Kızın her hareketi sessiz bir konuşma gibiydi. Onunla o kadar uzun zaman geçirmişti ki artık onu her şeyden iyi anlar olmuştu. Ecmel, Dağhan Pehlivan’ın kızı olmasına rağmen bir Altuğlu olarak yetiştirilmişti. Onu gerçekten seviyor ve ona değer veriyordu. Kendi öz çocuklarına vermediği sevgiyi sadece ona bahşediyordu. Kızın,titrek nefeslerini kalbinin içinde an be an hissederken kız doğrularak başını yukarı kaldırdı. Gözlerinin içine bakarken intikam yeminini sessiz bir kan töreniyle fısıldadı kulağına.
“Evine git baba. Ben iyiyim” dedi sadece. Orada bulunan herkes bunun normal bir baba kız konuşması olduğunu düşünürken Kenan Altuğlu bunun Ecmel’in dilinde ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Bu onun dilinde kara ölüm demekti. Canını yakanın canını alacağı bir ölüm oyunu. Dili lal olan adamın bundan sonra ona diyecek başka bir sözü daha yoktu. Bundan sonra ona bakacak cesareti de. Çünkü gözlerine baktığı bu sarışın kız kendisine eskisi gibi sevgiyle bakmıyordu. O sevginin ardında kapkara bir uçurum görüyordu. Ecmel, öfkenin eline teslim ettiği ruhunu parçalara ayırıyordu. Hissetmemek için… Düşünmemek için… Bir adım gerileyip babasına gülümserken gözünün kenarından bir damla yaş süzüldü yanağından aşağı, gerdanına doğru. Bütün bedeni o ölümün etrafında hüküm sürmeye başlarken çatılı olan kaşları yumuşadı, dudaklarında hafif bir tebessüm peyda oldu. Rıza, neler olduğunu anlamak istercesine dikkatle onları izlerken bir bilinmezlik çukuruna düştüğünü hissediyor ama hiçbir şey yapamıyordu.
Genç kız,bir adım daha gerileyip babasından iyice uzaklaşırken Kenan Altuğlu “Kendine dikkat et,ben ne olursa olsun burada kalacağım” diye söylendi.
Başını salladı sadece Ecmel konuşmaya gücü yoktu. Yumruk olan elleri sımsıkı kapalı dururken göz ucuyla dönüp Lax’a baktı “Onu geçir” dedi. Genç adam,başını eğip sallayarak ona itaat ettiğinde Kenan Altuğlu adamları ile birlikte evden çıkıp gittiler. Ecmel,hala olduğu yerde durmuş kendi kendisine yeminler ederken birden durup gözlerini kıstı ve hışımla Rıza’ya döndü. Dişlerini sıkıp gözlerini kapatırken Rıza ona temkinli bir ifade ile bakıyordu.
“Git!” dedi Ecmel sadece ona. Sesi buz gibiydi.
“…”
Genç kız,adamın tepki vermemesi üzerine yeniden “Git!” dedi. Baştan aşağı onu süzüyor sanki bir daha göremeyecekmiş gibi bakıyordu. “Neden bana öyle bakıyorsun?” diye sordu Rıza’nın kalın sesi.
“Git!”
Rıza “Neden?”
“Seni istemiyorum artık!” dedi.
Rıza “Burada kalmamı istediğini ikimizde biliyoruz” diyen adama alayla gülerek bakan genç kız “Artık benim isteklerimin bir önemi yok Keskin. Sana güvenmiyorum” dediğinde Rıza’nın tek kaşı havaya kalktı “Önceden de güvenmiyordun” dedi.
“Haklısın ama şimdi ki kadar değil. Beni arkamdan vurdun” dediğinde Rıza “Sen arkandan vurulmanın ne demek olduğunu bilmiyorsun” diye fısıldadı. Gözlerini kızın gözlerine dikmiş öylece duruyordu “Ve hayır hiçbir yere gitmiyorum”
“Seni istemiyorum!”
Rıza “Bunun pek de bir önemi yok!”
“Sana güvenmiyorum!”
Rıza “Ve bunun da!”
“Senden nefret ediyorum!”
Rıza “Beni seviyorsun!”
Genç kızın,cam gibi parlayan gözleri çatlamak için yer arıyordu. Öfkesini dışarı savurabilmek için kendisiyle savaşıyor ve her defasında yeniliyordu. Yutkunarak “Sana ne yapacağımı söyleyeyim mi Keskin?” diye sordu. adamın cevap vermemesi üzerine gülümseyerek alt dudağını yaladı. Üzerindeki örtüyü atarak uzun saçlarını göğüslerinin üzerine örttü. Adama doğru bir adım atarken “Hepsini öldüreceğim” dedi “Hepsini. Yavaş yavaş haberleri bile olmadan birbirlerinden koparıp alacağım”
Rıza,konuşmadan kızın gözlerinin içine bakarken Ecmel devam etti “Esmer ailesini yok edeceğim ve sen yanımda kalmayı bu kadar isterken oturup benim onları katledişimi izleyeceksin!” dedi gülerek.
“Onlar senin ailen!”
Ecmel “Hayır,onlar benim ailem değil! Benim hayatımı mahveden insanlar!” dedi.
“Sen ne dediğini bilmiyorsun? Bunları sana ‘baba’ dediğin adam mı anlatıyor?”
Ecmel “Hepsinden nefret ediyorum Keskin! Kendimden de öyle! Hayatım boyunca hiç bu kadar arada kalmamıştım ama geçen şu yirmi günün sonunda ne yapmam gerektiğini artık çok iyi biliyorum. Hepsini teker teker yok edeceğim ve sen de benimle birlikte oturup izleyeceksin!” dedi.
“Ya bunu yapmana izin vermezsem?”
