-102.BÖLÜM-
“Hadi yat şöyle! Nerede kaldı malzemeler?!”
“Serap’ta olacaktı! Serap!”
Yatak odasını savaş alanına çevirmişlerdi. Her yer, her yerdeydi ve hiçbirinin bundan şikâyet eder gibi bir hali yoktu. Gardırobun bütün kapıları sonuna kadar açılmış, bütün kıyafetler iç çamaşırları da dâhil olmak üzere etrafa saçılmıştı. Bit pazarını andıran bu küçük(!) dağınıklık hemen hemen hepsinin oradan oraya koşturmasına neden olurken bir köşede öbek olmuş olan kızlar el birliği ile Bade için hazırlık yapıyorlardı. Senem, ellerindeki eldivenlerle birlikte küçük el cihazını kontrol ederken Bade de hemen yan odada üzerini çıkarmakla meşguldü. Birbirine açılan kapılar yüzünden iç içe olan odalar, birbirlerine ulaşmalarını daha kolay sağlıyordu. “Bade, hazır mısın?” diye bağıran Senem içini çekip uzun ve gür saçlarını, bir kalem yardımıyla güç bela da olsa tepesinde toplamayı başarmış, görev için hazır ve nazır bir şekilde bekliyordu.
“Geldim!” diyen Serap bir elinde buz kovası diğer elinde havlularla içeriye girdiğinde Senem “Sonunda!” dedi gözlerini devirerek. Ardından da bir köşede oturmuş, kollarını birbirine dolamış bir halde öylece dışarıyı izlemekte olan Derin’e baktı. “İstemediğinden emin misin?” diye sordu. o ana kadar konuşulanlara dikkat etmeyen Derin tek kaşını havaya kaldırıp, Senem’e uzunca gelen bir süre içerisinde başını çevirdi. Göz göze geldikleri o anda genç kadının bakışları Senem’in eldivenli elleri arasında ki makineye kaymıştı. Yorgun bakışları ağır ağır Senem’in ellerinden yukarıya çıkıp,kara gözlerini bulduğunda hafif bir şekilde dalgalandı ve “İstemem!” dedi kati bir sesle “Bu çok saçma ve anlamsız geliyor” diye ekledi ardından da.
“Neden?”
Senem’in tek bir sorusu Derin’in ona öfkeyle bakmasına neden oluyordu. Onu sevmiyordu. Senem Altun da,Derin’e doğru gelmeyen hisler vardı ve genç kadın bu nedenle ondan hoşlanmıyordu. Dişlerini sıkıp,başını çevirmeden önce uzun uzun baktı o kara gözlerin sahibine. Sanki biraz daha ona bakmaya devam ederse o karanlık kuyuları andıran gözleri kendisini, kendi denizinde boğacakmış gibi hissettiriyordu. “Bu…” dedi duraksayarak “Damgalanmakla aynı!”
Senem’in bakışları bu sözler üzerine öfkeyle parladı. Derin bir nefes alıp hemen yanı başında oturmakta olan Beril’e baktı ardından da “Benden hoşlanmadığını biliyorum açıkçası ben de senden hoşlanmıyorum ve yerinde olsam benimle pek fazla itişmezdim. Sana insan olduğunu düşünürekten insanca bir soru sordum. Damgalanmak hayvanlara ve eşyalara özgü bir durumdur beni anlıyor musun? Sevdiğimiz insanların isimlerini ya da onları temsil eden bir şeyi vücudumuza yaptırmakla nasıl eş değer görüyorsun aklım almıyor”
Derin’in bu soruya verebileceği bir cevabı yoktu çünkü cevaplaması gereken daha önemli soruları vardı. Mesela içinde giderek kendisine tutunan bebeği gibi? Bunu nasıl halledeceğini bilmiyordu ve düşündükçe içindeki öfke ve nefret de giderek büyüyordu.
Senem, Derin’in konuşmaması üzerine kaşlarını kaldırıp indirdi ve başını iki yana salladı. Serap, yatağın üzerine çıkmış yüz üstü uzanmıştı. Avuç içlerine almış olduğu yüzünü, parmaklarının uçlarıyla seven genç kız bacaklarını arkasında havaya kaldırmış ileri geri sallıyordu. Didem, Senem’in hemen karşısındaydı. Yere bağdaş kurarak oturmuş merakla olacakları izliyordu. Ayşegül ise kucağında küçük kızı Nefal ile ilgileniyordu.
“Keşke Nefes’te burada olsaydı. Neden kalmadı ki?” diye sordu Didem.
Senem “Eve gitmesi gerektiğini söyledi ya! Arada bir uğraması gerekiyor. Her ne kadar Ateş orada yokken onun oraya gitmesini istemese de Nefes bunu yapamıyor”
Didem “Çok seviyor ama”
Serap “Eh,bu da onu haklı yapıyor. Volkan,işe gittiğinde onu kaç kere aradığımı bilmiyorum”
“Nefes’in durumu daha zor ve buna rağmen dayanabiliyor” dedi Ayşegül kısık sesiyle. Kaşlarını hafifçe çatmış, bebeğine bakıyor bir yandan da konuşuyordu. “Biz bir saat bile bizden uzaklaşmalarına dayanamazken o aylarca sevdiği adamdan uzakta yaşıyor. Kim bilir Ateş ağabey ne kadar zorlanıyordur? Sert biri ama bence çok iyi niyetli” dediğinde Senem gözlerini devirip gülümsedi. Onun bu hareketi diğerlerinin de gülümsemesini sağlarken Serap “Allah’ı var adı gibi yalnız” diyerek alt dudağını dişlediğinde Didem, eliyle Beril’in gözlerini kapadı ve “Sen bakma ona tatlım. Terbiyeni bozmasın” dedi gülerek.
Beril, kıkırdayarak başını geriye çektiğinde Senem onun burnunu tutup sıktı ve genç kızın şakaklarına birer öpücük bıraktı. Genç kızın, uzun saçlarını severken “Bizimle birlikte büyüdün sen de Beril” dedi Senem ardından. Beril’in bakışları yıldızlar gibi titreşip, parladığında genç kız içini çekip başını salladı “İyi ki Doruk ağabeyim var. İyi ki onunla tanışmışım” dedi.
“Sahi…” dedi Serap merakla “Siz nasıl tanışmıştınız?” diye sordu.
Beril “Doruk Pehlivan stili ile diyeyim anla sen Serap abla” diyen genç kız Senem’in bir şeyler mırıldanması üzerine kıkırdamaya başladı. Senem de bu arada Bade’ye sesleniyordu.
“Kızım bir üst çıkarmak ne kadar zor olabilir ki? Bade!”
******
Anıl ve Poyraz, karşılıklı oturmuş satranç oynarlarken Doruk da elindeki çay bardağının içinde kalan son çay damlasını da dudaklarından içeriye buyur etmişti. Her iki ağabeyinin de düşünceli bir o kadar da eğlenceli halleri gülümsemesine neden olurken, Erdem’in mutfaktan elinde diz üstü bilgisayarı ile gelmesi üzerine başını kaldırıp ona bakmıştı.
