Bölüm 47

110 23 1
                                    

"Abi!"

Titreyerek açmıştı gözlerini. Kendi sesinin tizliği karşısında irkilmiş ve korkmuştu Bade. Dirseklerinin üzerinde doğrularak yattığı yerden kalktı ve etrafına bakındı. Beyninin içindeki görüntüler, sesler ne zaman sona erecekti. Doruk, gittiğinden beri aklı daha da kötü olmuştu. Zaman ve mekân kavramını unutmaya başlamıştı. Sahi Doruk gideli kaç saat olmuştu ki? Elleriyle, terden alnına yapışan saçlarını geriye iteledi ardından titreyen ellerine bakıp iç çekti. "Hayır!" diyerek gözlerini kapatıp başını önüne eğerken ağlamaya başladı. Ne için ağlıyordu? Hatırlayamadıkları için mi yoksa Doruk için mi? Kısa kesilen saçlarının arasından ellerini geçirip burnunu kazağının koluna sildi. Üzerindeki yorganı atıp, sıcacık yatağından çıktı ve çıplak ayaklarını taş zemine koyup bekledi. Soğuk, bir jilet kesiği gibi sızım sızım sızlayarak tüm bedenine hücum ederken Bade, oturduğu yerden destek alarak ayağa kalktı ve cama doğru ilerledi. Perdeleri açıp, gri bulutlarla kaplı olan gökyüzüne baktığında yeniden ağlamaya başladı. Neden kendisini bu kadar huzursuz... Bu kadar uğursuz hissediyordu? Ellerini yumruk yapıp iki yanında sarkıttı ardından arkasını dönüp aynanın karşısına geçti. Kendisini incelemeye başladı. Kaç yaşındaydı?

Yirmi üç belki de yirmi dörttü? Hafif ince bir yüzü, biçimli dudakları ve burnu vardı. Yüzü o kadar ifadesizdi ki. Sıcak insan konumuna bile girmiyordu. Soğuktu. Evet, yüz hatları çok soğuk ve ruhsuzdu. "Bu sensin" dedi içindeki kız.

"Biziz!"

Bir adım atıp aynaya yaklaştı. Mavi gözlerinin ortasına yerleşen siyah topa baktı. O karanlık suyun içinde bilinmeyen vardı ve o kadar koyuydu ki Bade o karanlığın içinde yok olacağından korkuyordu. Teker teker üzerindekilerden kurtulmaya başladığında kendi etrafında dönüp bedenini incelemeye başladı. Fiziği mükemmeldi. İnce uzun bacakları ve süt gibi beyaz teni vardı. Sırtı boydan boya, kırmızı ve beyaz çizgilerle doluydu... Kaşlarını çatıp başını önüne eğdi ve içindeki hareketliliği anlamlandırmaya ona bir isim bulmaya çalıştı ama başaramadı. Çünkü hayatına anlam katan adamın varlığı yanında değildi. Onu hissedemiyordu ve bu korkmasına neden oluyordu. Onunlayken onsuzluğu yaşamaya alışmıştı ancak şimdi tamamen onsuzlukla kaldığını hissediyordu. Bir resim çerçevesindeki fotoğraftan ibaretti yaşadıkları sanki. Bütün hatıralar birer birer yok olup gidiyormuş gibi hissediyordu ve onu durdurabilmek adına hiçbir şey yapamıyordu. İçi avaz avaz bağırırken dışarıdan sesini dahi duyuramıyordu. Dokunuşlarını, gülümsemesini, kokusunu...

Ona dair ne varsa sanki siliniyormuş gibi hissediyordu ve bu onu korkutuyordu. Doruk, onun dünyasıydı. Hayatının merkezi yaşama anlamıydı. Bu dünyada hiçbir şeyi, hiç kimseyi istemediği sevmediği gibi seviyor ve istiyordu. Hafızasını değil sadece onu istiyordu. Gülsün, konuşsun, hırpalasın ama yeter ki yanında olsun istiyordu. Dizlerinin dermanı kalmamıştı iç hesaplaşmasına. İnleyerek yere yığılırken çıkarmış olduğu eşyalarını yüzüne tuttu hıçkırıkları duyulmasın diye. O istememişti ki bu kadar sevmeyi? O istememişti ki ailesini katledenleri unutmayı? O bunların hiçbirini istememişti? Sadece ama sadece bir tek dilek dilemişti ve o da olmamıştı...

Hep zorunluluklar onları bir araya getirmişti... Acı... Gözyaşı... Onu seviyordu, ona ihtiyacı vardı ama o yanında yoktu. Giderken son bir kez bile konuşmamıştı onunla. Onu kandırdığını düşünürken aslında kendi kendisini kandırdığını düşünüyordu. Çok yalnızdı Bade. Kim ne derse desin kendi acılarının içinde, kızıl bir ayazın içinde oradan oraya sürükleniyordu. Kimse görmüyordu içinde bulunduğu durumu. Kimse fark etmiyordu can çekişmekte olduğunu. Bade, yeniden doğmak üzereydi ama bu doğum öyle sancılı, öyle can alıcıydı ki sadece ama sadece nefesine nefesini üfleyene ihtiyaç duyuyordu. Doruk, olmadan yapamıyordu. Ayağa kalkacak gücü bile yoktu. Gelsin ve yanında olsun istiyordu. Elini tutsun, kızsın.

TUTKU OYUNU 2. SEZON (KAN VE GÜL)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin