-101.BÖLÜM-
Sabah tüm sakinliği ile evin dört bir yanına dağılmıştı. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağan yağmur camlara vurup sert esen rüzgârla birlikte tatlı bir melodi oluştururken ev halkı da sessizce hareket etmekteydi. Şömine giderek harlanarak yanarken, tahtalardan çıkan çatırtılar insanın içini huzurla dolduruyordu. Biri hariç!
Derin Kohen, elindeki sert kahvesi ile bacaklarını bağdaş yapıp şömine önüne bırakılan büyük minderlerin üzerine oturmuş düşünceli bir halde yanmakta olan şömineye bakıyordu. Kendisini o tahtalardan biri olarak hayal eden genç kadın, kaşlarını çatıp sıkıntıyla iç çekiyordu. Dün akşam Emine Hanım’a ve diğer kadınlara söylediklerini düşündükçe kendisine olan siniri biraz daha artıyordu. Neye dayanarak onlara bunu söyleyebilmişti? Güvendiğinden dolayı mı? Gerçekten onlara güveniyor muydu ki hem? Dişlerini sıkarak başını önüne eğerken bakışları henüz belli bile olmayan ve orada var olduğunu bildiği karnına takıldı. Hamileydi! Hamileydi! Hamileydi ve bunun nasıl olduğunu bilmiyordu! Elbette, teorikte nasıl olduğunu biliyordu ancak kendi bedeninde bunun nasıl olabildiğini anlayamıyordu. İçinde yatan bu küçük yaratık genç kadının midesini bulandırmakla birlikte şaşırtıyordu da. Bir buçuk aylık hamile olduğunu öğrendiğinden beri Erdem’e karşı soğuk bir tavır takınmıştı. Oysa onun bir suçu yoktu, olmadığını da biliyordu ancak bu durumu kabullenemediğinden dolayı çareyi ona soğuk davranmakta buluyordu. İçini çekip, kaşlarını derince bir kez daha çattığında artık soğumaya yüz tutmuş olan kahvesinden bir yudum daha aldı. Henüz diline değer değmez aldığı tatla yüzünü buruşturan genç kadın, bakışlarını yeniden alevlere çevirdiğinde içinden deli gibi bağırmak ve içindeki bu şeyi yok etmek için bir şeyler yapmak istiyordu. Sıkıntı ile derin derin soluklanırken yanında beliren varlıkla irkildi ve hızla başını çevirip, öfke ile harmanlanan bakışlarını yanı başındaki ela gözlü kadına dikti. Talu Hanım, hiçbir şey olmamış gibi elindeki ince belli çay bardağı ile aynı Derin gibi bağdaş kurup minderlerin üzerine oturmuş yanmakta olan odunları izliyordu. Derin, ona bakarken daha da sinirleniyor kadının üzerindeki bu sakinliğin sebebini bilmediğinden ötürü daha da kuduruyordu.
Talu Altun, birden kendisine döndüğünde ise yüzünde beliren şaşkın ifadeye engel olamamıştı Derin. Kadının bakışları o kadar ılımlıydı ki bu Derin’in baştan sona titremesine, bükülmesine ve içten içe ağlamak istemesine neden olmuştu. Hızla başını çevirip yeniden çatık kaşlarla şömineye bakmaya başladığında Talu Hanım “Bu bir mucize” diye fısıldadı. Ses tonu ve sıcacık nefesi aynı gözlerindeki bakış kadar sıcaktı. Derin, buzlarının çözülmeye başladığını hisseder gibi şiddetli bir titremeyle kasılarak gözlerini kaparken Talu Hanım “Senin durumunda ki biri için bir mucize” dedi.
“Bu bir kıyamet” dedi Derin, Talu Hanım’ın gözlerini irileştirecek bir ses tonunda. Kadın, o kadar şaşırmıştı ki bu ses tonu karşısında bir an Derin’e ne diyeceğini bilememişti. Bunun verdiği irkintilikle başını iki yana sallayıp öne doğru eğildi ve bir elinin iki parmağı ile Derin’in çenesinden tutarak kendisine bakmasını sağladı. “Anne olacaksın tatlım” dedi.
“Anne olmak istemiyorum!” dedi Derin. Direnmeye devam ediyordu. Talu Hanım, bunu onun gözlerine bakınca daha iyi anlıyordu. Derin Kohen, hiçbir şekilde bu bebeğe yaşama şansı tanımayacaktı.
“Neden böyle düşünüyorsun? O da eminim annesinin kollarına gelmek için heyecanlanıyordur?” diye söylendiğinde Derin hırladı. Talu Hanım, bu ana şahit olduğu için o kadar şaşırdı ki ne demesi gerektiğini bilemedi önce. Derin de bunu fırsat bilerek “Bu bebek bir canavar! Bir yaratık! Mucize falan değil! Benim mucizem hiç değil!” diyerek tısladığında Talu Hanım kaşlarını çatmıştı. Derin’in bu kadar ümitsiz bu kadar nefret dolu konuşuyor olması kendi canını yakıyordu. Bir anne ya da bir kadın daha doğmamış bir bebek için bu denli kötü sözleri nasıl söyleyebilirdi ki?
“O bir melek” dedi inadına kızın nefret dolu bakışlarına karşın. “Senin meleğin. O yaratık ya da canavar değil Derin. O senin bir parçan. Şuan küçücük bir toz zerreciği kadar ama inadına sana tutunuyor. Çünkü seni seviyor”
Derin “Boş laf bunlar” dedi.
Talu Hanım “Neden bu kadar öfke dolusun? Neden onu sevmiyorsun? Erdem ile bir bebeğinizin olmasını istemez misin?” diye sorduğunda Derin’in gözleri irileşti birden. Kadının sözleri kulaklarında öyle şiddetli yankılanmaya başlamıştı ki ne diyeceğini şaşırmıştı. Ona nasıl söyleyebilirdi ki gerçekte nasıl hissettiğini? Neden bu kadar kindar olduğunu? İnanmaz ve hatta anlayamazdı. Bu insanların hiçbiri anlayamazdı ne hissettiğini… Bu yüzden duruşunu dikleştirip elindeki bardağı biraz daha sıkı kavradı. Sanki onu sıkmazsa ve gücünü kontrol etmezse kadını öldürecekmiş gibi hissediyordu. Bu yüzden, derin bir nefes alarak “Erdem’i seviyor olmam ondan bir bebek doğuracağım anlamına gelmiyor! Onunla birlikte olmam bu saçma şeyi dünyaya getirmek isteyebileceğim anlamına da gelmiyor! Ben bu yaratığı istemiyorum! Ondan tiksiniyorum! Varlığını öğrendiğim o ilk andan itibaren ondan ölesiye nefret ediyorum! Lyon’a döner dönmez ilk işim ondan kurtulmak olacak” dediğinde Talu Hanım” Bunun için geç kaldın tatlım” dedi.
Derin’in yüzündeki tehlikeli gülümseme ile Talu’nun bakışları irileşmişti.
Derin “Bir damla zehir ya da bir yerden aşağı düşme işimi halletmeme yeter. Kendi canımı yakabilirim ve bunu yaparken gözümü bile kırpmam” dediğinde Talu Hanım “Derin!” dedi kızgınlıkla. Gözleri dolmuştu. Masum bir varlığa, Allahın lütfuna bu denli kötülük edebilecek biri olduğuna inanamıyordu. Ama karşısında gördüğü ve gözlerine bakınca gerçekten nefreti gördüğü bu genç kadın, her türlü zararı ve kötülüğü yapabilecek acımasızlıktaydı. Gözünden akan tek damla yaşa engel olamayan Talu Hanım, Derin’in bakışlarının şaşkınlıkla irileşmesi üzerine başını çevirerek önüne döndü. Derin, ona bakarken içinden kendisi için mi yoksa bir bebeği öldüreceği için mi ağladığını anlayamamış olmanın verdiği şaşkınlıkla hâkimdi gözlerinin bebeklerinde.
“Serap…” dedi Talu Hanım birden. Derin’in çatılı kaşları daha da çatılmıştı bu isimle. İyi kızdı şüphesiz ama biraz sorunluydu Derin’e göre.