“Demir, gider gitmez raporları atmaya başladı” diyen Erdem, Doruk’un yanına oturup elindeki bilgisayarı önünde ki küçük masanın üzerine koydu. Ekrandaki verileri Doruk’a gösteren genç adam bir yandan da ona durumlarla ilgili bilgileri iletiyordu. “Son bir haftadır İstanbul’da olduğumuz için Romoy Şirketler grubunun genel müdürü ve yardımcısı bizimle bu akşam yemek yemeyi talep etmişler. Nasıl deme çünkü benim de şimdi haberim oluyor. Demir’in söylemesine göre; Kafara burada olduğumuzdan dolayı bu yemeğin sorun olmayacağını ve gerekli ayarlamaları kendisinin yapacağını söylemiş ve bu akşam saat 20:00 sularında Zindan Restaurantta bizlere yer ayırtmış” dedi.
Anıl ve Poyraz, oyunu bırakıp ikiliye döndüklerinde Doruk’un usulca başını salladığını görmüşlerdi.
Doruk “Bizlere derken?” diye sordu.
Erdem “Sen, ben, Derin ve Bade tabi ki.” Dediğinde Doruk “Bade’nin ne işi var bu yemekte? Onun alanı değil ki?” dedi.
Erdem “Alanının olup olmamasıyla ne alakası var kardeşim? Kız bizimle çalışıyor mu çalışmıyor mu? Her toplantımızda bizim yanımızda ve itiraf etmelisin ki işinde oldukça da iyi ki okulunu da bitiremedi henüz.”
Doruk “Kaldığı yerden devam edebilir. Onu tutan ne? Onun gelmesine gerek yok” diyerek arkasına yaslanırken “Senin derdin ne?” diye sordu Anıl.
“Bir derdim yok!”
Anıl “O yüzden mi kızı kendinden uzaklaştırıyorsun? Bu çiftler gecesi değil ki Doruk! Bu bir iş yemeği” dediğinde Erdem’in gözleri bir anda aklına gelen isimle parladı.
“Aha!” dedi genç adam parmaklarını şıklatıp arkasına yaslanırken. Bacak bacak üzerine atarken Poyraz “Başka bir erkek mi var?” diye sordu
“Yok, öyle bir şey!” dedi Doruk hızla. Düşüncesi bile midesinin burulmasına neden oluyordu.
Anıl “O halde?”
Doruk “Bir nedeni olmalı mı? Takdir edersiniz ki etmelisiniz, ben onun patronuyum.”
“Sen ne dersen ona uymak zorunda diyorsun yani öyle mi?” diye sordu Poyraz.
Doruk “Aynen öyle!” dedi.
Erdem “Bade’nin eski Bade olmadığının farkındasın değil mi Doruk? Yani artık onun üzerinde pek bir şey yaptıramadığını ve yaptıramayacağını biliyorsun öyle değil mi?” diye sorduğunda yan gözle Poyraz’ a bakıp göz kırpmıştı. Doruk ile uğraşmak stres atmak gibiydi. Çok çabuk parlayan öfkesini saymazlarsa tabi…
Doruk “Ne demek istiyorsun?” diye sordu.
Erdem “Sen ne kadar patronsan Bade de o kadar patron. Unutma eğer gidip ona bu akşam o yemeğe gelemeyeceğini söyleyecek olursan, karşına geçip sana sahip olduğu hisselerden bahsedecek ve o yemeğe katılmasının hakkı olduğunu söyleyecek” dedi.
Anıl “Adam haklı. Yersiz bir durum örneği sergilediğin” diyerek Doruk’a baktığında “Kimin haklı olduğu umurumda bile değil. Yarın Lyon’a döneceğiz zaten. Kızlarla kalıp, pijama partisi yapsın. Sıkıcı iş yemeği değil” dediğinde Poyraz “Kimden kıskanıyor Erdem?” diye sordu.
Doruk “Sakın!” diyerek arkadaşına uyarı dolu bakışlar atarken Erdem “Nasıl olsa öğrenecekler” dedi.
Anıl “Haklı, bu zamana kadar bizden neyi sakladın da bulamadık?” diye sorduğunda Doruk’un bir an bakışları irileşti. Haklıydı. Hiçbir şeyi saklayamamıştı Doruk, onlardan. Her zaman en başından sonuna kadar neler olacağını bilmişlerdi. Tıpkı bir hafta önce Ecmel’in kim olduğunu bulmak için yaptıkları araştırma gibi… Kader belki de engel olmuştu onların öğrenmesine ya da başka bir şeydi ama Doruk, o zarfın ellerine geçmesine aradan geçen bir hafta boyunca engel olmuş ve yanında bir günah keçisi daha bulundurmuştu. Ayvaz’ı… Abisinin gözlerinin içine baka baka ona yalan söylemek genç adamı üzdüğü kadar Doruk’u da üzüyordu ancak aklı bu kadar karışıkken buna izin vermesi imkânsız geliyordu.
Erdem “Romoy şirketler grubunun başkanı Şebnem Hanım’ın erkek kardeşi Selçuk Bey. Selçuk Alemdar” dediğinde Poyraz “Hım” dedi “Yakışıklı mı?”
Erdem “Yani. Şöyle böyle işte. Tipik Türk erkeği. Senin benim gibi birini düşün ama esmer olanından” dediğinde Anıl “Oha!” dedi eliyle ağzını kapatıp “Yakışıklı ha?””
Doruk “Sen kendini yakışıklı mı buluyorsun? Kız olsam dönüp bakmam sana lan” dediğinde Anıl “Bu halinle bakarsın ama değil mi?” diye sordu.
Doruk, başını sallayıp gülerken Poyraz “Şakayı bir kenara bırakında akşamı konuşalım. Bence, izin ver Bade de gelsin. Hem onun için de bu iyi olacak. Yarın öbür gün kendi işini yapmak ve ayrı bir şirket kurmak isterse bu tarz yemekler onun için iyi birer tecrübe ve referans olacaktır. Bırak insanların arasına karışsın. Sonsuza dek yürüteçte yürümesini bekleyemezsin ya” dediğinde Doruk sadece tek bir şeye takılmıştı. Kendi şirketini kurmak… Bade, bir gün kendisinden ayrı çalışmak isteyebilir miydi? Kendi işini yapmasını anlayabilirdi ancak ayrı bir yerde çalışması… Gözlerini kısa bir süreliğini kapatıp açtı genç adam. Sol tarafındaki sızlama yeniden canını acıtırcasına ben buradayım diyerek kendisini hatırlattığında ister istemez yüzünü buruşturmuştu.
Erdem’in gülümseyen yüzü Doruk’un yeşile dönen yüzünü görmesiyle birlikte yok olmuştu. “Sen iyi misin?” diye sorduğunda Poyraz hemen oturduğu yerden ayağa kalkmıştı. Doruk,”İyiyim. Sinir ediyorsunuz beni sadece” diyerek eliyle Poyraz’a oturmasını işaret etti. Anıl “Çünkü çok çabuk parlıyorsun” dedi.
Erdem “Ee, geliyor mu şimdi Bade?” diye sorduğunda Doruk sesini çıkarmadan önüne bakıyordu. Gözleri dalıp gidecekmiş gibiydi ama zihni bir türlü buna izin vermiyordu.
Doruk “Olmaz” dediğinde Erdem “Bütün bir hafta boyunca zaten ona çok kötü davrandın. Emirler verdin, görmezlikten geldin. Kızı resmen çileden çıkardın ama kızın gıkı dahi çıkmadı. Doruk, gel etme eyleme, bak eğer Bade’nin bu yemeğe gelmesine izin vermezsen valla bu sefer seni öldürür” dedi.