Genç kız, gülümseyerek başını iki yana salladı “Öyle bir gücünün olmadığını ikimizde biliyoruz” dedi. Rıza, ona doğru bir adım daha atarken kızın gözlerindeki kararlılığı o kararlılığın içindeki karanlığı görebiliyordu. Bu bütün hayatı boyunca yaşadığı kötülüklerden, bildiği ölümlerden bile korkutucuydu. Ecmel’in kinini en derinine kadar hissedebiliyor olmak onu derinden sarsarken ister istemez onu kollarına alma dürtüsüyle başa çıkmaya çalışıyordu. Ellerini kızın çıplak omuzlarına koyup, daha ne kadar kendisinden ödün vereceğini bilemeyerek onunla arasındaki mesafeleri kapattı. Ardından kızın gözlerinin içine bakarak “Yapma” dedi. Ecmel, onun gözlerinin içine bakarken samimi olduğunu görmekten çok hissediyordu. Dudakları aralanırken “Neden?” diye sordu.
Rıza, ona yalan söylemek istemedi. O yoğun bakımdayken ne gördüğünü, ne hissettiğini anlattı sadece. Bir eliyle kızın ipek gibi yumuşacık olan sarı saçları severken gözleriyle gözlerine dokunup durdu “Seni orada öylece yatarken yaşadığın bu hayatı hak etmediğini düşündüm. Elini kana buluyor olmanın senin hakkın olmadığını… Bundan daha iyisine daha güzeline layık olduğunu düşündüm. Uyanıkken olan senle uyuyan sen arasındaki farkı anladım. Sen hala küçücük bir kız çocuğusun Ecmel ve ben her ne kadar bundan nefret etsem de senin o halinden hoşlanıyorum. Başını eğip kimse görmesin diye kaçak gülümsemeni. Saçlarını iki yandan toplamanı ve adamlarınla konuşurken takındığın ifadeni seviyorum. Sana kan yakışmıyor Ecmel. Seni abini katlederken görmek istemiyorum.” Dedi.
Genç kız, ne diyeceğini bilemeden adamın gözlerinin içine bakarken ondan şüphe etmesine gerek olmadığını biliyordu. Keskin, ona göre ilk defa bu kadar içten konuşuyordu ve bu bile Ecmel’in arada kalan ruhunun delice çırpınmasına neden oluyordu.
“Eğer…” dedi Rıza ona tepesinden bakarak “Hesaplamalarım doğru ise Doruk Pehlivan ile aranızda dokuz yaş var” dedi.
Ecmel’in dudakları bir kez daha aralanırken Rıza devam etti “Sen daha reşit bile değilsin” derken kızın gözlerinden iki damla yaş döküldü “Na-nasıl?” diye sorarken Rıza “Seni izliyorum Ecmel” dedi gözlerinin içine bakarak. “B-bu yüzden mi bana yaklaşmıyorsun?” diye sordu.
Rıza, başını iki yana sallayıp gözlerini kapadı “Hayır. Kanla oynadığından sana yaklaşmıyorum” dedi.
Ecmel, onun kollarından kurtularak kendisini sarıverdi. Titriyordu ve bunun neden kaynaklandığını bilmiyordu. Gözleri dolu dolu oluverirken “Yanımda kalman ya da bana bunları söylemen hiçbir şeyi değiştirmeyecek” dedi.
İnat ediyordu Rıza. Bir açık kapı bulmaya çalışıyor ve zorluyordu kızı “Neden?” diye sordu kaşlarını çatarak.
“Çünkü onları sevmiyorum” dedi Ecmel “Hiçbirini. Kan bağları olmamalarına rağmen kendi içlerinde bu kadar güçlü bir bağa sahip olmalarını anlamıyorum. Tiksiniyorum hepsinden”
“Bunun doğru olmadığını biliyoruz. Eğer abini öldürmek isteseydin bunu onunla çalıştığın o üç sene içinde gerçekleştirirdin değil mi? Ama buna rağmen yapmadın, bir şey seni engelledi” dedi Rıza.
“Bu bir şeyi değiştirmez!” dedi Ecmel. Neredeyse çığlık atacaktı.
“Emin misin? Bence değilsin? Doruk’un sana ne kadar benzediğini söylememe gerek var mı? O resimlere her baktığımda babandan ya da annenden çok ona benzediğini sen de bilmiyor musun?”
“Sus!” dedi genç kız elleriyle kulaklarını kapayarak “Sus!”
“Ecmel, sen Doruk’u seviyorsun! Bu yüzden ona bir şey yapamıyorsun? Şimdi de yapamazsın! Eğer arkadaşlarını öldürecek olursan onun nasıl acı çekeceğini düşünemiyor musun?” diye sorduğunda genç kız başını kaldırdı “Ya ben?” diye sordu. Sesi fısıltıdan farksızdı “Ben? Hepsini öldürmek istiyorum çünkü onlar benim olması gerekene sahipler! Ben… Ben…”
Dişlerini sıkarak neler söylediğini düşündü genç kız dehşet içerisinde. Neler diyordu sahi? Kalbinin kilidi ne ara çözülmüştü de abisine duyduğu özlemi dile getirir olmuştu? Keskin kimdi ki ona anlatıyordu? Tiksintiyle geri geri giderken buldu kendisini. Doğru, henüz reşit bile değildi ancak çok şey yaşamıştı bedeni ve ruhu. Yaşamaya da devam ediyordu! O halde, kim onu durdurabilirdi? Kim vazgeçirebilirdi yapacaklarından? Hayatının ilerisi diye bir şey yoktu ki onun için. Onları öldürdüğü gün kendisi de ölmeyecek miydi?