Talu Hanım “Ailesini görmeyi reddedip tamamen bizimle yaşamaya başladığından beri pek çok sorunla karşılaştı. Volkan ile aynı evde yaşamaya başladıklarında, henüz liseye gidiyordu ve reşit bile değildi. Lisenin sonuna gelip evlendiklerinde ve evlendiklerinden sonra, o her ne kadar istemediğini söyleyip dursa da hamile kalmak için elinden gelen her şeyi yapmaya kararlıydı. Yaptı da! Gitmediği doktor denemediği tedavi yöntemi kalmadı! Hep bir umutla hep bir ümitle bir sonraki ayın kendisine o müjdeli haberi vermesini bekledi. Bir gün, yanıma geldi. Gözleri irileşmiş kirpikleri ağlamaktan ıslanmıştı. “Hamileyim Talu anne” dedi. Gözlerinin içi o kadar güzeldi ki.”
Derin bir nefes aldı Talu Hanım. Başını iki yana sallayarak o günü hafızasında yeniden yaşamaya başlamıştı. “Serap gibi bir kızın çocuk sahibi olmak istemesine ya da bir çocuğa bakabileceğine inanmak çok güç senin ve benim hatta diğerleri için bile. Ama o istiyordu ve o gün bana gelip böyle bir şey söylediğinde bunu Volkan’a nasıl söyleyeceğinin telaşı içerisindeydi. Hiçbir şeyden korkmadığı kadar çok korkuyordu çünkü. Düşünsene kaç sene nelere maruz kalıyorsun ve hiç beklemediğin bir anda pat hamile olduğunu öğreniyorsun.” Dedi gülümseyerek. “Neyse…” dedi Talu Hanım boğazını temizleyerek “Volkan’ı aradık ve bize gelmesini söyledik. Serap’a duyduğu aşk öylesine büyük ki işini gücünü bırakıp o gün soluğu burada, bu kapının ardında aldı. Serap, ona hamile olduğunu söylediğinde ise duydukları karşısında nasıl ağladığını gördüm ben o çocuğun. Baba olacağından değil ama önce Serap’ın anne olacağından dolayı. Onun mutlulukla bakan gözlerinden dolayı. Sonra baba olacağı için sevindi.”
Derin “Bunu bana neden anlatıyorsunuz?”
Talu Hanım, konuşmasına kaldığı yerden devam ederken Derin’i duymazlıktan gelmişti. “Ertesi gün, arkadaşları ile bu haberi paylaşmadan önce bir doktor randevusu alıp kontrole gittik üçümüz birlikte. Serap, o sedyeye yatana kadar dünyanın en mutlu kızıydı. Ama o sedyeden kalktığında ise… Doktor, ultrasonla Serap’ın bebeğinin var olup olmadığına bakarken bir boşlukla karşılaşmış. Benim kızım yaşamış olduğu psikolojik gerilimden ötürü dış gebelik yaşamış. Doktor, bunu ona söylediğinde onun gözlerinde gördüğüm acıyı sana tarif bile edemem ben. Türlü hayallerle o kapıdan içeriye giren kız, bütün hayatı bir enkazın altında kalmışçasına yıkık dökük kocasının yanında başı dik bir şekilde yürüyerek çıkmıştı. Hiç ağlamadı. Hiç konuşmadı. Kimse bilmez bunu. Ne Didem ne Ayşegül ne de diğerleri. Bu üçümüzün arasında bir sır” dediğinde Derin “Yani?” diye sordu.
Talu Hanım “Yanisi Derinciğim senin bu yaratık diye nitelendirdiğin o meleğe sahip olmak isteyen pek çok insan var. Pek çok evli çift var ve o evli çiftlerden birisi de şuan yukarıda koyun koyuna uyuyor” dedi dudakları titreyerek. “Altı ile yedi seneye yakın bir süredir birlikteler ve senin yok etmeye çalıştığın o varlığın bir gün habersizce çıkıp gelmesi için kimseye söylemeden sadece kendi aralarında dua edip bekliyorlar ve sen kalkmış bana Erdem ile birlikte olmanın, onu seviyor olmanın onun çocuğunu doğuracağın anlamına gelmediğini söylüyorsun! Yalan söylüyorsun Derin ve ben sana inanmıyorum! Eğer gerçekten bu bebeğe zarar vereceksen Erdem’e kötü davranma. O,seni yıllarca Doruk ile paylaşmak zorunda kaldı. Belki aranızda bir şey yoktu ama onun için sizi yan yana görmesi bile acıların en büyüğüydü. Şimdi bir kez daha ondan habersiz bunu yapacaksan eğer ona sakın soğuk davranma, uzak durma. Erdem, sana tapıyor. Sana, senin bile bilemeyeceğin bir şekilde bağlı.”
Derin, hiçbir şey söylemeden bir süre Talu Hanım’a baktı. İfadesiz bir yüzle önüne dönerken Talu Hanım da en az Derin kadar sessizdi. Soğuyan çayını istememesine rağmen dudaklarına götürüp sonuna kadar içtiğinde “Ben kahvaltıyı hazırlasam iyi olacak. Çocuklar birazdan uyanır” diyerek oturmuş olduğu yerden ayağa kalktı ve Derin’i orada kendisiyle bir başına bıraktı.
Mutfağa girerken merdivenlerden aşağı sessizce inen Serap’ı gören Talu Hanım, gülümseyerek genç kıza günaydın dedikten sonra mutfağa girmiş Serap ise hırkasının kuşağını bağlayıp şöminenin önünde oturmakta olan Derin’in yanına gitmişti. “Günaydın” diyerek onun tepesinde belirdiğinde Derin başını kaldırıp ona bakmış ve Serap’ın yüzündeki mahmur ifadenin onu nasıl savunmasız gösterdiğini düşünmüştü. Kaşları çatılan Serap “Ne bakıyorsun be öyle?” diye sorunca Derin gülümsemesine engel olamayıp gözlerini devirmiş ve “Yok bir şey” demişti. Serap, başını sallayıp eliyle “Bittiyse ver mutfağa götüreyim. Talu anneye kahvaltı için yardım edeceğim” dediğinde Derin hızla oturduğu yerden ayağa kalktı. Serap’ın karşısına dikilmiş kızın ela renkteki gözlerine bakmaya başladığında az önce Talu Hanım’ın anlattıkları aklına geldi. Dik dik bakılmaktan hoşlanmayan Serap ise “Hasta mıdır nedir ya?” diyerek arkasını dönüp mutfağa doğru yürümeye başladığında Derin de peşinden geliyordu.
Genç kız, parmak uçlarında yükselerek “Günaydın Talu anne” dedi ve kadını yanağından öpüverdi. “Ne yapıyoruz?” diye sorduğunda Talu Hanım “Yumurtaları haşlanması için küçük tencereye koydum. Kahvaltılıkları çıkart sen sadece geniş tabaklara güzelce koyuver” dedi.
“Süt var mı?” diye soran Derin’e baktıklarında genç kadın “Erdem için krep yapacağım” dedi.
Talu Hanım’ın yüzünde beliren tebessüm karşısında gülümseyen Derin, Serap’ın ortalarına girmesi ile daha da komikleşmişti. “Neyiniz var sizin kuzum? Geceyi birlikte mi geçirdiniz?” dedi dehşet içinde inleyerek.
“Serap!” diyerek genç kızı uyaran Talu Hanım Serap’ın omuz atıp buzdolabına yürümesi karşısında başını iki yana sallamış ve kış bahçesine doğru yürüyerek sebzelikten patates almak için eğilmişti.
Dolabın kapısını kapatıp aldıklarını tezgahın üzerine bırakan Serap, paralel telefonun çalması ile mutfağın kapısına koşarak telefonu yerinden kaldırdı ve “Efendim?” dedi.
“Günaydın Serapçığım. Bizimkiler uyandı mı?”
“Yok, daha kalkmadılar Mehir Teyze ama birazdan uyanırlar gibime geliyor. Biz ufaktan ufaktan kahvaltıyı hazırlamaya başladık çünkü” dediğinde Mehir Hanım karşıdan “Tamam o halde. Mert, şimdi hamur almaya gitti fırına. Ben de poğaça falan yapmıştım. Nerminlerle birlikte birazdan orada oluruz” dediğinde Serap “Ay acele edin Mehir Teyzem, trafik falan vardır iki villa arasında” diyerek iğnelediğinde Mehir Hanım karşı taraftan kahkaha atarak Serap’ı güldürecek bir şey söyledi ardından telefonu kapadı.
Serap “Manyak bu kadın ya. Seviyorum ama” dedi kendi kendisine ve yeniden tezgaha yürüdü.
“Kim aradı?” diye soran Talu Hanım’a dönen Serap “Mehir teyzem ya, uyanıp uyanmadığımızı sordu ben de diğerlerinin birazdan kalkacaklarını söyledim. Nermin teyzelerle birlikte birazdan burada olurlarmış” dediğinde “Sahi…” dedi “Ne zaman kalkar bizimkiler?” diye sormuştu ki Doruk’un bağırması ile “Aha da uyandılar” dedi gülerek.