“Bir halt yapamaz!” diyen Doruk sinirle oturduğu yerden ayağa kalkıp Erdem’in önünden geçti. Salondaki kısa merdivenlerden çıkarak girişe vardığında Anıl “Nereye?” diye sordu.
“Gidip bu akşam ki yemeğe gelmesini istemediğimi söyleyeceğim. Kafara, çoktan ona haber vermiştir” diyen Doruk merdivenin basamaklarını uzun bacakları sayesinde ikişerli, üçerli çıkmaya başlamıştı. Onun ardından bakan diğerleri ise gülerek kafalarını sallayarak önlerine dönmüşler ve konuşmaya devam etmişlerdi.
******
Bade, Senem’in kendisine bir kez daha seslenmesi üzerine banyodan koşarak çıkmıştı. Elindeki havluyu bedenine sarmadan önce çıplak bedeninin üzerindeki yara izlerine dönüp baktığı aynaya biraz daha yaklaşırken kapının birden açılması ile neye uğradığını şaşırmıştı. Yüzünü dönüp kapıda kendisine şaşkınlıkla bakmakta olan adam kadar kendisi de şaşırmıştı olanlara.
Doruk, kızların seslerinin geldiği odaya girmekten son anda vazgeçip Bade’nin yatak odasına doğru yürüdüğünde hızla kapının koluna asılmıştı. İçeriye doğru açılan kapı, gözlerinin önüne serdiği manzara karşısında nefesini tutmak zorunda kalmıştı. Bade, çırılçıplak bir halde aynanın karşısında dikilmiş kendisine bakıyordu. Doruk, onun sırtındaki uzun beyaz işkence izlerini görerek kızın kendisine ağır ağır dönmesini izledi. Nefesini tutmuştu. Gerçek manada nefesini tutmuştu genç adam çünkü daha önce Bade’yi çıplak görmemişti. Onu soymuş ve hatta yıkamış olabilirdi ama ona asla şimdi baktığı gibi bakmamıştı. Bütün sinirleri anlamını bildiği o dalgalanmayla sarsılırken yaşayabilmek adına nefes alması gerektiğini hatırlattı kendisine ve ağır ağır solumaya başladı havayı. Göğüs kafesi her inip kalktığında Bade bir elinde havlusu öylece durmuş kendisine bakmakta olan yeşil gözlere bakıyordu. Bir kez daha o ormana giriş yapmış ve bir kez daha yönünü kaybedeceğini bile bile yürümeye başlamıştı. Ona doğru yürümesine rağmen bilmediği o toprakların üzerinde ilerlemek genç kızın kalbini korkuttuğu kadar tatlı bir heyecanla da sarsıyordu. Utanması gerekiyordu değil mi? Öyleyse neden onun karşısında böylesine çırılçıplakken utanmıyordu? Buna neden olan şey kendisi miydi yoksa Doruk’un bakışları mı?
Sanki mevsimler değişmişti bir anda genç kızın etrafında. Kara kış ve kara bulutlar kaybolmuş yerini yakıcı bir hava ve masmavi berrak bir gökyüzü almıştı. Yutkunarak birden elindeki havluyu üzerine örtmeyi akıl ettiğinde utanmamasını sağlayan şeyin kendi hissettikleri değil, Doruk’un hissettirdikleri olduğunu kavramıştı. Doruk, onu utandırmadan bakışlarını çıplak bedenin de gezdirmişti ve nihayet bakışları gözlerini bulduğunda kaşları hafiften çatılmıştı. Ne olmuştu ki şimdi? Bade,merakla onun söyleyeceklerini beklemeye başladığında Doruk nihayet kendisine geldi ve “Bu akşam Romoy şirketler grubunun temsilcileri ile bir yemek yenecek” dediğinde başını salladı Bade “Evet,biliyorum” dedi.
Doruk “İyi o halde. Sen gelmiyorsun o yemeğe!” diyerek kapıyı genç kızın üzerine kapadığında Bade neye uğradığını şaşırmıştı. Dişlerini sıkıp ellerini yumruk yaparken üzerindeki havlu yere; Doruk tarafından paramparça edilen kalbi ve gururuyla birlikte ayaklarının dibine düşmüştü. Sinirden sulanan gözlerini kapatıp derince soluklandığında “Sen öyle san!” diye tısladı dişlerinin arasından. Ellerini saçlarının arasından geçirip nemlenen gözlerini ovuşturduğunda,bir adamın bir an bir kadını nasıl heyecanlandırıp bir an nasıl sinirlendirebildiğini düşündü. Eğer ismi Doruk Pehlivan ise ve kendini beğenmişse bunun pekala mümkün olduğunu kavramıştı genç kız. Sinirle,deyim yerindeyse çıplak ayaklarını yere vurarak içerden sesler gelmekte olan yatak odasına doğru yürüdü ve kapıyı açtı. Birden bütün şaşkın bakışlar kendisine dönünce sinirleri daha da gerilen Bade “Ne var? Daha önce çıplak insan vücudu görmediniz mi?” diye soludu.
Serap “Çok seksisin bebeğim” diyerek Bade’nin yaralı vücudunu şefkatle süzdüğünde Didem başını sallayarak ayağa kalktı ve “Beril,lütfen gözlerini kapa güzelim” dedi “Ablalarının ayarları bozuk”
Senem,kıkırdayarak başını iki yana sallarken Derin şaşkınlıkla Bade’ye bakmaya devam ediyordu. Didem,çekmecenin içinden almış olduğu bir iç çamaşırını Bade’ye fırlatırken “Giy şunu. Midemin daha fazla alt üst olmasını istemiyorum” dedi.
Bade,eline aldığı iç çamaşırını bacaklarından geçirip yukarı çekerken Senem “Hazır mısın?” diye sordu. Bade,sesini çıkarmadan ona bakınca “Biliyorsun vazgeçebilirsin. Canın acıyacak sonuçta” dediğinde “Doruk’un acıttığı kadar acımaz eminim” dedi.
“Uuuu!” diyen Serap bir elini yumruk yapıp dudaklarının üzerine koyduğunda Ayşegül “Bir sorun mu var?” diye sordu.
Bade “Romoylarla olan akşam yemeğine gelmemi istemediğini söyledi” dedi.
“Neden?”
Başını kaldırıp Derin’e bakan Bade, omuz silkip “Bilmiyorum. Hayır, ben ona ne yapıyorum. Son bir haftadır bana nasıl davrandığını siz de gördünüz. Lyon’da da aynısını yapıyor. İş yemekleri ve toplantıları haricinde yan yana bile değiliz. Eğer yılbaşında yaptığım o küçük çaplı oyun yüzünden böyle davranıyorsa benim de ona böyle davranmam gerekmez mi? sonuçta Doruk bana oyunun alasını oynadı değil mi?” dedi burnunun ucuyla Derin’i işaret edip. Tek kaşı havaya kalkan Derin “Sağlıklı bir ilişkin olmasını istiyorsan Doruk’un geçmişte ne yaptığıyla ilgilenmezsin olur biter” dedi.
“Senin için söylemesi kolay tabi” diyen Bade sinirle ellerini yumruk yaptığında Derin’in yüzünde beliren alaycı ifade ile bakışları daha da keskinleşti.