Omuzlarına değen sıcacık ellerle içini çekip başını önüne eğdi. Dudaklarını birbirine bastırırken kendisi için geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini çok iyi biliyordu. “Henüz geç kalmış sayılmazsın” diyen adama dönerken başını kaldırıp gözlerinin içine baktı uzun uzun. Rıza, orada ne gördüğünü tam olarak bilemiyordu ama onu vazgeçirmiş olmayı diliyordu aksi takdirde onu kendi elleriyle öldürecekti. Dudakları titreyen kızın ismini söylediğini fark ettiğinde kaşları çatıldı istemsizce. Başını hafif yana çevirip “Ne oldu?” diye sorarken Ecmel ona bakıp derin bir nefes aldı “Ben sevmeyi bilmiyorum” dedi “Bunun nasıl olduğunu bilmiyorum”
Genç adamın, dudakları aralanırken genç kız bir kez daha o kollardan kurtulup adamın gözlerinin içine baktı ve “Ama senin beni sevmeni istiyorum. Buna her şeyden, herkesten çok ihtiyacım var. Senin tarafından sevilmenin nasıl bir şey olduğunu bilmek ve öğrenmek istiyorum” diyerek arkasını dönüp yürüdüğünde Rıza kaskatı kesilmişti. Ne istemişti kız ondan? Ne istediğini söylemişti? Onu sevmesini istediğini söylemişti! Asıl arada kalan kendisi değil miydi şimdi? Ona bakarken tek bir duygu bile hissetmeyen adamdan onu sevmesini nasıl isterdi? Rıza, bunu yapabilir miydi bilmiyordu ki? Ellerini yumruk yapıp bakışlarını merdivenlerden ağır ağır çıkmakta olan kıza çevirdi. O küçücük bedenin içinde yaşayan canavarı tanıyordu. Söylediği sözleri, yapacağını vaat ettiği her şeyin doğru olduğunu biliyordu. Ama eğer onu sevebilecek olması onu tüm bu şeylerden vazgeçirmesine neden olacak ve arkadaşlarının diğer bir deyişle ailesinin hayatta kalmasını sağlayacaksa isminin hakkını verecekti o zaman. Kalkan olacaktı kılıcının en ‘keskin’ tarafıyla. Onlara dokunmak isteyen önce kendisine dokunmak zorunda kalacak ve geçebilmek için ölmeye razı olacaktı.
“Ecmel!” dedi. Sesi ne yüksek ne de alçaktı. Orta seviyede, tok bir sese hâkimdi. Genç kız, durup başını kaldırırken bakışlarını merdivenlere dikmişti. “Birini sevmek nasıl olur bilmem! Daha önce kimseyi sevmedim! Kimseye âşık olmadım! Ama eğer benim seni sevmem senin iyi biri olmanı sağlayacaksa eğer… Denerim!” dedi dişlerini sıkarak. “Denerim ama senin de bana yardım etmen şartıyla. Çünkü sen bu oyunda ne kadar acemiysen ben de bir o kadar acemiyim ve yenilmek istemiyorum. Beni anlıyor musun?” dedi. Kız, sesini çıkarmadı. Rıza, onun ne düşündüğünü bilmediğinden kaşlarını çatarken Ecmel başını sallayıp yukarı çıkmaya devam etti. Sıkıntı, karanlık Rıza’nın dört bir yanını sararken Ecmel yüzünde beliren gülümsemeyle yukarı çıkmaya devam ediyordu. Kalbi katran karası ruhu gün ışığı… Neler olacağını zaman gösterecekti ikisine de…
*******
Zorla yatırıldığı koltukta sıkıntıyla oflayıp dururken abisinin Senem ile ilgilenmesini izliyordu bir yandan da. Yorgun olan bedeni kendisine hafif ağrılarla sinyaller verdiğinde önüne konan bir kase çorbaya baktı yüzünü buruşturarak. Hastaneden çıkıp,eve getirildiğinden beri kendisini ölü gibi hissediyordu. “Hadi bebeğim,içmeye başla” diyen annesine bakan genç kız, titreyen ellerle annesinin bileklerini tutup onu yanına çekti “Evime gitmek istiyorum “dedi.
“Nefes,Ateş’in ne zaman döneceğini bilmiyoruz kızım ve hastayken seni tek başına bırakmakta istemiyorum” dedi.
Nefes “Öncekilerden farklı değil” dediğinde Talu Hanım’ın çenesi titredi. İrkilerek kızının ellerini tuttuğunda başını eğip onun avuç içlerini kokladı önce ardından da öptü defalarca. “Anne?” diyen Nefes,Talu Hanım’ın “Yaşınız kaç olursa olsun annelerinizden bir şey saklayamayacağınızı bilmeniz gerekiyor” demesi üzerine gözleri irileşti. Yutkunarak “Biliyor musun?” diye sorduğunda Talu Hanım başını yana kırıp dolu gözlerle gülümsedi kızına “Seni ben doğurdum küçük hanım,senin her hareketinin ne anlama geldiğini elbette biliyorum” dedi.
Alt dudağını dişleyen Nefes başını başka yöne çevirip gülümsedi. Annesine baktığında “Korkuyorum” diye fısıldadı.
TaLu Hanım,kızının yüzünü ellerinin arasına alırken alnını alnına yasladı “Biliyorum bebeğim” dedi. Burnunu çekerek kızına sarıldığında Nefes ağlamamak için kendisiyle savaşıyordu. O sırada içeri giren Didem “Ne oldu?” diye sorduğunda Poyraz ve Senem,dönüp onlara bakmışlardı.
Senem “Sorun ne?” diye sorduğunda Nefes “Annem işte. Yine barajları taştı” diyerek gülümsedi.
Didem,dönüp Senem’e bakarken Nefes toparlanarak ayağa kalktı “Ben evime gidiyorum” dedi “Burada kalırsam asla buradan kalkamayacağım ve yürümeyi unutacağım”
Poyraz “Emin misin? Yavrum,düşüp bayılabilirsin ve ayrıca…”
“Ben iyiyim. Bundan emin olmasam söylemezdim biliyorsun” diyerek abisinin gözlerinin içine baktığında Poyraz “Dikkatli ol Nefes.” Dedi.
“Korumalarım var” dedi genç kız.