***************
Genç adam, gecenin etkilerini üzerinde hissederek yattığı yerde döndüğünde kolunu attığı gibi sert bir şeyi kucaklamıştı. Ağrıyan şakakları ve zonklayan başı gözlerini açmasına engel olurken kucakladığı şeyin sıcaklığına sığınmak ister gibi biraz daha sokuldu ona. Ancak kollarının arasında debelenen şeyle rahatı kaçtığında bu sefer parmaklarının baskısıyla onu durdurdu. Bir eli aşağı kayıp onun ne olduğunu anlamaya çalışırken aklından sarıldığı kişinin Bade olduğunu geçiriyordu ancak Bade ne ara bu kadar kemikleşmişti ve ne ara bu kadar tüylenmişti? Mini elbiseler giyindiğinde bacakları hiçte bu kadar…
Yüzünü buruşturarak geri çekilmeye çalıştığı sırada burun deliklerine girmeye çalışan parmaklar karşısında dehşetle inledi Doruk. Zihni yavaş yavaş dün geceden arınırken gözleri de acıyarak da olsa açılmaya başlamıştı. “Ne oluyor?” diye söylenerek başını sarıldığı sıcak tenden çektiğinde ayakucunda sıcak bir nefes hissederek daha da gerildi. “Kapa çeneni ya!”
Kaşları çatılarak gözlerini araladığında yüzünün hemen yakının kıpraşmakta olan ayak parmaklarına iri iri açmış olduğu gözlerle baktı önce ardından da başını kaldırıp ayakucundaki nefesin sahibine. Gördüğü manzara karşısında ağzı bir karış açıkta kalan Doruk sarılmış olduğu bacağı hışımla itip, Erdem’in suratına tekmeyi geçirdiğinde genç adam uykusunun içinden acı ile uyandı. “Ah!”
Yataktan fırlayarak çıkan Doruk alabora olan başını yerinde tutmak ister gibi iki eliyle birlikte başına baskı yapmaya başlamış diğer yandan da bağırmaya başlamıştı.
“Lan senin benim yatağımda benim koynumda ne işin var lan!”
Erdem, burnu kanayarak kafasını gömdüğü yerden kaldırdığında “Burnumun ebesini belledin Doruk ağzına tüküreyim senin hayvan herif!” diye inledi. Doruk, bir an arkadaşının kırmızıya bulanan suratına bakakalmış ardından gözleri yeniden parlamıştı. “Lan!” diye inledi. Erdem de yatmış olduğu yerde doğrularak yatağın içinde bağdaş kurarak oturduğunda “Bağırma lan!” diye inledi. Onun da kafası kazan gibiydi. Acı içinde yüzünü yorgana bastırıp kanı durdurmaya çalıştığında “Akşam çok içtin yetmedi kavga çıkardın. Seni odaya taşıyana kadar anamız ağladı. Sırasıyla tepende nöbet tutuyorduk ben de uyuyakalmışım” dediğinde Doruk “Siktir git lan!” diye hırladı.
Erdem, başını kaldırıp Doruk’a öfkeyle ve canı yanarak baktı. “Gelirsem sana nasıl gideceğimi uygulamalı olarak gösteririm Doruk. Koynunda yatmaya meraklı değilim hem unutma ki bacağıma can simidi gibi sarılan ve ayağımın altını öpen ben değilim!” dediğinde Doruk “Iyyy, midem bulanıyor!” diye inledi yüzünü buruşturarak. Erdem, keyfi yerine gelmiş bir halde gülerek arkadaşına bakarken Doruk gerçekten de kusacakmış gibi gözüküyordu. Genç adam, tek kaşını kaldırıp Doruk’un inleyerek banyoya girmesi üzerine başını sallayıp gülümsedi ancak moraracağını bildiği burnunun acısı ile o da inleyerek yeniden sırt üstü yatağa uzandı. Aç herif nasıl indirdi tekmeyi öyle suratına!
“Su içene yılan bile dokunmazken sen uyuyan insana tekme atıyorsun ya Doruk Allah seni bildiği gibi yapsın! Öküz!” diye inledi yeniden yorganı başına çekerken “Burnum…”
Doruk ise klozetin başına eğilmiş akşam yediği ne varsa çıkarırken yüzü yemyeşil olmuştu. Beti benzi atmış bir halde sifonu çekip,klozetin kapağını kapatırken son bir güçle kendisini yukarı çekerek klozetin üzerine oturdu. Avuç içlerini yüzüne bastırıp bir müddet öyle kalmayı tercih ederken,bir titreme sesi ile başını kaldırıp etrafına bakındı. Duşa kabinin hemen yanında yere bırakılan cep telefonunu gördüğünde akşam zorla duş aldırdıklarını hatırladı. Kaşlarını kaldırıp oturduğu yerden yavaşça ayağa kalktı. Yere eğilip cep telefonunu eline alırken ekrandaki isme uzaktan baktı ve gördüğü isimle hiç düşünmeden telefonu cevapladı.
“Efendim Mikail?”
Karşı taraftan gelen sesler hiçte iç açıcı gözükmüyordu. “Alo?” diye söylendiğinde Mikail’in gidip gelen sesini duydu “Doruk?” dedi genç adam. “Duyuyor musun beni?”
“Evet” dedi Doruk. Başını eğip uyumakta olan arkadaşına bakmıştı. Banyonun kapısını usulca kapatıp aralık bıraktı “Ne oldu? Bu sesler de neyin nesi?”
“Çatışmanın ortasında kaldık” dedi Mikail “Doruk, burada ciddi bir şeyler dönüyor” dediğinde Doruk kaşlarını çatmıştı. Başı ağrıyordu. Ağzında da iğrenç bir tat vardı. “Ne demek istiyorsun?” diye sorduğunda bir eliyle tezgâha tutunmuştu “Açık konuş oğlum!”
Mikail “Kevser Abdullah’ı öldürdüğünüzü öğrenmişler!” dedi “Ve kız kardeşlerini de!”
Doruk “Ee? Ürdün’deki millete ne bu?”
Mikail “Doruk!” diye bağırdı “Rose adında birinden bahsediyor buradaki yaşlılar. Hacer ve babası her yerde bu şahsı arıyor ama bulamıyorlar” dediğinde Doruk “Rose mu? Ne Rose’u ya?” diye sordu. Mikail “Bilmiyorum. Bilmiyorum! Burada olabilir ya da size yakın olabilir kısacası her yerde olabilir. İsim değiştirmiş olabilir. Dikkatli ol Doruk çok dikkatli ol” dediğinde genç adam sinirle “Tamam olurum. Peki, bu kişinin kiminle alakası var?” diye sordu.
Mikail “Kevser Abdullah’ın kızı!” dedi genç adam ve Doruk’un inleyerek küfür etmesine neden oldu. “Dikkatli olun. Bir aya kalmaz döneceğim ve Doruk ölmemeye çalışın” diyerek konuşmayı sonlandırdığında Doruk dişlerini sıkarak lavabonun başlığına vurdu ve musluğu yerinden çıkardı.
“Rose da kim?”
Başını kaldırıp aynadan arkasında durmuş, kendisine bakmakta olan arkadaşına baktı genç adam. Erdem, kıpkırmızı bir suratla kendisine bakıyordu. “Kevser’in kızı” dedi. Erdem’in bakışları irileşirken Doruk “Lanet olsun. Lanet olsun!” diye inledi.
Erdem “Mikail iyi mi?”
Doruk “Onun bizden olduğunu biliyorlar. Çatışmanın ortasında galiba” dediğinde Erdem “Sana ne dedi peki?” diye sordu.