“Yeter!” diyerek araya giren Senem “Sizin saçmalıklarınızı dinlemek istemiyorum. Derin, bir konuda haklı. Geçmişi düşünme. Yani onun sana yaptıklarını unutma tabi ama sürekli bununla da yaşama. Burnundan getir onun. Bu akşam senin yemeğe gelmeyeceğini mi söyledi? Sen de gitme. Yarın kendi başına bir yemek organize et.” Dedi.
Bade, Senem’in önüne otururken “İyi de yarın Lyon’a dönüyoruz” dedi.
“Gitme!” dedi Serap “İnatçılık et. Asi ol biraz. Onun dediklerini yapma. Kuralları boz kendi devrimini yap” dediğinde Senem “Kız haklı” dedi.
Bade, dudaklarını büzüp gözlerini kıstığında Senem “Ona inat git. Hayatını tehlikeye atmayacak şekilde ama. Kıskandır mesela. Ercan ile ya da bir başkası ile. Sadece şu bacaklarını bile ortaya çıkaracak bir elbise giysen onu çileden çıkarırsın emin ol. Ya da saçlarını boyatsan ki kestirdiğini öğrendiğinde tepkisinin nasıl olduğunu gayet iyi hatırlıyorum” dedi gülerek.
Beril “Sarı renk sana yakışır Bade abla beyaz tenlisin ya” dediğinde Ayşegül “Doğru” dedi.
Didem “Sevmediği şeyleri yap mesela. Sende sevdiklerini senin başkalarıyla paylaştığını görsün.” Diyerek göz kırptığında Serap “En etkili silah bebeğim. İşe yaramış ve uygulanmıştır” dedi.
Didem “Her zaman”
“Her konuda alttan alma!”
Kızların hepsi dönüp Derin’e baktıklarında genç kadının bakışları villanın geniş bahçesinde geziniyordu. “Doruk’un özgüveni çok yüksek bir şey henüz olmamışsa bile olduracak bir gücü var. Bade, yapmaz derse sen inadına yap. O güveni kır. Kısacası onun her söylediğini kabul etme. Ona bu kadar fırsat verme. Birkaç adamı öpmekten, elini tutmaktan ya da yemek yemekten kimseye zarar gelmez” dediğinde Senem “O yine haklı” dedi.
“Tabi gecenin sonunda sana ne yapar orasını bilemeyiz? Doruk Pehlivan kızım bu; adam ateş gibi yanıyor. Seni artık yatağa mı kelepçeler yoksa kendisine mi zincirler bilemiyorum ama sabaha senden eser de kalmayabilir bak ona göre söylüyoruz bunları” dedi Serap.
Didem “Evet, ayarında yap ki başına bir iş gelmesin” dedi göz kırparak.
Senem,eline almış olduğu makineyi yerine koyup Bade’nin gözlerinin içine bakarken “Umarım söylediklerimiz aklında en azından birkaç detayı belirlemene neden olmuştur” diye söylendi.
Bade “Hemen hemen” dediğinde Senem gülümsedi ve “Güzel” dedi içini çekerek “Şimdi hazır mısın?” diye sorduğunda Bade kararlı bir şekilde başını salladı.
Senem “Güzel. Uzan o halde” dedi. Bade, yavaşça geriye doğru bükülürken başı Didem’in kucağına gelmişti. Genç kızın, ince parmakları Bade’nin narin omuzlarını kavradığında “Çığlık atarsan seni susturacağım” dedi tereddüt içinde.
“Ya da memesinin ucunu sıkarız” dedi Serap dil çıkararak.
Bade “Ya!” dediğinde Ayşegül “Şaka yapıyor. Asla izin vermeyiz” dedi Serap’a kötücül bakışlar atarken.
“Derin bir nefes al” dedi Senem Bade’nin bacaklarının arasına girip bacaklarını beline dolarken. Genç kız, gözlerini kapatıp derin bir nefes alırken ellerini yumruk yapmıştı. Senem, dikkatle cihazı çalıştırırken “Başlıyorum” dediğinde Bade “Hazırım” dedi. Gönüllü bir işkenceydi bu sefer ki. Kendisini öyle avutuyordu ancak ne zaman makinenin ucu tenine battı işte o zaman gerçekten çığlığı basıverdi.
“Ayyyy!”
***************
Merdivenlerden aşağı koşarak inen Doruk,kendisini hızla mutfaktan içeriye atmıştı. Talu Hanım,soymakta olduğu patatesleri masanın üzerine bırakıp yerinden kalktığında Doruk,bardaklıktan aldığı bardağa su doldurmaktaydı can havliyle. “A-ah,oğlum iyi misin?” diye soran Talu Hanım ,Doruk’un içi su dolu bardağı başına diklemesi ile ona endişeyle bakıyordu.
“Poyraz? Anıl?” diye bağıran Talu Hanım oğullarının yanına gelmesi ile onlara ölümcük bakışlarından birini atıp işaret parmağını sallamaya başladı “Ne yaptınız siz benim oğluma?” diye sorduğunda Doruk başını lavaboya eğmiş soğuk suyun altına tutuyordu.
Poyraz “Hiçbir şey”
Talu Hanım “Bana yalan söylemeyin” dediğinde “Anne!” dedi Poyraz uyarırcasına “Yalan borcumuz mu var ya? Ne oldu oğlum sana?” diye sordu Doruk’a bakıp. Doruk,gözleri kapalı öylece suyun altında durmuş az önce olanları hazmetmeye çalışırken sol tarafına giren krampla bir anlıkta olsa nefesi kesildi ve midesi ağzına geldi. Tutunmuş olduğu tezgahtan elleri kayarak,öğürmeye başladığında Talu Hanım “Hii” diye bir ses çıkardı ve endişe içerisinde havlu getirmek için içeriye koşturdu. Anıl ile birlikte Doruk’un omuzlarından tutan Poyraz, “Erdem!” diye bağırdığında genç adam hemen yanlarında almıştı soluğu.
“Şu koltuğu yaklaştırsana şöyle” diyerek başıyla koltuğu işaret ettiğinde Doruk “Ben iyiyim” dedi.
Anıl “Belli iyi olduğun” diyerek onu güç bela da olsa koltuklardan birine oturtmuştu Poyraz’ın yardımıyla. Koşarak yanlarına gelen Talu Hanım, havluyla genç adamın yüzünü kurulamaya başladığında Doruk kendisini geri çekmişti. “İyiyim ben. Anne valla bak”
“Yüzün yemyeşil. Şu gözlerinin kırmızılığına bak” dedi Talu Hanım, Doruk’un yüzünü severken “Oğlum, niye bakmıyorsun kendine?” diye sorduğunda Doruk “Ya ne alakası var Talu anne ya?” dedi yüzünü buruşturarak. Kramp hala oradaydı ama midesi bulanmıyordu.
“Bade bir şeyden mi korkmuş?”
“Ne?” Başını çevirip Erdem’e bakan Doruk, ona kaş çattı. Erdem de bunun üzerine “Genelde birbirinize olan şeyleri hissedebiliyorsunuz ya ondan dedim” dedi.
“Yok… Bir şeyden korktuğu falan yok.” dedi aceleyle. Bu tamamen Doruk ile ilgiliydi ama o da bilmiyordu ne olduğunu.