Poyraz,başını iki yana sallarken sokak kapısı açıldı ve Anıl içeri girdi “Size bir haberim var. Demir ile konuştum az önce”
“Doruk ile Bade dönmüş mü?” diye sordu mutfaktan çıkan Serap. Elindeki kaseyi masada oturmakta olan kocasının önüne bırakırken Anıl “Hayır,dönmemişler” dedi “Derin,bebeği doğurmaya karar vermiş”
Çocuklar gülümserken Serap “Derin,hamile mi?” diye sordu. volkan’ın bakışları yüzünü bulduğunda Serap allak bullak olmuştu.
Senem “Vay be”
Didem “O çocuk bakabilir mi ki? Yani… Neyse ya” dediğinde Serap yeniden “İlahi adaletin sanırım bir tek bana garezi var” diye söylendi. Kendi kendisine konuşmuştu ancak Volkan onu duymuştu. Uzanıp elini tutacağı sırada elini çeken genç kız, gülümseyerek ona baktığında Volkan o gözlerin içinde gördüğü hayal kırıklığını söküp almak istedi ama yapamadı. Acı ve çaresizlik içerisinde karısının hareketlerini izlerken Nefes ilaç poşetini boynundan geçirmiş olduğu, çantasına koyuyordu. Serap “Nereye?” diye sorduğunda Nefes ona bakmadan “Evime” dedi.
“Ben de geliyorum” dedi.
Didem “A ah? Sen nereye ya? Yemek hazırlıyoruz kızım burada?”
“Siz yiyin” dedi Serap portmantoya yürürken “Ben yiyeceğimi yedim!”
Tek kaşı havaya kalkan Nefes kıza şüpheyle bakınca annesi elini elinin içine kaydırıp sıktı. Neler olduğunu anlamayan genç kız “Eve varınca sizi ararım” diyerek Serap ile birlikte dışarı çıkarlarken konuşmuyorlardı. “Sen sür” diyen Nefes yolcu tarafına geçerken Serap bütün hırsını direksiyondan çıkarmak ister gibi davranıyordu. Yola çıktıklarında çığlık atarak direksiyona vuran genç kız Nefes’in kendisine dönüp bakması ile duruldu.
“Her şey zamanla olur biliyorsun”
Serap “Bir bok olduğu yok!” diye bağırdı “Anlıyor musun beni? Sıçtığımın dünyasında elin katili bile hamile kalıyor ama ben de bir bok olduğu yok!”
“Serap?”
Serap “Ulan denemediğimiz şey kalmadı ya! Doktor sağlıklısınız diyip duruyor! E hani nerede sonuç? Niye olmuyor?”
“Niye bu kadar çok istiyorsun?”
Nefes, o kadar sakin konuşuyordu ki Serap daha da sinirleniyordu. “Şuradan dön” diyen Nefes’i dinleyen Serap onun dediğini yaparken bir yandan söyleniyordu “Çünkü istiyorum tamam mı? Allahın cezası bu rahmin bir halta yaramasını istiyorum! Anne olmak istiyorum! Tamam mı? Oldu mu?” diye bağırdı.
“Bağırınca rahatlıyor musun?”
Serap “Ağzına sıçmak geliyor içimden Nefes!” diye bağırıp birden frene basınca ikisi de öne doğru savruldu. Nefes, kolundaki askılığa inat hızla arabadan çıkarken Serap da onu takip ediyordu “Siktir! Bizim burada ne işimiz var?” diye sordu. Kızıl kiliseye bakıyordu ikisi de.
“Arabada bekle!” diyen Nefes, Serap’ın kendisine dik dik bakması üzerine gözlerini devirip başını salladı. Ardından birlikte merdivenleri çıkmaya başladılar.
Serap “Yorgun olduğunu sanıyordum”
“Öyleyim”
Serap “Öyleyse burada işimiz ne? Günah çıkarmaya mı geldik?”
Nefes, sesini çıkarmadan kapının önünde durduğunda çok değil birkaç dakika bekleyişin sonunda kapılar içeri doğru açıldı. Serap ile birlikte mermer zemine adımlarını attıklarında ikisi de ellerinde olmadan titremişlerdi. “Pekala…” dedi Serap “Burası gerçekten korkutucu. Burada ne işimiz var?”
“Hanımlar?”
Kafalarını çevirdikleri an sarışın adamın kollarını iki yana açarak kendilerine doğru geldiklerini gördüler. Serap “Eğer bu i.ne bana sarılacak olursa aletini kökünden koparırım” diye hırladı. Gözleri öyle keskinleşmişti ki gülümsemekte olan adam birden durulup kendisine bakmış ardından gözlerini devirerek Nefes’in yanına gitmişti. Kızın,buz gibi elini tutup dudaklarına götüren adam “Nefes” dediğinde genç kız gülümseyerek “Elvis?” dedi.
“Seni son gördüğümden…”
Nefes “Ne? İyi mi?” diye sordu.
“Hayır, ölü gibi gözüküyorsun diyecektim” dedi.
Nefes “Ölmek üzere olduğum içindir” dedi.
“Ve sen,kalan zamanını huzurla geçirmek yerine bataklıkta yüzerek geçirmeyi istiyorsun,öyle mi?” diye sordu.
Nefes “Ne buldun?” dedi direk konuya girerken “Rose Abdullah’ın bir kızı olduğunu biliyor musun?” dedi Elvis.
Nefes “Hayır, kadını tanımıyorum ki kızının olduğunu bileyim. Başka?”
“Kızı aynı zamanda kardeşi de” dedi adam.
Serap “Oha! Babası mı tecavüz etmiş?” diyerek araya girdiğinde Elvis başını sallayıp onayladı. Nefes, kaşlarını çatmış kendisine gösterilen yere oturduğunda Elvis’te hemen karşısına geçmişti. Serap “İğrenç” diyerek yüzünü buruştururken Nefes “Babası kim?” diye sordu.
Serap “Önemli mi?”
Nefes “Bize böyle baktığına göre önemli olmalı. Tanıyor muyuz?”