“Dikkatli olmamızı. Kızın isim değiştirmiş olabileceğini, burada olabileceğini, içimizde olabileceğini söyledi. Lanet olsun Erdem nereden bulacağız biz bu kızı şimdi?” diye inlediğinde genç adam arkadaşına doğru bir adım attı “Sakin ol önce. Aklından ne geçirdiğini biliyorum ancak Bade’ye dokunması imkânsız artık. Bir adım atacaklarsa bunu iki kere düşünmek zorundalar. Bade, tek başınayken bile çok güçlü ve gözü kara. İstediğinde nasıl acımasızlaştığını gördük öyle değil mi?” diye sorduğunda Doruk başını kaldırıp ters bir şekilde arkadaşına baktı. “Erdem…” dedi “Mikail dedi ki; bu sefer hedef tahtası bedenlerimiz değil. Kalplerimiz. Yani ben Bade için endişeleniyorsam senin de Derin için endişelenmen gerekiyor. Bu sefer gerçekten çok zor durumdayız” dedi. Erdem’in bakışları irileşip, göz bebeklerine sahici bir korku yerleştiğinde Doruk ile göz göze geldiler. “Onlara dokunamayacaklar!” dedi kararlı bir sesle. “Gerekirse kurşungeçirmez ev inşa ederiz, ne bileyim daha bir sürü şey yaparız ama asla onlara dokunamayacaklar!” dediğinde Doruk başını salladı. Bir eli acı içinde kasılmakta olan kalbine gittiğinde Erdem “Sen iyi misin?” diye sordu. onun da dikkatinden kaçmamıştı bu durum. Doruk, bu sıralar çok fazla kalbini yokluyordu. Ara ara gelen sancıları oluyor ancak bunu strese ve sinire yoruyordu Doruk. Henüz kapısını çalmak üzere olan tehlikeden habersizdi. “İyiyim. Alkolden sanırım” diyerek yerinden çıkan musluğu eline aldı ve “Bunu bir ara taksak iyi olacak” dedi. Erdem’in bakışları anında komik bir ifade ile yumuşarken “Talu Hanım teyze onu oradan nasıl söktüğünü görsün, o nasıl takacağını söyler sana” dedi.
Doruk da içinde bulunduğu sıkıntılı ruh halinden çıkıp gülümsediğinde “Hadi gidelim” dedi.
Erdem “Sen in. Ben şu suratımı temizleyeyim” dedi. Doruk, başını sallayıp banyodan çıkarken yüzünün aldığı şekil görülmeye değerdi. Gardırobun başına gidip kendisine bir pantolon ve kazak alırken Erdem’in “Tüm sorunlar bir yana sen harbiden öküzün önde gidenisin Doruk Pehlivan. Ulan nasıl bir güçle bu musluğu yerinden çıkardın?” diyerek bağırdığını duydu ve gülerek üzerini değiştirdi.
Bir saat içerisinde kahvaltı masasındaki yerlerini almaya başlamıştı herkes. Senem ve Poyraz,yan yana geçip oturmak yerine karşılıklı oturmuşlardı. Poyraz’ın hemen yanı başına oturan Anıl ve hemen yanına ilişen Doruk kızlarla karşı karşıya gelecek şekildeydiler. Anıl,Ebru’nun tabağını doldurup dururken Doruk Nefes’e bakıp göz kırpıyordu. Bade ise Murat’a bakıp gülümsüyor ve akşamın yorgunluğunu bedeninde hissediyordu. Aile büyükleri de mutlu bir şekilde masadaki yerlerini alırlarken Ayvaz’ın içeriye Merve ile girmesi masadaki sinirlerin bir anda bozulmasına neden olmuştu. Özellikle de Ebru için. Genç kadın,ondan hoşlanmadığını belli eden bakışlarını kıskançlıkla kısıp sinirle Anıl’a baktığında sessizce onun burada ne aradığını soruyordu. Nefes ve Senem,diğerleri ile bakışıp sessiz bir şekilde sofralarına oturan kızı selamladıklarında bir yandan da Ebru’yu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Genç kadın,elinden gelse elindeki bıçakla kızın gırtlağını parçalayacaktı! Ondan o kadar nefret ediyordu. Anıl,sıkıntıyla Ebru’ya bakıp düzgün davranmasını isterken belirli belirsiz gülümseyerek Merve’ye hoş geldin dedi. Genç kız,başını sallayarak uzun saçlarını tek omzunun üzerinde topladığında Mehir Hanım,gerginliği yok etmek istercesine aralarına girdi ve “Kahvaltıdan sonra ne yapacaksınız?” diye sordu.
Senem “Bizim Poyraz ile dışarı çıkmamız gerekiyor. Yılbaşı alışverişi yapacağız. Hediyelerimizi almamız gerek” dedi.
“Saçma!” diyen Doruk kaşlarını çatmış önündeki kaşar peynirinin konulmuş olduğu tabağa bakıyordu. Senem “Ben seviyorum. İnsan iyi hissediyor,sana ne hem” dedi dil çıkararak. Doruk,ona bakmayıp önündeki tabağa bakınca da Oğuz Han “Biri şu tabağı oradan alabilir mi adamın rengi yeşile çalmaya başladı” dedi sinirle.
Anıl, uzanıp tabağı Oğuz Han’a uzattığında Doruk bakışlarını tabağa çevirmişti. Bilerek mi yapıyorlardı acaba? Reçelinin nerede olduğuna baktığındaysa yeniden aynı manzara ile karşılaşmıştı. Bade, fısıltıya benzeyen bir sesle Muratla konuşuyor ve ona reçelli ekmek yapıyordu. Hem de en sevdiğiyle!
“Allah’ım” diye inledi genç adam. Birden bütün bakışlar kendisine dönünce de “Ben bugün evde kalacağım. Çok yorgunum siz de ne halt edecekseniz onu edin” dedi sonra sinirle. Elinde çatalla peynirini didiklemekte olan Derin’e kayan bakışları daha da koyulaştığında “Kahvaltını yap Derin. Rejim mi yapıyorsun?” diye sordu sinirle.
“Bana bulaşma Pehlivan ben hedef tahtan değilim, tavsiye de etmem!” dedi Derin de savunmaya geçerek.
Doruk “Sevgilini doyuruyorsun anladık ama kendini de doyurmalısın” dediğinde Derin’in gözleri irileşmişti. Doruk… Biliyor muydu? Dudakları şaşkınlıkla aralanırken sinirle dişlerini birbirine geçirdi. Tabi ki! O,Doruk’tu! Her zaman herkesten bir adım öndeydi! Erdem’in ısrarlarına da dayanamayarak tabağındakileri yemeye başladığında Doruk’un meydan okuyan bakışlarını üzerinde hissediyor ve o da aynı şekilde kendisine karşılık veriyordu.
“Yani…” dedi Talu Hanım “Bugün herkes dışarıda mı olacak?”
“Bir planınız mı var?” diye sordu Anıl.
Aktan Bey “Ümit Besen’i dinlemeye gidelim diyoruz. Beylerbeyi tarafında şık bir yerde sahne alacağını öğrendik” dediğinde Anıl gülümseyerek babasına baktı ardından da Poyraz’a. Genç adam, “Bizce bir sorun yok. Biz kendi işimizi kendimiz hallederiz” diyerek onlara gidebileceklerini söylediklerinde Mehir Hanım “Kuaför işini hemen halledelim öyleyse” dedi.
“Anne ya!” diye cırladı Senem annesinin kendisine dönmesi üzerine “Burada genç olan ben miyim sen misin? Süslenmesi gereken benim bir kere tamam mı? kuaförmüş! Kime çektin sen Allah için?” dedi ters ters. Mert Bey,kızına bakıp gülümsediğinde Poyraz da karısına bakıp gülümsüyordu.
“Keşke Rıza da burada olsaydı” diyen Ayvaz, Demir’in ve Doruk’un bakışlarının birbirleriyle çakışmasına neden olurken Anıl ve Poyraz da bu ani çıkışı izliyordu yan gözlerle.
“Keşke” dedi Senem “Ama hala Kenan Altuğlu denen o adamın yanında? Neden dönmedi ki?” diye sordu.
Doruk “Yakındır” diyerek konuyu kapamaya çalıştığında Nefes araya girdi “Hadi bir an önce kahvaltınızı yapın. Bugün alışveriş merkezleri ana baba günü gibidir “ dedi. Doruk, dudaklarını oynatıp ona teşekkür ederken genç kız göz kırpıp önüne döndü. Ancak Anıl ile Poyraz’ın bakışmalarını görmemişti hiçbiri. Doruk’un ve masadaki diğer herkesin neden Rıza’nın kendilerinden uzaklaştığını bildiklerine emindiler ve bunu öğrenmelerine çok az kalmıştı.
Kahvaltı süresi boyunca gün içerisinde ne yapacaklarından bahsetmişti herkes. Akşam yemeğini Paşa’da yiyecekleri için hazırlıklara erkenden başlayacaklarını söyleyen gençler günün geri kalanı hakkında ne yapacaklarına tam olarak karar verememişlerdi. Yavaş yavaş yerlerinden kalkarak camın önüne dizilmiş olan koltuklara oturan ev halkı kahvelerini içerlerken Doruk ve diğerleri de bir yandan onları dinliyordu. Genç adam, ağabeylerinin ısrarlarına dayanamayıp zorla dışarı çıkarılacağını hissettiğinde Beril’in de Rüzgâr ile birlikte işlerinin olduğunu öğrenmişti. “Allah’tan…” diye söylendi genç adam tam onların çıkacağı sırada “Şu saçma veda partinizi erkenden yaptınız da kurtulmuş olduk sorunlardan” dediğinde masayı toplamakta olan Serap tehlikeli bir şekilde sırıtarak Didem’e göz kırptı. Henüz hiçbir şey bitmemişti oysaki. Rüzgâr, herkesi selamlayıp Beril ile birlikte evden çıktıklarında Tolga da ayaklanmıştı.