“Kalk!” dedi Poyraz “Hastaneye gidiyoruz”
Doruk “Ben gelmiyorum bir yere çocuk muyum ben? İyiyim dedim işte, hava değişiminden oldu büyük olasılıkla biraz da sinirsel” dediğinde az önce gördüğü tablo geliyordu gözlerinin önüne yeniden ve yeniden. Nasıl bir şeydi o öyle? Bütün bedeni uyuşmuştu sanki genç adamın. Yutkunarak bakışlarını kaçırırken Poyraz endişe içerisinde konuşmaya başladı “Ağabeycim, bak bir sorunun varsa…”
Doruk “Ne sorunum olacak ya! Bade’ye akşam gelmeyeceksin dedim o kadar. Sorunum falan yok. Abartmayın!” diyerek kızdı. Anıl’ın irdeleyen bakışları Doruk’un üzerinde dolaşırken Poyraz sıkılgan bir şekilde ayağa kalktı. Mutfak tezgahına yaslanıp ellerini pantolonunun cebine soktuğunda o da en az Anıl kadar Doruk’un bu halinin nedenini merak ediyordu.
“Doruk?”
Anıl’ın bakışları anında kendisine dönmüştü. Doruk’un da bu durumda ona bakması kaçınılmazdı çünkü ses tonu az önceki gibi endişeli değil ciddi ve buyurgan çıkıyordu. Genç adam, bunun üzerine istemeyerek de olsa başını kaldırıp Poyraz’ın gözlerinin içine baktı. Başını hafifçe salladığında “Bizden ne saklıyorsun?” diye sordu Poyraz. Erdem, bile gerilmişti bu ses tonu karşısında. Bilmiyor olmaları belki de en iyisiydi gerçekten çünkü Doruk’a öyle bir bakıyordu ki genç adam, o bakışların altında normal bir insanın yaşayabileceğini sanmıyordu. Neyse ki kendileri birbirlerinin davranışlarına bağışıklık kazanmışlardı…
Doruk “Ne demek ‘ne saklıyorsun?’” dedi.
Poyraz “Bence sorduğum soru anlaşılmayacak gibi değildi öyle değil mi? Ne saklıyorsun?”
“Ebeni!”
Anıl “Sinirlenmen için sormadı ama böyle tepki vermen de bir şeyler sakladığın gerçeğini değiştirmiyor” dedi.
“Sizinle uğraşamayacağım!” diyen Doruk oturduğu yerden ayağa kalktığında “Biraz şekerleme yapacağım” dedi. Poyraz’ın birden ensesinden kavraması üzerineyse o ana dek sesi çıkmayan Talu Hanım çığlık atar gibi konuşmuştu. “Oğlum! ;Poyraz!” diye bağırdı.
“Hoşumuza gitmeyecek bir şey mi?” diye sordu Poyraz.
Doruk “Neden bahsettiğini bilmiyorum!” dedi.
“Hım… Kesinlikle hoşumuza gitmeyecek öyleyse Anıl. Ama bizim hoşumuza en çok ne gitmez biliyor musun Doruk? Kardeşimin benden sakladığını bir yabancıdan öğrenmek! İşte bu hiç hoşuma gitmez!” dediğinde sesi ölüm kadar sessiz ve sakin bir tondaydı. “Bu halinin sinirden kaynaklandığını söylüyorsun. Seni sinirlendiren tek şey; Bade mi? Eğer öyleyse sen kötü bir yalancısın Doruk. Çünkü benim tanıdığım Doruk her daim ayakta kalmasını bilen bir adamdı. Bu karşımda gördüğüm değil. Gözleri onun gibi ama onun gibi bakmıyor. Özellikle de bana ve Anıl’a. Bizden bir şey saklıyorsun Doruk? Nedir o? Üzülmemizi mi istemiyorsun?” diye sordu.
Erdem, müdahale etmek için onlara doğru yaklaşıyordu. Doruk’un bu halinin sebebini bilmiyordu ama Poyraz ona baskı yapmaya devam edecek olursa Doruk’un bütün sınırlarının yerle bir olacağını görebiliyordu. Abisinin karşısında gücünün pek bir önemi yoktu çünkü ona karşı gelemezdi. Doruk’un sinirlenmesi üzerine Poyraz’ın gözleri yumuşadı. Boşta olan elini de genç adamın boynuna götürürken “Bizi en çok senin üzülmen üzer” dedi.
Doruk, hırsla Poyraz’ın elinden kurtulup yatak odasına giderken Anıl “Ne saklıyor ağabey?” diye sordu. Doruk’un arkasından bakan Erdem, dönüp Anıl’a baktığında Poyraz sıkıntıyla iç geçirdi “Bilmiyorum. Bilmiyorum ama bu şey her neyse onu yiyip bitiriyor” dedi. Bu sefer ses tonu az öncekinden bile kötüydü. Kardeşine yardım edemeyecek olan bir abinin sesindeki korku vardı ve o korku bütün bedenini sarmalıyordu.
************
Uyandığında –tabi ona uyumak denilirse- saat yediye geliyordu ve yemeğe gitmesi için bir an önce hazırlanması gerekiyordu genç adamın. Herkes evlerine dağıldığından, açıkçası evde kimin kalıp kalmadığı hakkında bir bilgisi yoktu. Gözleri uykusuzluktan yanarken, başı felaket bir şekilde zonkluyordu. Siyah takım elbisesinin içine giyinmiş olduğu gömleğinin kol düğmelerini iliklerken son bir kez dönüp aynadaki aksine bakmıştı. Oldukça iyi gözüküyordu. Şu gözaltı halkaları için, kızların kullandığı kapatıcılardan bir ara kullanabilirim diye düşünürken kapısının çalınması ile “Evet?” dedi.
“Gelebilir miyim?”
Bade’nin sesini duyması ile başını çevirip kapının eşiğinde duran genç kıza baktı Doruk. Gözleri kızın göz alıcı siyah uzun elbisesinde ve belinin hemen aşağısında biten derin yırtmacında takılmıştı. O nasıl bir yırtmaçtı öyle? Adım atsa ona ait olan şeyler gözükecekti! Dişlerini sıkarak “Bu ne?” diye sordu. Bade de onun bakışları üzerine başını eğip elbisesine baktı. Karnındaki sızı hafif olsa da devam ederken sargı bezlerinin inceliği neyse ki elbisenin üzerinde pek bir belirginlik yapmamıştı. “Elbise” dedi “Yemeğe bununla gideceğim”
Doruk “Efendim?” dedi. Tek kaşını havaya kaldırmış, başını hafifçe çevirmişti “Ne dedin?” dedi.
Bade “Bir saat sonraki yemek için giyindim Doruk Bey” dediğinde Doruk’un bakışları kısılmıştı. Bade, arkasını dönüp kapıdan çıkmadan önce omzunun üzerinden Doruk’a baktı ve “Bir saat sonra görüşürüz” diyerek kendi odasının yolunu tuttu. Doruk, onun gidişini az çok görebilirken “Nasıl ya?” diye söylendi sinirle ve kızın peşinden gitti. Hızlı hızlı yürüyüp kızı koridorda kolundan yakaladığında, tahmin ettiği üzere o dekolte faciası yırtık kumaş açılıverdi ve kızın süt gibi bacaklarını gün yüzüne çıkardı. Sinirle suratını buruştururken “Sana o yemeğe gelmeyeceksin dediğimin nesini anlamıyorsun?” diye sordu.
“Anlıyorum” dedi Bade de bunun üzerine “Ama işime geleni” dedi.
Doruk “Beni bilerek sinirlendiriyorsun değil mi?”