Elvis, gülümseyerek sandalyesini biraz öne aldı. Dirseklerini bacaklarının üzerine koyarken başını kaldırıp kızın gözlerinin içine baktı “Nefes…” diye fısıldadı. “Seninle tanışmamız pekiyi olmamıştı biliyorsun” dediğinde Nefes “Neden bunları anlatıyorsun?” diye sordu. “Seni bu halde görmeyi beklemediğimden olsa gerek. Yani her zaman suratsızdın ama asla şuan ki gibi değildin. Ölmeni istemeyecek kadar seni önemsiyorum” dediğinde Nefes başını önüne eğip gülümsedi “Elvis, babası kim?” diye sordu. Genç adam, oturduğu yerden kalkıp kızın önünde dizlerinin üzerine çöktü. Ellerini, ellerinin arasına alırken gözlerinin içine bakıyordu.
“Mirasla oynadığını biliyorlar” dedi.
Nefes “Babası kim?”
“O kimliklerden bir an önce kurtulmaya bak Nefes!” dediğinde genç kızın duruşu değişti. Adama doğru eğilerek “Seninle üç sene önce tanıştık Elvis. Bugün hayattaysam bu senin sayende ancak beni zorlama” diye uyardı onu “Ne kimliklerden vazgeçerim ne de kendim olmaktan. Şimdi söyle bakalım?” dedi başını sallayarak.
“Osman Kohen!”
Serap “Ne?”
Nefes “Emin misin?”
“Kaynaklarım güvenilir Nefes. Sizin şu Mikail Altuğlu da gerçeği biliyor.” Dediğinde Nefes’in midesi bulanmaya başlamıştı. Serap “Bu nasıl bir iğrençliktir” derken Nefes “Bu insan bile değil” dedi. Ardından Elvis’e dönerek “Senden bir şey daha isteyebilir miyim?” diye sordu.
“Benim için emirlerin her zaman önceliklidir”
Nefes, gülümseyerek onu yanağından öptü “Ecmel’in kim olduğunu bulabilir misin?” diye sordu. Elvis’in gözleri irileşirken “Safira Ecmel’in mi?” dedi.
Nefes “Evet”
Elvis “Neden?”
Nefes “ Bir nedeni yok” dedi “Sadece o kızın kim olduğunu öğren yeter” diyerek ayağa kalktığında genç adam ona yardım etmişti. Ellerinden sıkıca tutarken Serap’ın duyamayacağı bir ses tonuyla “Şu adam hala seni izlemeye devam ediyor” dedi.
Nefes “Cudi mi?” diye sorduğunda Elvis başını salladı “Dikkatli ol prenses” diyerek kızı şakağından öptü. Nefes,başını sallarken elini uzatıp Serap’ın elini tuttu ve kilisenin içinde yürümeye başladı. “Bir şey soracağım” dedi Elvis “Mikail,neden ölüleri uyandırmaya çalışıyor?”
Nefes “Bade için” dedi.
Elvis “O ne demek? Ben sizin için sanıyordum” dediğinde Nefes gülümseyerek Serap’a baktı. Serap,dönüp adama bakınca Elvis’in tek kaşı havaya kalkmıştı “Ne?” diye sorarken Serap “Bizim ölülerin yardımına ihtiyacımız yok. Bize gerekli olan tek şey bir bomba ve o bomba da Nefes’in elinde patlamayı bekliyor” dedi.
Elvis “Miras! Nefha Altuğlu’nun mirası mı?” diye sordu. Serap ile Nefes birbirlerine bakıp gülümsediklerinde Nefes “Sonra görüşürüz Elvis, kendine iyi bak” diyerek kiliseden çıktı ve derin bir nefes alarak Serap’a tutundu sıkıca. Genç kız “İyi misin?” diye sorarken Nefes “Daha iyi olduğum anlar olmuştu. Biliyorsun artık dışarı çıkmam normalde yasak ama bir şeyler yapmak zorundayım” dediğinde Serap “Neden Rose denen kadının kızıyla ilgilendiğini hissediyorum?” diye sordu. Nefes “Çünkü öyle yapıyorum” dediğinde Serap “Nereden başlaman gerektiğini biliyor musun peki?” diye sordu. Nefes “Hiçbir fikrim yok. İşin garip tarafı ne biliyor musun? İkisi de farklı kişiler olmasına rağmen, Altuğlularla iş birliği içerisindeler. Onno bir daha karşıma çıktığı zaman neler olacak çok merak ediyorum” dedi.
“Sana bir şey yapmasından korkuyorum Nefes”
“Bende “ diyerek kıza baktığında uzanıp onu şakağından öpüverdi “Bana mı yoksa sana mı?” diye sordu.
Serap “Sen git, ben biraz daha takılacağım” dediğinde Nefes “Tamam” dedi. Arabanın etrafından dolaşıp yerlerine geçtiklerinde az öncekine oranla daha sakindiler.
Yarım saat sonra, Nefes güç bela evine gelebildiğinde kendisini evinde olmanın verdiği mutlulukla gözlerini kapayıp gerinmişti. Tek koluyla bunu yapması her ne kadar zor olsa da umursamamış ardından üst kata çıkan merdivenlere yönelmişti. Üzerindekilerden yavaş yavaş kurtulurken yatak odasına girip ayağı ile kapıyı hafif aralık bırakarak kapamış ve üzerinde sadece iç çamaşırı kalarak gardırobun başında bitmişti. Ateş’in en sevdiği gömleğini alıp üzerine geçirirken biraz canı yanmış ancak onun kokusunu duyumsayabildiği için mutlulukla içini çekmişti. Gözlerini yumup kendisini büyük yatağına bıraktı. Çarşafı açıp içine girerken yumuşacık yastıklar başının altında dalgalanıp hareketlendi. İçini çekerken yaralı olmasına rağmen omzunun üzerine yatıp kaşlarını çattı ve uykunun gelip kendisini almasını bekledi.