Doruk “Rüzgâr’ın bir sorunu mu var?” diye sorunca da genç adam durup Doruk’a bakmıştı. Sıkıntıyla saçlarını karıştırırken “Şey… Sanırım ailesi artık Beril ile evlenmesine o kadar sıcak bakmıyor” diye söylendi.
Anıl “Neden?”
Tolga, alt dudağını dişleyerek koltuğun kenarlarına oturdu ve ellerini pantolonunun ceplerine sokarak “Şey, sizin şu aile sorunlarınızın bir şekilde Rüzgar’a sıçrayacağını düşünüyorlar. Yani onun zarar görmesinden korkuyorlar” dedi.
Doruk “Deli mi bu insanlar ya?”
“Doruk!”
Altuğ Bey,genç adama bakıp başını uyarır bir şekilde yana eğmişti. Genç adam,sinirle gülüp başını sallarken “Evet,zaten tek derdimiz oğullarına bir zarar gelmesi olurdu değil mi? çünkü bundan başka sorunumuz yok bizim değil mi?”
“Doruk?”
Doruk “Ne var? Haksız mıyım? Ben kendimden önce kardeşimi korumak zorunda değil miyim? Rüzgara ya da Beril’e bir zarar gelmesine neden oldum mu? Onlara dokunabildiler mi? bu insanlar birkaç ay öncesine kadar yüzüme gülüyorlardı istemiyorlarsa alsınlar oğullarını bir taraflarına…”
“Onlarda bizim gibi korkuyorlar. Biz nasıl size bir şey olacak diye diken üstünde yaşıyorsak onlarda aynı şekilde evlat.” Diyerek araya girdi Aktan Bey.
Doruk “Umurumda mı sanıyorsunuz? Bana ne olacağını düşündüğümü mü düşünüyorsunuz?” diye çıkıştığında neden genç adamın bu kadar sert tepki verdiğini anlamaya çalışıyorlardı. Erdem, dikkatle Doruk’a bakınca içini çekerek “Sabah Mikail aradı.” Dedi. Doruk’un alev toplarını andıran ve giderek koyulaşan bakışları genç adamı bulmuştu. “Bana öyle bakma” diyerek gözlerini devirdi Erdem. “Rose adında birinden bahsetti” dedi sonra da.
Bade “Rose mu?” diye sordu.
Derin “Kevser’in kızı” dediğinde Doruk birden genç kadına döndü. “Biliyor muydun?” diye sordu.
“İsmini duymuştum. Çocukken Kevser arada sırada ortadan kaybolurdu. Erkek çocuklarını sevmediğini bildiğimden bu kızı hayatının merkezine oturtmuştu ancak kimse onun nerede olduğunu bilmiyordu. Tabi bende. Bir süre sonra dedikodular yayılınca ve sürekli aynı şeylerden bahsedilince kabak tadı vermeye başlamıştı. Kevser’i tanıyan ve ona bağlı olanlar hariç kızın yerini kimse bilmiyordu. Zaten benim onlarla olan münasebetim de kesildiğinde açıkçası bu pek umurumda olmamıştı” dedi kayıtsız bir şekilde.
Anıl “Çok sakin konuşuyorsun?” diye sorunca Derin arkasına yaslanıp bacak bacak üzerine attı.
“Ne yapmamı istersin sert adam? Titreyip korkmamı mı? Ağlamamı mı ya da? Rose beni enterese etmiyor. Her ne kadar gerçekten tehlikeli olduğunu düşünsem de açıkçası onun varlığı ile ilgilenmiyorum. Karşıma çıkarsa ölür, bunu biliyor ama çıkmazsa da onu aramakla kaybettiğim zamanları daha da yok etmeyeceğim. Anı yaşamayı düşünüyorum Rose da eminim bu anlardan birinde karşıma çıkacaktır zaten” diyerek soğuk bir şekilde göz kırptığında Anıl “Kevser, senden neden bu kadar nefret ediyordu? Onun isteklerini yapmadığın ya da oğlunu öldürmüş olmandan kaynaklanmıyor öyle değil mi? yani sebep bu olamaz?” diye sordu.
Kendisine dikkatle bakan gözlerin farkındaydı Derin. Erdem’in elini elinin üzerinde hissedip başını ona çevirdiğinde, adamın güven veren bakışlarına içi titreyerek karşılık verdi. Ancak aynı bakışlar Anıl’a döndüğünde bir buz dağından farksızdı. Yüzü o kadar katıydı ki ifadesizlikte ün yapan Anıl bile onunla yarışamayacağını düşünüyordu.
“Beni beceremediği için” dedi genç kadın en sonunda.
Herkesin suratı duydukları şey karşısında buruşurken Serap “Hah! Ben demiştim demeyeceğim!” dedi. Anıl “Bu iğrenç” diyerek başını salladığında Derin “Sana göre” dedi.
Poyraz “Sana dokunamadığı için mi bu kadar nefret doluydu?”
Derin “Hayır,tüm sebep bu değildi elbette. Ben… ondan nefret etmeme rağmen onun bana söylemiş olduğu,öğretmiş olduğu her şeyi kusursuz bir şekilde yerine getirmiştim. Ben onun en mükemmel öğrencisiydim ve öğrendiklerim karşısında her öğretmen gibi onun da benden istediği,talep ettiği birkaç şey vardı. babam beni aç kurtların arasına kadın olmam için attığında o da oradaydı ve inan bana adamların bana yapacaklarından çok onun bana yapacaklarından korktuğumu hatırlıyorum” dedi.
Poyraz “Peki ne oldu?”
“Öldürdüm.” Dedi düz bir sesle sanki normal bir şeyden bahsediyormuş gibi. “Öldürdüm. Sadece onu sağ bıraktım. Bir gün onun başıma bela olacağını biliyordum ama o zamanlar o kadar umutsuz ve karanlıktım ki açıkçası bu kadar çok umurumda olmamıştı. Onu öldüreceğimi biliyordum ama bunu hemen yapıp yapmayacağıma emin değildim. Çünkü benim asıl öldürmek istediğim kişi; Osman Kohen’di. Onun yüzünden bu haldeyim. Onun yüzünden Kevser hayatımı alt üst etti. Osman Kohen, ölürse bütün her şey sona erecek ama yaşarsa ve yaşadığı şu kısacık zaman diliminde Rose ile bir araya gelirse o zaman gerçek bir savaş çıkacak demektir.” Dedi.
Didem “Korkunç” diyerek araya girdiğinde Oğuz Han “Yapılacak bir şeyler muhakkak vardır” dedi.
“Bir araba dolusu adam getirip ellerine silah tutuşturmakla bu işi halledemezsiniz. Daha önce bir insanın kalbini gözlerinin içine bakarak söktün mü? Canlı canlı ama?” dediğinde oğuz Han “Gözünü çıkarmış olabilirim” dedi. Derin, alaycı bir şekilde gülümseyince Oğuz da gülümsemişti. “Bu bir bela değil beyler bu Deccal’ın ta kendisi. Yani, şuan hepimiz açık hedefiz” dedi.
“Ya hepsini yok edeceğiz ya da hep beraber öleceğiz” dedi Bade kararlı bir sesle. Doruk’un bakışları ona ve omzuna dokunan Murat’ın eline kaymıştı. “Sinirlerimi bozuyorsunuz” diyerek ayağa kalktığında Poyraz “Dışarı çıkacağız” dedi.
Doruk “Ben gelmiyorum. Bu konuşmadan sonra tatlı yesem bile kendime gelemem. Yılbaşı mükemmel geçecek eminim. Her yer kırmızı “ diyerek işaret yaptığında Aktan Bey, Mert’e bakmıştı. Poyraz “Birbirinize bakmaktan vazgeçin. Eğer Derin’in dediği gibi şuan açık hedef halindeysek eğer sizden yapmanızı istediğim şeyi yapsanız iyi olur.” Dedi.
Mert Bey “Bu konuda açıkçası kararsızız.” Dedi.