Bade “Ne alakası var? Bu şirketle iş anlaşması yapılırken ben de yanınızda değil miydim? Ee, o zaman hangi hakla benim bu yemeğe katılmamı engelleyebiliyorsun sen?”
Doruk “Ne?”
Bade “Ne ne? İşine gelmeyince ne değil mi zaten? O yemeğe benim gelmemi istememenin tek bir sebebi olabilir” dedi.
Doruk “Öyle mi?”
Bade “Öyle!”
Doruk “Neymiş o?”
Bade “Şebnem denen o kadın ve onun iri memeleri. Eminim yemek boyunca onun ‘Ahaha İlahi Doruk Bey çok gençsiniz ama çok zekisiniz. Ahaha, ne kadar tatlı bakıyorsunuz öyle! Aha hahaha, Doruk Bey bir ara gelip benim de evimdeki elektrik tesisatının döşemelerine bakabilir misiniz belki bende sizin projesini devraldığınız bir dairede oturmak isteyebilirim!’ sığ sözlerini dinlemek ve sırf ben varım diye istediğin gibi aşna fişne yapamayacağın için beni istemiyorsun değil mi? Hı, değil mi hı?” dedi. Doruk, gülse mi kızsa mı bilemedi bu durumda. Kollarında tutmuş olduğu bu kızıl saçlı kanatsız melek etrafına ateşten oklar atıyordu hedefini bilemeden. Dudaklarını birbirine bastırmayı güç bela da olsa zapt eden Doruk “Saçmalama!” diyerek kızı sarsarken Bade onun kollarından kurtulup üstüne başına çeki düzen verir gibi yaptı. Sonra alayla gülerek “Hah, tabi ya. Benim de 100 bedenlik memelerim olsa beynimi kullanmak yerine ben de memelerimi kullanırdım” dedi.
“Hele bir dene!” diyen Doruk’a Bade öyle bir bakış atmıştı ki genç adam dehşete düşmüştü. Sanki Bade ağzını açsa içinden ağzından ateşler çıkaran bir ejderha çıkacaktı. Bu durumda aklına Serap’ın bir ara lisedeyken söylediği komik şeylerden biri gelmişti. Doruk,pikaçuysa Bade de ejderha Charizard’dı.Gülme diye tembihledi genç adam kendisini… Bade ise Doruk’un ‘Hele bir dene’sinde kalmıştı? Bütün bir hafta boyunca ona yaptıklarını cidden umursamıyor muydu bu adam?
Üzerine üzerine yürüyordu genç kız. Bir suçu olmamasına rağmen bütün bir gün boyunca onun tarafından azarlanmaktan, hor ve görmezlikten gelinmekten bıkmış usanmıştı. Dayanacak gücü de kalmamıştı. Sinirliydi ve kırgındı. Ellerini yumruk yapmak istiyor ve onun üzerine atılıp yumruklamak, ondan adam akıllı bir sebep duyana kadar ona bağırmak ve sonra da başını göğsüne yaslayıp ağlamak istiyordu. Ona bu kadar üzüntü verdiği için tüm bunları yapmak istiyor ama yapmıyordu. Şuan kalbinin sesini dinleyemeyecek kadar kıskançlıktan gözü dönmüştü çünkü. Suratını buruşturup genç adama doğru bir adim daha attı. Kollarını havaya kaldırıp, ince uzun parmaklarını onun saçlarının arasına daldırıp sertçe kendisine çekerken gözlerini kapatıp derin derin soludu kokusunu. Doruk, sesini çıkarmadan içine düşmüş olduğu durumu kavramaya çalışırken Bade onun saçlarına daha çok asıldı ve yatak odasına doğru sürüklemeye başladı. Nefes alışverişlerinden başka hiçbir şey duyulmuyordu ve Bade bu anin etkisinde kalmamak için mantığına sığınıyordu. Doruk, kendisini kırılacak bir şeymişçesine tutarken genç kız onu esikten içeriye doğru itip, dudaklarını genç adamın yanaklarına doğru sürttü ve ardından "Cezalısın!" Diyerek onu birden bırakıp hızla gerisin geri koşmaya başladı. Odanın kapısını kapatıp kilidi çevirdiğinde " Bugün bana yaptıkların yetti artık! O kadınla o toplantıyı da ben yapacağım seni lanet olmayasıca herif!" Diye bağırdığında içerden ses gelmemesi üzerine kulağını merakla kapıya yaslamıştı.
"İstediğimi yaparım aç su kapıyı Bade! Beni kıskanman da çok yersiz ayrıca! " dedi Doruk dişlerini sıkarak.
Bade "Seni kıskanmıyorum aksine sana uyuz oluyorum. Sana baktıkça ve bana böyle davrandıkça seni ısırmak istiyorum!" Diye tısladı.
"Aç şu kapıyı Bade" dedi Doruk "Bana uyuz olduğumu söylüyorsun ama kuduran sensin anlamıyorum! Aç su lanet kapıyı, geç kalıyorum!" Diye bağırdığında Bade "Cezalısın!" Dedi başını sallayarak "Duydun mu beni? Cezalı! Ben gelene kadar orada kal da aklın başına gelsin biraz. Ben de bu arada Selçuk Bey ile bir şeyler içerim ..." dedi "Toplantıdan sonra"
Doruk, uzaklaşan ayak seslerini ve kapının kapanma sesini duyduğunda sinirle gözlerini kapatıp derince soluklandı. "Allahım ya ben ne günah işliyorum da beni böyle cezalandırıyorsun ya rabbim!" Diye inledi sinirle. Etrafına bakındığında ise bu odadan hiçbir şekilde çıkamayacağının da bilincindeydi üstelik... Yeniden kapıya gidip yumrukladığında villadan çıkan arabanın sesini duydu. Sinirle gözlerini kapatıp, alnını kapıya yasladığında “Kızıl… Kızıl…” diye inledi.
“Ah!” diyerek yumruğunu kapıya geçirirken sırtını kapıya dönüp odanın içinde gezdirdi gözlerini. Her şey ona aitmiş gibi duruyordu ama aslında değildi. Camın önüne doğru yürüyüp küçük, hiçbir şekilde sığamayacağını bildiği koltuklardan birine oturduğunda ceketinin cebinden bir ilaç kutusu çıkardı. İçinden iki tane küçük sarı hapı eline alıp ağzına attığında kaşlarını çattı. Loş odanın içinde onun kokusuyla baş başa kalırken aslında içten içe bu odayı talan etmek istiyordu. Bunu yapacak gücünün olmadığını hissettiğindeyse geriye sadece oturup beklemek kalıyordu.
**********
Erdem ve Derin’e son anda yetişen Bade onlarla birlikte masaya doğru ilerlerken abisinin “Doruk nerede fare?” dediğini işitti.
“Evde”. Şalını çıkarıp vestiyere bırakan genç kız çantasını eline alıp içeriye girmişti. “Ne demek evde? Evde ne işi var ?” diye sordu Erdem. Şaşkındı ancak Derin onun aksine soğuk ve sakindi.
“Cezalı” dedi Bade de bu arada kendilerini görüp ayağa kalkan Selçuk Bey’e gülümserken.