Siteden içeri giren siyah Audi hiç ses çıkarmadan kapının önündeki yerini alırken içinden çıkan adam toy bir delikanlı gibi sabırsız ve heyecanlıydı. Onu bu kadar neyin daha doğrusu kimin heyecanlandırdığını bilmemek ayıp olurken yüzünde oluşan gülümseme gözlerinin parlamasına neden oluyordu. Anahtarı deliğine sokup, çevirirken ve daha kapıyı yeni açmışken yüzünü vuran kokuyla başı dönerek içeriye doğru sendeledi. Yorgun ve tükenmiş olmasına rağmen işlerini halledip öyle gelmek her şeye değer olmuştu. Botlarını ayağından çıkarıp üzerindeki yeşil asker gömleğini çıkardı çabucak. Merdivenin korkuluklarına bırakılan giysileri gördükçe gülümsemesi artan genç adam,eşyalarını kızın eşyalarının üzerine koyarken yere düşmemesi için olabildiğince yavaş hareket ediyordu. Sonunda merdivenlerin sonuna gelip yatak odasının aralık olan kapısına baktı. Usulca yürüyüp eliyle iyice açmış olduğu kapıyı aralarken aradığını tam da istediği yerde bulup derin bir nefes aldı. Genç kız,yatakta sırtı kendisine dönük bir halde uyuyordu. Üzerindekilerden kurtulup dolabının başına gittiğinde rahat bir eşofman altı alıp bacaklarından geçirdi. Ardından usulca yatağın etrafından dolaşarak çarşafı havaya kaldırdı ve içine girdi. Kıza doğru yaklaşıp onun boynunu usulca kolunun altına alırken, bir elini de beline yerleştirip onu kendisine çekti. Saçlarını koklayarak yüzünü boynuna gömerken kızı usul usul öptü. Önce boynuna,sonra yanağına,şakaklarına. Erişebildiği neresi varsa dudaklarıyla defalarca kez hatim etti her bir karesini. En sonunda Nefes hissettiği ağrı ile gözlerini aralayınca kalbi birden hızlandı ve irileşen gözlerle dönüp ardına baktığında onu gördü. Gülümsemeyi bırakmış özlem kokan bakışlarla kendisine bakan adama bakıyordu. “Ateş” diye mırıldandığı an konuşmasına daha fazla izin vermeden yaşam kaynağına yöneldi genç adam. Hiç umurunda değildi o an Nefes’in uykudan yeni uyanmış olması. Sadece adını söylemesi bile bütün duyularını harekete geçirmeye yetiyordu. Onu öyle çok seviyordu ki bunu ona nasıl anlatacağını bilemiyordu. Kızın, nefes alabilmesi için dudaklarını birazcık geriye çektiğinde Nefes yutkunuyordu “Ne zaman geldin?” diye sordu.
“Çok olmadı güzelim” dedi genç adam bir eliyle kızın kabuk bağlayan çenesini severken “Canını çok yaktılar mı?” diye sordu.
Gözleri aralanan Nefes adamın gözlerinin içine baktı bir süre “Ben onlarınkini yaktım. Bu Cesur yüzünden oldu” dedi. Ateş, gülümsemeden kızın gözlerinin içine bakarken “Seni seviyorum” dedi.
“Biliyorum komutan” diyen genç kız ona daha çok sokulurken Ateş “Nefes, seni her şeyden çok seviyorum tamam mı?” dedi yeniden. Bir cevaptan çok soru gibiydi. Kızı kabul ettirmeye zorlayan… “Ateş…” diyen Nefes’in boğazında düğümlenen hıçkırığı orada kalırken bir elini kaldırıp elverdiğince genç adamın çenesini okşadı “ Hadi beni sev” dedi. Ateş’in gözleri kızın yaralı omzuna kaydığında Nefes “İstediğimi yapmazsan aynı şekilde sen de bu kollukla dolaşırsın” diyerek tehdit etti onu. Ateş, sıkıntıyla başını sallayıp gözlerini kapatırken beş saniye kadar sonra gözlerini açıp kıza baktı ve “Bunu sen istedin. Duracağımı sanıyorsan yanılıyorsun” dediğinde Nefes “Durmanı isteyeceğimi sanmıyorum” diye karşılık verdi onu üzerine doğru çekerken…
******
Genç adam, arabanın kaputuna yaslanmış gelen geçene bakıyor diğer yandan da sigarasını içiyordu. Tuhaf alışkanlıkları olmuştu İstanbul’a geldiği günden beri ve ne yaparsa yapsın bundan bir türlü kurtulamıyordu. Gözlüklerinin üzerinden saatine bir kez daha bakarken kadının adliyeden çıkmasını bekliyordu sabırsızlıkla. Onu en son gördüğünde kendisi yüzünden ağlıyordu. Sıkıntıyla kaşlarını çatarken ilişkiler üzerine kafa yoramayacak kadar tecrübesiz ve isteksiz olduğunu kabul edip iç geçirdi ardından dudaklarının arasındaki izmariti eline alıp yere attı. Ayağıyla ezdiği izmarite bakarken duyduğu topuk sesleriyle başını çevirip adliyenin kapısına baktı. Genç kadın, siyah trençkotunun içine gizlenmiş hemen arkasında kendisine bir şeyler soran insanlara cevap veriyordu. Şapkasını başından çekip çıkararak gülümsediğinde bir elini kendisine gülümsemekte olan adama uzatıp sıktı. Bunu yaparken öylesine dikkatliydi ki İsra o kadarcık bir mesafeden bile kadının gerilen bedenini fark edebiliyordu. Adamın bakışları kadının yüzünde dolaşırken genç adam, yaslanmış olduğu yerden doğrularak eldivenlerini eline taktı. Birini öldürmek için mükemmel bir hava vardı İstanbul da ve İsra adamın bakışlarının kadının üzerinde biraz daha dolaşması üzerine bunu memnuniyetle yapacaktı. Ancak Sina’nın birden kendisine dönüp bakması ile gözlüklerinin altında irileşen göz bebekleri gördüklerini hazmetmeye çalışıyordu. Genç kadın, saçlarını kestirmiş ve sarıya boyatmıştı. Beyaz tenine yakışan sarı saçları hafif dalgalar eşliğinde omuzlarının biraz üzerinde yükselirken İsra hareketsiz bir şekilde kadının kendisine doğru yürüyüşünü izliyordu. Genç kadın, sağ eline almış olduğu evrak çantasını sımsıkı tutarken bir yandan da heyecan ve merakla karşısındaki adama bakıyordu. Tam onun önünde durup yüzüne baktığında gözlerini görebilmek için boşta kalan elini havaya kaldırıp gözlüğü eline aldı. İsra, kaşlarını çatmış kendisine bakarken “Böyle daha iyi” diyerek memnun bir şekilde gülümsedi ve içini çekip “Gidelim mi?” diye sordu. Onun güvenliğinden sorumlu olan genç adam arabanın etrafından dolaşıp arka kapıyı açarken Sina teşekkür ederek koltuktaki yerini aldı. Üzerindekileri çıkarıp cebinden cep telefonunu çıkardığında İsra da sürücü koltuğundaki yerini almış,arabayı çalıştırıyordu.