“Bu konu tartışmaya açık değil” dedi Anıl. “Gitmeniz gerektiğini konuşmuştuk. Bu hem sizin için hem de bizim için en iyisi” dedi.
“Ya size bir şey olursa? O zaman buna nasıl dayanacağız?” diye sordu Talu Hanım. Ses tonundaki endişe ve kırıklık herkesi etkisi altına almaya yetmişti. Doruk, merdivenlerden yukarıya çıkarken bir yandan da konuşulanları dinliyordu. Bade ise onun arkasından bakıp durduğunda Murat’a dönerek “Belki de korumalarını artık üzerimden çekmelisin” dedi. Genç adam, başını sallayarak onu onaylamadığını gösterip kızın elini tuttu. Avuç içlerinde kaybolan küçük beyaz ellerin sahibine bakarak “Bade…” dedi “O korumalar benim değil senin! Benim adamlarımdan sadece birkaçı seninle birlikte geri kalan hepsi abinin korumaları. Khalid, onları görevlendirdi” dedi. Bade’nin yaşadığı şok bütün bedenini etkisi altına alırken genç adam, bir elini kaldırıp kızın saçlarını okşadı. Ardından da “Herkes senin için burada” dedi “Ben de öyle. Benden istediğin şeyleri ancak benim çıkarlarıma da uyuyorsa kabul ederim. Bunu biliyorsun?” dediğinde “O haklı” dedi Sena aralarına girerek. Bade, ikisine bakıp başını sallarken “Bu Rose denen kadın ne kadar tehlikeli?” diye sordu.
“Derin, Deccal’ın ta kendisi dediğine göre tehlikenin ham maddesi gibi bir şey olmalı” dedi Nefes. Herkes içini çekip birbirlerine bakınca da genç kız oturduğu yerden ayağa kalktı “Bugün bütün bu sorunları halının altına süpürüyoruz tamam mı? Yarın ve ondan sonraki gün kaldığımız yerden tartışmaya devam ederiz ama şimdi biraz kafa dağıtmamız gerekiyor? Alışverişe gidecek olanlar gitsin sonra da Paşa da buluşalım ve bir tatlı yiyelim. Ardından da eve gelip akşam yemeği için hazırlıklara başlayalım” dediğinde Senem “Sonunda” diyerek gözlerini devirdi.
Serap “Tamam ben ceketimi alıp geliyorum” dediğinde Didem “Ben Safira’yı biraz anneme bırakacağım, ablam da ikisi de çok özlemişler” dedi. Ebu Bekir, oturduğu yerden kalkıp cüzdanını ve arabasının anahtarlarını eline aldı “Ben sizi bırakırım hem ben de görmüş olurum onları” dedi.
Didem “Tamam canım”
Serap “Biz alışverişe gidiyoruz o halde Senem’lerle. Ayşegül siz ne yapacaksınız?”
Genç kız, başını kaldırıp gözlerini kıstı ve “İkizler uyuyor. Benim şuan için yapabileceğim bir şey yok. Evi toplarım ben de” dedi omuz silkerek. Ali de bir elini karısının omzuna koyup onu kendisine çektiğinde “Benim biraz şirkette işlerim var. Özkan ile onları halletmemiz gerekiyor. Çok geç kalmadan gelir seni alır, Paşa’ya geçeriz” dedi.
“Oğuz Han, sen ne yapacaksın?” diye sordu Volkan.
Genç adam, kaşlarını çatıp omuz silkti “Eve gideceğim. Halletmem gereken birkaç iş var ondan sonra sizinle paşa da buluşurum” dedi sıkıntıyla.
Volkan “Tamam.” Diyerek başını salladıktan sonra “Sahi” dedi “Cüneyt, nereye kayboldu?” diye sordu. Oğuz Han’ın yüzü bu sefer tatlı bir gülümseme ile aydınlanmıştı “Bilmiyorum. Açıkçası Tuğçe’yi gördüğünden beri aklı yerinde değil gibi” dedi.
Poyraz “Tuğçe ile ilgili yeni planları biliyor mu peki?” diye sorduğunda Oğuz Han “Hayır. Yani Doruk’un onu yanında götüreceğini açıkçası söylemedim. Yemedi” dediğinde Anıl kahkaha atıp güldü. Uzanıp Ebru’nun elini tutarken de genç kadın “Hastaneye uğramam lazım benim de” dedi. Ayvaz ile Merve’nin neyse ki şirkete gitmiş olmaları genç kadının sinirlerini biraz da olsa yatıştırmıştı. Anıl, Ebru’nun elini sımsıkı tutup başını eğdi ve parmaklarının ucuna küçük öpücükler kondurdu. Ebru’nun yanakları al al olurken başını çevirip kendilerine bakmakta olan arkadaşlarına baktı ve utanarak “Anıl?” dedi.
“Hımmm?” diyen genç adam başını kaldırıp kızın gözlerinin içine baktığında Ebru nefesini tuttu ve kalbi güm güm atarken bakışlarını kaçırdı sevdiği adamdan. Anıl, gülerek onunla birlikte ayağa kalkarken durup Nefes’e baktı ve “Sen ne yapacaksın?” diye sordu. O ana kadar sesi çıkmayan Nefes omuz silkip ellerini kot şortunun ceplerine soktu. Tek kaşını havaya kaldırıp başını hafifçe yana eğdiğinde “Eve uğrayacağım. Her şey yerli yerinde mi değil mi kontrol edip Paşa’ya geçeceğim” dedi.
Anıl “Dikkatli ol” diyerek onu uyardığında Nefes gözlerini devirip başını salladı “Her zaman dikkatliyimdir” dedi.
***********
Gün içerisinde herkes işlerini yapmak üzere dört bir yana dağılmıştı. Nefes, evden çıkarken siteye giren kuryeyi görmüş ama üzerinde durmayıp arabasını sürmeye devam etmişti. Öte yandan son anda evde cep telefonunu unutup eve gelen Ayvaz kapıda kurye ile karşılaşınca kaşlarını çatmıştı.
“Anıl Burak Koca’ya bir zarf var” diyen kuryeye abisinin evde olmadığını söyleyen Ayvaz, yukarıdan aşağı inmekte olan Doruk’u duyuyor ama bir şey demiyordu. “Ben alayım” dedi kimliğini çıkarıp kuryenin gösterdiği yere imzasını atarak.
“Şuraya”
Başını sallayıp zarfı eline alan genç adam dikkatle kuryenin arkasından bakarken aralık olan kapıdan içeriye girip kapıyı kapadı ve abisinin izin verdiğini bildiğinden zarfı hiç düşünmeden açıverdi. Ayşegül’ün yukarıda bebekleri ile uyuduğunu bildiğinden ses çıkarmamaya özen gösteren genç adam zarfın içinden düşen şeylerin masanın üzerine saçılmasıyla kaşlarını çatmıştı. “Bunlar da ne?” diye söylenip resimleri ters çevirdiğinde Rıza’nın ve o gün davette gördükleri kızın resmini görmüştü. Resimlere dikkatle baktıktan sonra beyaz bir zarfın üzerine yazılmış olan abisinin ismini görüp zarfı eline aldı. İçi huzursuz olmuştu birden. Zarfı yavaşça açıp kâğıdı çekip çıkardığında içini çekti ve okumaya başladı her bir satırı. O sırada ise Doruk’un karşısına dikildiğini görmemişti. Dehşet içerisinde başını kaldırıp, Doruk’a bakan genç adam “O kız…” diye inledi “Safira Ecmel, senin kardeşin mi?” diye sorduğunda Doruk ifadesiz, buz gibi bir bakışla karşısındaki adama bakıyordu. Uzanıp masanın üzerinde duran fotoğraf karelerinden birini eline alıp baktığında “Hım” diyerek başını salladı. Dişlerini sıkmaktan çene kasları hareket ediyordu. Ayvaz,şok olmuş bir halde kendisine bakarken Doruk alaycı bir şekilde gülümseyerek Ayvaz’a baktı “Anlaşılan ağabeylerim onlardan bir şeyler sakladığımın farkına varmışlar ha?” dedi.
Ayvaz “Bilmiyorlar” dediğinde Doruk “Bilmeyecekler de!” dedi.
“O kız senin kardeşin ?” dediğinde Doruk sanki birisi gözlerini yakmış gibi kırmızıya dönen göz bebekleri ile adama baktı.