Erdem “Nasıl?” diye sorduğunda sesi çığlık atar gibi çıkmıştı çünkü küçük kız kardeşinin bilmece gibi cevaplar vermesi kendisini dehşete düşürmüştü. “Doğruyu söyle bana!” dedi kızın koluna asılıp kendisine çevirdiğinde “Ne yaptın arkadaşıma? Bak son birkaç aydır hafızan yerine geldiğinden beri sesimi çıkarmıyorum ama içten içe birkaç tahtanın eksik olduğunu düşünüyorum Fare! Söyle bana çabuk Doruk’uma ne yaptın?” diye sordu.
Derin, kıkırdayarak eliyle dudaklarını örttüğünde Bade de gülmemek için kendisini sıkıyordu. Boğazını temizleyip kolunu abisinin elinden kurtardı ve onun yerine koluna girerek yeniden yürümeye başladı. “Demek birkaç tahtamın eksik olduğunu düşünüyorsun öyle mi? seni uyarıyorum Erdem abi bana bir daha fare dersen seni kendi kapanınla öldürürüm haberin olsun” dedi.
Erdem “Yedim ben de.”
Bade “Valla sen bilirsin. Deli olan benim” dediğinde Derin başını arkaya atıp kısa bir kahkaha attı.
“Hanımlar…” diyen Selçuk Bey elini uzatıp kızların ellerini usulca öptüğünde “Bu neşenizi neye borçluyuz?” diye sordu. Derin’in buzdan bakışları yerine geri gelirken Bade’nin de yüzünü alaycı bir tebessüm yerleşmişti. “Güzel bir yemek olacağını konuşuyorduk” derken Selçuk Bey “Kesinlikle” diyerek genç kızı beğeniyle süzmüştü. Erdem’in eşliğinde teker teker yerlerine oturan kızlar,Şebnem Hanım ile karşılaştıklarında yalandan gülümsemişlerdi.
“Doruk Bey yok mu?” diyen kadına önündeki kadehi fırlatmak istiyordu Bade. Ama yine de “Yok!” demeyi başarabildi.
Şebnem Hanım “Neden?”
“Ne demek neden?”
Şebnem Hanım “Neden gelmedi? Hasta mı yoksa?” diye sorduğunda Bade “Yoo, aksine gayet iyi. “ dedi. Selçuk Bey, arada kendisine sorular sorarken Bade güçlükle cevap veriyordu. İş dışında bir adamla ne konuşması gerektiğini hala tam olarak bilmiyordu. Bunun için rahatsızlığını dile getirmek yerine arada hafif tebessümler ediyordu. “Yaaa” diyen Şebnem Hanım’ın dekolteli bluzuna bakan Bade dişlerini sıkarak önündeki kadehi eline aldı. Suyundan bir yudum alırken “Bluzunuz çok güzelmiş, çok beğendim” dedi.
Şebnem Hanım “Çok sağ ol canım. Ben de çok severim. Paris moda haftasından almıştım” dediğinde Bade “Sahi mi?” diye sordu.
“Hı hı, Evet” dedi kadın.
Selçuk Beyle bir yandan konuşmaya devam ederken diğer yandan da kadına laf yetiştirmeye çalışıyordu. “Yazık olmuş ama” dedi kadına doğru. Şebnem Hanım’ın kavisli kaşları bir anlığına da olsa çatılmıştı. “Ne demek istiyorsunuz?” diye sorduğunda Bade “Dar gelmiş sanırım. Biliyorsunuz Avrupa’daki beden ölçüleri ile Türkiye’deki beden ölçüleri aynı numaralandırılmıyor” dediğinde kadının an be an patlıcan gibi morarmasına şahit olmuştu genç kız.
****
“Ne eksikse sen tamamla,
Son derece yorgunum.
Çok uykum var, öp beni,
Öpersen, ne güzel uyurum.
(ALİ LİDAR)
İtiraf etmeliydi ki gerçekten güzel geçen bir yemek olmuştu. Şebnem Hanım, Doruk ile ilgili muhabbet etmekten sıkılıp sonradan kardeşi ile birlikte iş hakkında konuşmaya başladıklarında Derin, Erdem ve Bade her bir sorunun üstesinden kolaylıkla gelmişlerdi. Kah kahkaha atılmış kah düşünülmüştü gelecekle ilgili planlar yüzünden… Ama hiçbiri keyiflerini kaçırmamıştı. Yemeğin sonunda bir şeyler içmek için başka bir yere gitmeyi öneren Selçuk Bey, Bade’nin kendilerine eşlik edemeyecek olmasına belli etmese de bozulmuştu. Genç kız, abisini ve her ne kadar o kabul etmese de ablasını onlarla gönderdikten sonra restaurantın kapısında arabasını beklemeye başlamıştı. soğuk hava narin tenine bıçak gibi saplanırken arkasındaki güvenlik ekibinden iki adam kendisiyle birlikte bekliyordu. Birkaç dakika içerisinde vale tarafından getirilen arabasına geçen genç kız,kendisiyle birlikte bekleyen adamlara başıyla teşekkür edip yola koyulmuştu. Eve gitmek için acele etmesine gerek yoktu çünkü Doruk’un ne halde olduğunu az çok biliyordu. Onun çoktan gitmiş olabileceğini bile düşünüyordu. Ya da sinirden köpürdüğünü… Bu yüzden olabilecek en düşük hızda sürüyordu aracını… Takip edildiğini anlayana kadar…
Beyaz bir sedan marka araç kendisiyle birlikte hareket ediyordu. Korkması gerekiyordu öyle değil mi? ama korkmuyordu! Ne var ki hızını da arttırmamış aynı seviyede gitmeye devam ediyordu. Belki bir sarhoştu ya da kendisi gibi normal bir iş yemeğinden dönen biri. Üzerinde durmadı Bade. beyni çoktan savunması için bedenine komutlar verirken kalbi tam tersini söylüyordu. Zıtlıklarla dolu bir bedenin içine sahip olduğu için ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordu sinirle. Direksiyonu tutan elleri gevşemeye başlarken ağaçlık alana giriş yapıp, villanın görüş mesafesine girmesini bekledi bir süre. Ardından hızını yavaş yavaş arttırdı. Dikiz aynasından baktığı araç koruluğun hemen başında durduğunda Bade gerçekten izlenildiğini anlamıştı. Bir sarhoş ya da iş adamı değildi bu. Gecenin karanlığına saklanmış cellâttı. Arabayı demir kapının dışında bırakıp, dışarıya çıktığında kapıyı usulca açıp içeriye girdi. Bütün kilitlerin kapandığından emin olup, yavaş yavaş eve doğru yürürken herhangi bir şeyin olmasını diliyor gibiydi. Ama beklediği olmamıştı. Anahtarı kilide sokup çevirdiğinde hızla kendisini içeri atmıştı. Soğuktan üşüyen bedeni titrerken bakışları merdivenlerin sonuna takıldı. Acaba Doruk hala orada mıydı?