Dikiz aynasından kadının ne yaptığına bakan adam sesini çıkarmadan vitesi öne aldığında araba hareket etti. Sessiz bir şekilde yolda ilerlerken Sina’nın aradığı kişi nihayet telefona cevap verdi.
“Efendim?”
“Nasılsın canım?” diyen Sina başını çevirip camdan dışarıya bakarken Sena’nın “Temizlik yapıyoruz” dediğini duydu. “Kiminle?”
Sena “Murat yanımda. Senden istediğimi buldun mu?” diye sordu.
“Zor oldu diyebilirim ama evet.” Diyerek kaşlarını çattığında Sena “Güzel” dedi ardından “Mesaj olarak atabilir misin?” diye sordu. sina,bir an bile düşünmeden “Hemen” derken bir an duraksadı “Sena?” dedi.
“Efendim?”
Sina “Dikkatli olun. Adamları peşinize taktığınızı biliyorsunuz değil mi?” diye sorduğunda genç kız karşı taraftan kıkırdadı “Yapma Sina; ben her zaman dikkatliyimdir. Adamların bizim peşimizde olması planımızın işe yaradığını gösterir. Ayrıca sen bizi düşünme ve şu Erdal Yavuz denen adamla ilgilen. Tuğçe denen kızın peşine düştüğünü söylemiştiniz en son” dedi.
“Haklısın” diyerek iç geçiren Sina “Elimizden geleni yapacağız” dediğinde Sena “Ben buraları temizlemekle meşgulüm. Bade’ye verilen zararın bedelini ödemek zorundalar. Eğer kadının kızına dair başka bir bilgi bulursan haberim olsun. Güzel planlarımız var” dediğinde genç kadın başını sallayıp “Tamam” dedi ve ardından konuşmayı sonlandırdı. İçini çekerek arkasına yaslanırken dikiz aynasından kendisine bakmakta olan adama bakıp gülümsedi “Hadi yine iyisin” dedi. Gözlerini ondan kaçırıyor olması işine geliyordu. Kırgınlığını başka türlü nasıl saklayacağını bilmiyordu
İsra “Ne demek bu?” diye sorduğunda Sina ona dönüp gülümsedi ve “Birkaç hafta içerisinde Rıza dönmüş olacak. Sen ve kardeşinde yeniden eski yerlerinize dönmüş olacaksınız” dedi.
İsra’nın böyle bir konuşmayı beklemediği apaçıktı. Şaşkınlıkla kalkan kaşları kısa bir süre öylece durmasına neden olurken Sina kaşlarını çatıp “Önüne bak İsra,kaza yaptıracaksın bize” diye söylendi.
Öte yandan Ecel ise hışımla köşkten içeriye girerken elindeki boş şarjörü yere fırlatmakla meşguldü. Odasından çıkan Cüneyt “Hey!” diye bağırarak yanına geldiğinde kanlar içinde yanına gelen arkadaşına bakıp kaşlarını çattı “Yine ne oldu ya?” dedi.
“Kapa çeneni bir be! Yaralandın mı?” diye sordu Ecel’e bakarak.
“Bir konuda anlaşalım!” dedi genç kadın öfkeyle döndüğü adama bakıp “Burada seni korumakla yükümlü olan benim anladın mı? Senin koruman benim! Sen benim korumam değilsin! Bunu anlıyor musun?” diye bağırdığında Oğuz Han “Bağırma!” diye kızdı “Senin koruma olup olmadığın umurumda bile değil!”
Ecel “Beni sinirlendiriyorsun! Her şeyi ben bilirim havalarında geziyorsun ama bir bok bildiğin yok! o adamlar birer böcekten ibaret ama daha yükseklerdeki… İşte onlar benim işim!” diye bağırdı.
“Biri bana burada neler olduğunu anlatacak mı?” diye bağırdı Cüneyt “Neler oluyor?”
Oğuz Han “Hacı’nın uyuşturucu kartellerinden birine ulaştık ve Ecel Hanım,adamla buluşabilmek için yatmayı teklif etti” dedi.
Cüneyt “Ne?” diye sordu kaşlarını çatıp ardından “Yaptın mı?” diye sordu.
Oğuz Han “Cüneyt!”