Ayvaz “Söylemek zorundasın!” dediğinde Doruk masanın üzerinde durmakta olan fotoğrafları eline alıp, Rıza’nın kızı öpmekte olduğu fotoğraf karesine baktı kaşlarını çatarak. Sonra onu nasıl savunduğu geldi aklına. Âşık olmuş olabilir miydi ona? Aklına gelen ihtimallerle canı sıkılan Doruk, elinin içine topladığı resimleri yanmakta olan şömineye atıp Ayvaz’ın elinde tutmakta olduğu belgeyi çekip aldı ve dosyaların arasına koyup “Bundan kimsenin haberi olmayacak !” dedi.
Ayvaz “Onlardan saklayamazsın! Bunun eve geldiğini öğrendiklerinde ilk işleri sana hesap sormak olacak!”
“Sesini yükseltme!” dedi Doruk uyarırcasına “Ne halt yaşadığımı bilmiyorsun! Kaldı ki bu beni ilgilendiren bir durum! Onlara söylemeye hazır değilim çünkü henüz ben bile hazmediyorum bu olanları!” dedi sinirle. Ayvaz, Doruk’un bu sözleri üzerine duraksadı bir an. Ne diyeceğini bilememişti. İlk defa onu bu kadar çökmüş, dipte görüyordu. “Doruk…” diyerek elini uzattı. Omzuna koyarken “Yardım edebiliriz” dedi.
Acı içinde, sanki her an yere yığılacakmış gibi bir yorgunlukla gözlerini kapadı genç adam “Şimdi değil…” dedi.
“Şimdi değil…”
Elindeki belgeleri alıp sokak kapısına doğru yürürken Ayvaz bu sırrı saklamak zorunda olduğunu biliyordu. O izin vermeden kimseye tek kelime edemeyeceğinin farkındaydı ancak bu durum Doruk’u mahvetmeye devam ettikçe eli kolu bağlı da oturamazdı. Sıkıntıyla arkasını dönüp, onun peşinden dışarı çıktı. “Nereye?” diye sorduğunda Doruk “Bakıcılık yapmana gerek yok” dedi. Ayvaz, olduğu yerde durup ona bakınca da Doruk gözlerini devirdi “Paşa’ya” dedi.
“Ben de geliyorum!”
Kaşları çatık, arabanın etrafından dolaşarak yolcu tarafına geçtiğinde kemerini takıp Doruk’a baktı. İkisi de bir müddet birbirlerine bakıp beklediler ardından kafalarını çevirip önlerindeki eve ve bundan sonrasında neler olacağını düşünüp yola çıktılar…
***********
FAS / KIZIL KÖŞK
Ellerini kaldırmış dua ediyordu mezarlarının başında. Gözlerinden akan yaşların yerine yenileri eklenmeye devam ettikçe kalbindeki ağırlık ruhuna ulaşıyordu. Gözleri kapalı, gözlerinin önünde son halleri duruyordu arkadaşının. İçini çekerek titrek bir nefes aldı dudaklarından içeriye. Avuç içlerini kapatıp önce yüzüne sürdü ardından da kanlanan toprağa. Taşlar ve sıcak kumlar avuç içlerini yakarken Anif’in de içi öyle yanıyordu. “Dostum…” diye inledi acı içerisinde. “Kardeşim…”
Sahra ile aynı mezarda yatıyorlardı. Yanlarında da arkadaşları vardı. Gözleri kapalı, kaşları çatıktı Anif’in. Bir çocuk gibi o taşların altından çıkmalarını ve ellerini tutmalarını bekliyordu. Faisal’ın her defasında Bade’nin hurmalarını çalışını, Ajmal’ın onunla çocuklaşıp oyunlar oynayışını hatırlıyordu acı içinde gülümseyerek. Ve Sahra… Erkek Fatma kılıklı bu kadının Melikshah’ın hayatına güneş gibi doğduğunu hatırlıyordu, kalbine girişini ve onun için savaşmasını…
Naim… Ahmet… Can dostları…
Ve Melikshah… Şahların en yücesi en büyüğü ve en güçlüsü… Onurlu, başı dik arkadaşı. Üvey olmalarına rağmen küçük kız kardeşini canı pahasına koruyan adam… Avuç içlerine hapsettiği topraklar etini kavururken “İntikam…” diyen adamın sesini duymasıyla birlikte gözlerini araladı. Omzunun üzerinden durup baktığında Khalid’i hemen arkasında kendisine bakarken bulmuştu. Onun hemen arkasında da elleri iki yanında durmakta olan Afra’yı. Kendilerini kurtaran ve arkadaşlarının hak ettikleri şekilde gömülmelerini sağlayan Afra… Kadının gözleri gecenin karanlığı gibiydi. Lacivert. Bu kadar güzel bir kadının bu kadar tehlikeli ve gözü kara olmasını onu tanıdığı andan itibaren anlayamamıştı… Ancak gözlerine baktıkça her gizemin giderek daha da çözülüşüne tanık oluyordu. “Kızlar…” dedi Afra çıplak ayakları ile kendisine doğru yürüyerek “Ailelerinin ve kendilerine yapılanların intikamlarını alıyorlar” dedi.
Anif,başını sallayıp kaşlarını çatarken Khalid “Osman Kohen…” dedi. Afra “Kolay lokma olmayacak ama zor da olmayacak” diyerek Anif’in yanında diz çöküp Melikshah’ın mezarının başında diz çöktü. Toprağı avuçlayıp avuç içine baktığında “Biliyorsun…”dedi “Onu kurtarmak için elimden gelen her şeyi yaptım”
Dönüp Anif’e baktığında gözleri dolu doluydu. “O gün Volga Pehlivan onun için elinden gelen her şeyi,Sahra için ve diğerleri için her şeyi yapmaya çalıştı ama olmadı” dedi.
“Biliyorum “dedi Anif “Ailesinin hayatını mahveden adamların hayatlarını kurtarmaya çalıştı” dediğinde Afra “Bu olması gerekiyordu” dedi. Durup birden ayağa kalktığında “Gençtiniz ve çaresizdiniz. Nefes’i, Nefha Altuğlu olarak göstermeniz sizin suçunuz değildi. Aynı şeyi onlarda yapabilirdi” dediğinde Anif “Yine de bu kendimi suçlu hissetmeme engel değil” dedi.
“Haklısın”
Anif ve Afra kafalarını çevirip Dağhan Pehlivan’a baktılar. Adam, ellerini ceplerine sokmuş sert yüz hatlarını yumuşatmadan kendilerine bakıyordu. “Ama Afra bir konuda haklı. Aynı şeyi bizde yapardık” dedi. Anif,ayağa kalkıp Dağhan’ın karşısına dikildiğinde Dağhan Bey “Abimin sizi korumak istemesi sizi sevmesinden dolayıydı” dediğinde Anif “Peki sen? Sen neden Bade’yi korudun?” diye sordu.
“En yakın arkadaşım bana geldiğinde çaresizdi. Çölde bir kız çocuğu bulduğunu ve onunla ne yapması gerektiğini bilemeyecek kadar çaresizdi. Afra’nın her daim Bade’nin yanında olması işleri daha da kolaylaştıracaktı. Açıkçası o küçük kızı oğlumun hayatına sokana kadar çok ikilemde kaldım kabul ediyorum. Onu korumak gibi zorunluluğum yoktu ama gözlerine baktığımda orada bize tanıdık gelen bir şey gördüm. Sevgi.” Diyerek başını dikleştirdiğinde Anif “Bade’nin travma sonrası hiçbir şey hatırlamadığını biliyordun değil mi?” diye sorduğunda Dağhan “Bundan Emine bana bahsedene kadar haberim olmadı. O sırada da zaten abimin ölümü ile ilgileniyordum. Tek bildiğim Afra’nın her daim Bade’nin etrafında olduğuydu o kadar” dediğinde Anif “Teşekkürler” dedi.
Dağhan Bey “Ben sadece Bade’yi korumaya çalıştım onu asıl koruyan kişi ailesi.” Dediğine Afra gülümseyerek gözlerini devirdi “Esmer’den bahsediyor” dedi.
Khalid “Tuhaf bir güçleri var. Farklı bir bağ dokusu” diyerek gülümsediğinde Anif “Sıra dışı çocuklarınız var” dedi.
Dağhan Pehlivan, gözleri tehlikeli bir şekilde parlayıp gülümserken “Babalarına çekmişler” dedi Afra’ya bakıp. Genç kadın “Bilmez miyim?” diyerek başını salladığında gidip Dağhan’a omuz attı ve onun önünden kırıtarak köşke doğru yürümeye başladı. Anif ile Dağhan Bey de kadını takip ettikleri sırada, Dağhan Bey durdu ve “Ne zaman ortaya çıkmayı düşünüyorsun?” diye sordu.