Bu düşünceyle az önceki durumdan çok çabuk kurtuldu ve üzerindeki şalı atarak hızla merdivenlere koştu. İkişer ikişer çıkmış olduğu merdivenlerin sonuna gelip koridorda koşmaya başladığında çoktan nefes nefese kalmıştı bile. Anahtarın hala kapının üzerinde olduğunu görüp,dahası kapının bile yerinde durduğunu görüp dudakları hayretle aralandığında hızla anahtarı çevirip kapıyı açtı ve karanlık odadan içeriye girdi. Nefes alışverişlerinden başka bir ses duyamayan Bade yatağının başına gidip baş ucu lambasını yaktığında başını çevirmesi ile Doruk’u gördü. Çığlığı boğazına takılıp kalırken genç adamın,bacaklarını uzatmış,kollarını göğsünde kavuşturmuş ve başını boynuna rahatsızlık verecek şekilde arkaya atıp uyumasını izlemişti öylece. Yavaş yavaş bulunduğu yerde doğrulurken onun üzerindeki kıyafetlerle hiçbir şey yapmadan öylece oturup kendisini beklediğini bilmek genç kızın gururunu okşamıştı. Ve onun bu halini görmek ona dair hissettiği tüm kızgınlığını alıp götürmüştü. Öte yandan onun bu şekilde uyumasına izin veremezdi ancak Doruk kendisinden çok çok güçlüydü. İstemeyerek de olsa yatağının örtüsünü kaldırdı ve genç adamın üzerine örtmek için harekete geçti. Havaya kaldırıp indirdiği örtü usulca Doruk’un bedenine örtülürken genç kız,onun üşümemesi için iyice örtüyü boğazına kadar örtmeye başladı. Gözlerini yaptığı işe çevirmiş öylece dururken başını kaldırmasıyla bu sefer çığlık atmadan duramamıştı.
Doruk,gözlerini açmış kendisine bakıyordu. “Gelmişsin” diyen genç adam oturduğu yerden doğrularak elleriyle gözlerini ovaladı. Bade gerileyerek ona bakarken “Gitmişsindir diye düşündüm” dedi. Doruk,sesini çıkarmayıp kıza bakınca Bade birden alt dudağını dişledi. Onun hala uyuklamakta olduğunu görebiliyordu. “Uykum var” diyen Doruk öylece kızın gözlerinin içine bakarken başı geriye düşmüştü yeniden. Bade,öne atılıp “Burada uyuyamazsın!” diye bağırdığında genç adam “Odama giderim ben de” dedi homurdanarak. Aslında Bade onu da demek istememişti.
“Burada uyuyabilirsin” diyen kıza bakan Doruk “Bu yatak küçük. Benim buna sığmam imkansız” dedi belirli belirsiz.
“Eskiden uyurdun.” Dedi Bade.
Güçlükle gözlerini araladı Doruk “Bade…” diye söylendi “O zaman çocuktum. Boyum o zaman bu kadarım bile değildi” dediğinde Bade “Uyuyabilirsin” dedi inatla “Uyuyabileceğini biliyorum”
Bir aydır istediği uyku nihayet gelip göz kapaklarına dayanmıştı ve Doruk kalkmış gecenin bir yarısında Bade ile tartışıyordu. Ne için? Boyuna yetmeyecek bir yatak için?
“Peki…” diyerek kızın elinden elini kurtarıp yatağın sol tarafına geçti. Ayakkabılarını güç bela ayaklarından çıkarıp sırt üstü yatağa uzandığında, dalmak üzere olduğunu biliyordu. Bade ise o sırada onu güç bela soymaya çalışıyordu çünkü Doruk üzerinde bir şey varken uyumaktan nefret ederdi. Onun söylenmesine aldırmayarak ceketini, ardından boynuna dolanan kravatını ve gömleğini üzerinden çıkarmıştı. Kan ter içinde kalıp öylece yatağın sağ tarafında durmuş Doruk’a bakıyordu genç kız. Gözlerini ondan alamıyor,almak da istemiyordu. Onu bu kadar üzüp kırmasına rağmen nasıl oluyor da gün geçtikçe büyüyen bir sevgiyle seviyor anlayamıyordu. Bazen hissettiklerinden korkuyordu. Kalbi çok korkuyordu ona yetemeyeceklerini düşündükçe. Yutkunarak başını önüne eğdiğinde Doruk’un inlediğini duydu. “Bade…” diye fısıldadı genç adam. Gözleri kapalıydı. Uyuyordu ve sayıklıyordu. Onun sayıklaması bu dünyada imkansız gibi bir şeydi çünkü Doruk gerçekten üzüldüğünde bir şeyleri sayıklardı.
“Efendim?” dedi onun kendisine cevap vermeyeceğini umarak yine de.
“Canım yanıyor…” dedi genç adam. Genç kızın, aralık dudakları hıçkırmamak için kapanırken onu neyin üzdüğünü bilmek istiyordu. “Çok yoruldum…” Gözünden akan bir damla yaşı parmağının ucuyla yakaladı Bade. Doruk, ağlıyor muydu? O gözyaşını kalbinin üzerine koyup beklettiğinde genç adamın kaşları dinginleşti. Bade, onun tamamen uyumuş olduğunu anlamasına rağmen gözünden akan o ikinci damlayı silebilmek için ellerini onun başının iki yanına koydu ve üzerine eğildi usulca. Başını eğip, dudakları ile Doruk’un küçücük de olsa gözyaşının iz bırakmış olduğu o ıslaklığı dudakları ile kurularken kalbi de hızla atmaya başlamıştı. Neredeyse kokusunu bile unutur gibi oluyordu ondan uzak olduğu her günde. Dudakları genç adamın ıslak kirpiklerine değip, usulca geri çekildiğinde “Ben senin yerine ağlarım yeter ki senin canın yanmasın…” diye fısıldadı.Dudaklarını genç adamın gözlerine bastırıp geri çekilirken sırtını ona dönecek şekilde yatağın sağ tarafına uzandı. Elbisesini çıkarmadan ellerini başının altına alıp onun için ağlamaya başladığında, boynunun altından giren kol yüzünden hıçkırığı boğazına takıldı. Güçlü kolların kendisini çekmesine izin verirken bedeni sarsılıyordu. Ağlamak istemiyordu o yanındayken ama o bir damla gözyaşı canını o kadar çok yakmıştı ki sevdiğinin bu kadar acı çekmesine neden olan şeyi bilememek ve ona yardım edememek, dokunabileceği kadar yakınındayken o izin vermediği için ona dokunamamak onu öldürüyordu. Bu bütün intikam duygusundan, kaybetmişlikten, kızgınlıktan daha beterdi. Her gün ona dair birçok şey içinde büyürken ondan mahrum kalmak çok can yakıcıydı. Günün içinde onunla didişip dururken gecenin bir yarısında soluğu onun kollarının arasında almak belki de en büyük hediyesiydi hayatın ona. Burnunu çekip ellerini tutan elleri sevdi usulca. Ardından Doruk’un kolları arasında dönüp yüzünü göğsüne yasladı. Dudakları kalbinin üzerine gelip, onu uyandırmayacak şekilde temas edip dururken bir kolunu da genç adamın kolunun altından beline sarmış ve onu kendisine çekmişti. Sessizce Doruk’un kalbine doğru ağlarken onu sımsıkı sarıyordu ince kolu. Kalbi bir koza gibi Doruk’un kalbindeki acıyı sarmalarken Bade her şeyden habersizdi. Doruk’un gözleri açık, akmak için yer arayan gözyaşları ile parlıyordu. Ne demişti Kızıl’ı?
“Ben senin yerine ağlarım yeter ki senin canın yanmasın…”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKU OYUNU 2. SEZON (KAN VE GÜL)
Fiction généraleBir oyunla örtülüydü o yalan, Ağlanacak güldürüydü oynanan. Çevresini küçüklerin sardığı Gülmelerin arkasında ağlayan, Aldanmamış aldatılmış bir insan.