Cüneyt “Ne var? O bir konuda haklı. Koruma olan o ve unutuyorsun ki cellatlık da yapıyor. Ona zarar verebileceklerini sanıyorsan…”
“Sanmıyorum!” diye bağırdı Oğuz Han saçlarını çekiştirerek “Biliyorum” derin bir nefes alıp Ecel’e baktı “Bak kızım “dedi “Sizi nasıl eğittiler bilmiyorum ama siz robot değilsiniz tamam mı? önce bunu o kuş beynine sok! sen bir kadınsın! İstediğin kadar en iyisinden eğitim almış ol,ümüğünü sıktıkları an hiçbir işe yaramaz o aldığın eğitimler! Kaldı ki bir daha benim işlerime burnunu sokup elin pezevenkleriyle yatmayı düşünecek olursan bunun bedelini ağır ödersin,ona göre!” dedi. Ardından üzerindeki gömleği yırtarak merdivenlere yöneldi. “Yarın sabah Emre,Tuğçe ile birlikte kahvaltıya gelecek. Erdal Yavuz konusu için. İyi çalış dersine” diyerek Cüneyt’e söylendiğinde “Peki baba” dedi genç adam.
“Babanın ağzına tüküreyim” diyen Oğuz Han’ın ardından başını sallayan genç adam Ecel’e bakıp “Benden duymuş olma ama seni önemsiyor ve buradan gördüğüm kadarıyla sen de onu önemsiyorsun.” Dedi.
Ecel “Öyle bir şey yok. Rıza,üç hafta içerisinde dönüyormuş. Haberlerini aldık” dediğinde Cüneyt “O üç hafta üç ay demek güzelim daha bizim planlarımız uygulamaya konulmadı yani bir üç ay daha kahrımızı çekmek zorundasın” dediğinde Ecel “Beni sinir ediyor” dedi.
Cüneyt “Seni istiyor” dedi.
Ecel “Neden ikide bir aynı şeyi söylüyorsun?”
Cüneyt “Çünkü o söyleyemiyor ve ona acıdığımdan yardım ediyorum işte ne var?” dedi. Ecel, gülerek Cüneyt’i yanağından öperken “Çok tatlısın” dedi ardından “Gidip bir duş alsam iyi olacak. Biraz da kestiririm” dedi.
Cüneyt “Oğuz da o işleri çok iyi yapardı ama ne zaman sen bu eve geldin. Şu kapıdan içeri bir tane kız girmedi. Bırak kızı sinek bile giremedi” dedi ciddi bir ifade ile. Ecel kendisine bakınca da “Onun hareketlerini incelerken bir de bu tarafından düşün Ecel. Akşam yemeğinde görüşürüz” diyerek arkasını dönüp odasına yürüdüğünde Ecel içinde anlamlandıramadığı duygularla baş başa kalmıştı. Ne yani bu aile böyle miydi? Sarmaşık gibi kendilerini sarıp duracak ve bırakmayacak mıydı? Ya Ecel gerçekten gitmeye niyetli miydi? Başını kaldırıp merdivenlerin sonundaki odayı düşündü kaşlarını çatarak yukarı çıkarken “Unut gitsin” diye söyleniyordu ama çoktan iş işten geçmişti…
Kendi odasına girmek için kapısının önünde durduğunda içinden odasına girmek yerine adamın odasına gitmek geldi ve kendisini hangi ara kapının önünde buldu anlayamadı. Kapıyı vurup içeri girdiğinde Oğuz Han’ı yarı çıplak bir halde yatağının başında buldu. Silahını ve kemerini çıkaran genç adam “Akşam yemeğinde konuşalım Ecel” diyerek kadını postalarken Ecel “Konuşmak istemiyorum” dedi. Kaşları giderek daha da çatılan Oğuz Han,dönüp kadına baktığında onun soyunmakta olduğunu görüp tek kaşını havaya kaldırdı “Ne yapıyorsun?” diye sorduğunda “Canımın istediğini” dedi.
Oğuz Han “Canın bana eşlik etmek mi istiyor?” diye sorduğunda Ecel gözlerini kapatıp sinirle inledi ardından “Hayır,seni öldürmek istiyor” dedi.
Oğuz Han “O halde neden yapmıyorsun?” diye sorarken Ecel üzerindekileri çıkarıp adama doğru bir adım attı “Bilmiyorum. Birazdan anlayacağımı ümit ediyorum” dediğinde Oğuz Han “Bunun bir sonu yok biliyorsun değil mi?” diye sordu. Ecel “Hım,evet. Ne olmuş?” dedi onun burnunun dibine kadar girerken. Oğuz Han,gözlerini kısıp kadına bakarken “Sen gerçekten ‘Ecel’ine’ susamışsın kızım” diye söylendi. Bakışları daha aşağılara inerken başını hafifçe yana kırmıştı. Ecel,ondan gelecek olan hamleyi beklerken Oğuz Han elinden tutup onu sürüklemeye başladı. “Nereye?” diye sorduğunda genç adam kadını banyoya soktu ve “Önce yıkanacağız” dedi. Ve neden bilmiyordu bu diğer her şeyden daha fazla heyecanlanmasına neden olmuştu Ecel’in. Oğuz Han’ın elinden tutup kabinin içine girerken gözlerini gözlerinden ayırmıyordu. Ne gıcık bir adamdı bu böyle? Ne diye hala dokunmuyordu kendisine? Sinirle kollarını adamın boynuna dolayıp bedenini ona yaslarken “Bir daha aptalca bir şey yapıp, beni korumaya çalışma” dedi.
“Sende bir daha elin pezevenkleriyle fingirdeşmeye çalışma” dedi Oğuz Han.
Ecel “Benden hoşlanıyor musun?” diye sorduğunda Oğuz Han “Elimden gelse seni şuracıkta öldürmek isterdim” dedi buna karşılık olarak. “Bende” diyen Ecel dudaklarını genç adamın dudaklarına sunduğunda artık her şey için çok geçti. Ecel “Bunun bir sonu olmayacak” diye nefes nefese fısıldadığında Oğuz Han’ın gözleri parladı ve kadının dudağını dişleyerek “Çoktan sonuca vardık güzelim” dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKU OYUNU 2. SEZON (KAN VE GÜL)
General FictionBir oyunla örtülüydü o yalan, Ağlanacak güldürüydü oynanan. Çevresini küçüklerin sardığı Gülmelerin arkasında ağlayan, Aldanmamış aldatılmış bir insan.