“Yakındır…” dedi Anif düşünceli bir halde “Yakındır…”
Tek düşündüğü Bade’ydi. Yeniden onunla yüz yüze geldiğinde kızın tekrardan kriz geçirmesinden korkuyordu ve bu yüzden erteliyordu her şeyi…
*****************
İSTANBUL / PAŞA
Doruklar ise Demir ve Erdem ile birlikte Badeyi alıp Paşaya gelmişler ve soğuk havaya rağmen dışarıda çardakların altında sıcak yemeklerini yiyen insanları seyrediyorlardı. Poyraz ve diğerleri de sıcak içeceklerini ellerine almış etraflarında olan bitenleri konuşurlarken Nefes sürekli olarak Serap’a bir şeyler anlatıyordu. Onları hiç bu kadar hareketli görmeyen Anıl da kaşlarını çatmış kardeşlerini izliyordu. Kucağında durmakta olan Cesur’un burnunu öpüp duran Anıl küçük bebeğin kendisine mimikler yapması üzerine gülerek kokusunu içine çekip duruyordu.
Demir “Buranın kapanacağına inanamıyor insan.”dediğinde Doruk “Hasan baba yaşlandı artık. Çocukluğumun tümü burada geçti.”dediğinde parmağı ile bardağının kenarına dokundu. Erdem yerinde kıpırdanarak “Hadi karaoke yapalım lan.”dedi ve Bade’ye baktı.
Genç kız sesini çıkarmadan Erdem’e bakarken Demir “Beraber söyleyin” diyerek öne atıldı. Bade “Ben… Ben bilmiyorum…”dediğinde Doruk elini uzattı. Bade, şaşkınlıkla Doruk’a bakarken Erdem onlara uygun bir şarkı bulmaya çalışıyordu. İkisi de Paşanın ortasına geldiklerinde ellerine birer mikrofon tutuşturuldu ve ışıklar karartılıp yalnızca ikisi belirdi sahnede…
Müzik başladığında önce bilmediklerini sandılar ama şarkıyı hatırlayınca ikisi de şaşkınlıkla birbirlerine baktı… İçinde bulundukları duruma ne kadar da uygundu sözleri…
Bade “Picture perfect memories,
-Mutlu anlarını ölümsüzleştir(sakla)
Scattered all around the floor.
-Saçılmış her yere eski fotoğraflar
Reaching for the phone cause, I can't fight it any more.
-Telefona uzanıyorum çünkü artık dayanacak gücüm kalmadı
And I wonder if I ever cross your mind.
-Merak ediyorum da eğer seni hatırlarsam
For me it happens all the time.
-Hep seni düşüneceğim
Doruk ve Bade “It's a quarter after one, I'm all alone and I need you now.
-1'i çeyrek geçiyor saat, tek başımayım ve şimdi sana ihtiyacım var yanımda
Said I wouldn't call but I lost all control and I need you now.
-Seni aramazdım ama kendimde değilim ve sana ihtiyacım var
And I don't know how I can do without, I just need you now.
-Sen olmadan nasıl yaşayacağımı bilmiyorum, sana ihtiyacım var.
Demir, Erdem’e başını sallarken Bade ve Doruk birbirlerine bakarak söylüyorlardı şimdi…
Doruk “Another shot of whiskey, can't stop looking at the door.
-Bilmem kaçıncı bu kadeh içtiğim, gözlerim hep kapıda
Wishing you'd come sweeping in the way you did before.
-Eskiden geldiğin gibi coşkulu bir şekilde gelseydin keşke buraya
Doruk ve Bade “And I wonder if I ever cross your mind.(-Merak ediyorum da eğer seni düşünürsem)”
Doruk “For me it happens all the time. (-Hep seni düşüneceğim)
It's a quarter after one, I'm a little drunk,
-1' i çeyrek geçiyor saat, birazcık sarhoşum
And I need you now.
-şu an sana ihtiyacım var
Doruk “Said I wouldn't call but I lost all control and I need you now.
-Seni aramazdım ama kendimde değilim ve sana ihtiyacım var
Doruk & Bade “And I don't know how I can do without, I just need you now.
-Sen olmadan nasıl yaşayacağımı bilmiyorum, sana ihtiyacım var…
Şarkının bitmiş olmasına rağmen birbirlerinden gözlerini alamıyorlardı. Bade, her an Doruk’un kucağına düşecekmiş gibi genç adama bakarken Doruk onun aksine bakışlarını kaçırıp elindeki mikrofonu bir köşeye bıraktı ve umursamaz bir halde masadaki yerine geri döndü. Bade, sahnede öylece bir başına kalırken yanına gelen Beril eline almış olduğu mikrofonla genç kızı yeniden şarkı söylemeye çağırdı. İkisi birlikte daha hareketli bir şeyler söylerken herkes dikkatini Bade’ye ve Beril’e vermiş ona bakıyordu şimdi… Kontrolden çıkmış bir melek gibiydiler… Üzerinde taşıdığı onca acı ve yük sanki oradakilerin üzerine dağılıyor ve ben buradayım diyordu… Doruk, kaşlarını çattı. Önünde duran belgelere bir kez daha baktıktan sonra gözlerini kapadı acıyla… Aklının bir köşesinden diğerine geçen sesler ve görüntüler onu orada öldürecekmiş gibi hissettiriyordu… Elleri ile başını tutarak “En iyisi gitmek…”dedi. Hasan baba “Nereye?”diye sorduğunda genç adam “İnsanların hayatını mahvetmeyeceğim bir yere…”diye cevap verdi. Ağabeylerine bunu nasıl söyleyeceğini düşünürken var olacak felaketleri düşündükçe canı yanıyordu genç adamın…
Hasan baba “O belgeler de ne var evlat?”
Doruk “Gerçekler… İhanetler… Yalanlar…” diye fısıldadı.
Tekrardan bakışlarını yanaklarından yaşlar süzülmekte olan kıza yöneltti. İçindeki öfkenin dinmesini beklemek için bir şeyler yapacaktı… Bunu yapmak zorundaydı… “Bade” dedi fısıltı ile… Genç kız sanki onu duymuş gibi gözlerini kendisine çevirdiğinde yüzü güldü… Mikrofon elinin altında eriyip ben seninim der gibi ona itaat ederken Bade artık bambaşka bir dünyaya açıyordu gözlerini… O gözler ona çok şey anlatıyordu çünkü… İkisi de kaşlarını çatıp gözlerini kapadılar… Tekrardan açtıklarındaysa Doruk orada yoktu… Bade önüne döndüğünde kırık bir gülümseme yerleşti yüzüne…
Doruk, arkadaşlarının bakışları eşliğinde Paşadan çıkarken Nefes’in sabah söylediği sözler vardı aklında.
“Biz bir aileyiz. Bizi KADER bir araya getirdi ama bizi bir arada tutan ortak acılarımızdı. Kavga etmeye devam edeceğiz… Canımız yanacak… Çok yanacak hem de ama asla birbirimizden vazgeçmeyeceğiz çünkü sahip olduğumuz tek gerçeklik bu. Varlıklarımız. Her zaman BİR olarak hareket ediyoruz. Mesafeler bizi ayırsa da bu hep böyle oldu… Saklanmak yok… Kaçmak yok… Ateşe ateş suya suyla karşılık vereceğiz… Tüm bu felaketler zinciri son bulduğunda elimizde sadece kalplerimiz kalacak… Para ve diğer maddi şeyler kazanılacak şeyler ama biz… Bizden bir tane daha yok… Bu yüzden savaşacağız… Birlikte… El ele… Ne pahasına olursa olsun, eğer gelecekte de birlikte olmak ve çocuklarımıza iyi bir gelecek sağlamak istiyorsak el ele savaşmalıyız… Çünkü bu oyun elle oynanıyor ve kartlar bizim aleyhimize olduğu müddetçe ölmeye devam edeceğiz… Doruk, Bade’nin elini tutmak zorundasın… Bu bir BAĞ ve bu bağı yok etmek için herkes sıraya girmiş bulunuyor… Biz kardeşiz… Birbirimizden nefret de etsek birbirimizi çok da sevsek biz kardeşiz… Kimsenin gücü bu KARDEŞLİĞİ bozmaya yetmez kimse bu AİLEYİ yok edemez yeter ki sen yapbozun son parçasını tamamla. Elini tut”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKU OYUNU 2. SEZON (KAN VE GÜL)
Ficción GeneralBir oyunla örtülüydü o yalan, Ağlanacak güldürüydü oynanan. Çevresini küçüklerin sardığı Gülmelerin arkasında ağlayan, Aldanmamış aldatılmış bir insan.