BÖLÜM 96
Yağmur… Yağmakta olduğu şehrin sokaklarında ki çöpleri sürüklediği gibi insanlarında içlerinde biriktirdikleri çöpleri sürükleyebilir miydi? Ya da gözyaşı… Ağladıkça yok olur muydu acılar? Unutulur muydu yapılanlar? Bir günahkârın tövbe etmesi gibi işe yarar mıydı onca akan damla?
Hayır…
Bunların hiçbiri ne tövbe etmeye ne de hissettiği buhranlardan kurtulmasına yardımcı oluyordu. Sen ne kadar kötüysen içinde o kadar kötüydü…
Opéra De Lyon’dan ayrılalı tam iki saat olmuştu. Lüks arabanın arka koltuğunda, elleri küçük bir kız çocuğunun elleri gibi yumuk yumuk olmuş, kucağında duruyordu. Yorgun gözleri, şehri yıkayıp duran yağmuru izliyor, dudakları yanında bulunanların anlayamayacağı şekilde bir şeyler söylüyordu… Peşinden gelen araçlar onun güvenliğini sağlamak için dört yönden sarmıştı etrafını… Öylesine bir sessizlik hâkimdi ki yüreğinde bomboş hissediyordu… Kurumuş gibi…
****************
“Allah Kahretsin!”
“Sakin ol lütfen! Böyle yaparak en çok kendine zarar veriyorsun?”
Genç kadın, o kadar sinirli o kadar çok canı yanıyordu ki… Nefes alamayacağını hissediyor, boğuluyordu sanki… Televizyonlar, radyolar bas bas bu gece olanları söyleyip duruyordu. 11 Eylül olayını bile geçmişti… Ya da bir başka önemli faciayı… Aklı almıyordu… Bade’nin bu kadar ileri gitmiş olmasını anlamıyordu ve işte bu yüzden de çok sinirliydi… Bu yüzden Afra’nın dedikleriyle ilgilenmiyordu…
“Kapa çeneni!” diye bağırdı sonra. Bilmiyor muydu? Anlamıyor muydu bundan sonra neler olacağını?
“Derin…” dedi Afra. Sinirden kasılan bedeni her an patlayacakmış gibi bir izlenim yaratıyordu kadında. Kendisinin sakinleşmesi gerekirken kalkmış Derin’i sakinleştirmeye çalışıyordu bir faydasının olmayacağını bile bile… “Olması gereken bir şeydi bu? Olacak olan!” dediğinde Derin durup kadına baktı. Dişlerini sıkmış, gözleri vahşi bir öfkeyle parlayarak bakıyordu Afra’ya.
“Bir daha söylesene!” dedi üzerine doğru yürürken.
Afra, tehlikenin farkına çoktan varmıştı. Derin, saldıracak bir yer bir nokta arıyordu ve ona en yakın olan kişi de kendisinden başkası değildi. Derin’in ona vurması sorun değildi ancak sorun ona sinirliyken vuracak olmasıydı. Afra’nın da sinirleri gerilmişti ve Derin’in tek bir ters hareketinde onu yürüyemeyecek hale getireceğini biliyordu. “Sakin ol” dedi sakin bir sesle “Olması gereken buydu!” dedi sonra ve yüzünde patlayan tokatla başı yana savruldu. Gözleri fal taşı gibi açılıp,yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışırken bir eli sızlayan yanağına gitmişti. Doğrularak kısılı gözleriyle Derin’e baktığında onu öldürmemek için iki adım gerilemesi gerekmişti. Bunu yaptığında da Derin’in yeniden üzerine doğru gelmesi bir olmuştu. Genç kadının,havaya kalkan eli yeniden yüzüne doğru inecekken Afra çevik bir hareketle Derin’in elini tutup geriye bükmüştü. Avuç içinin ortasına bastırdığı baş parmağı Derin’in bütün sinirlerini ambole ederken genç kadın onun saçlarından kavrayıp,sırtını sertçe kendisine çevirip bedenine yasladı. “Bana bak!” diye tısladı sıcak nefesiyle kulağına doğru “Başka bir zamanda olsak o gözlerini oyar ve bana tokat atan elini keserdim!” dedi sinirle. Derin,hızlı hızlı nefes alıp veriyor ve onu dinliyordu.
Afra “Anlıyor musun Leyal?” diye sorduğunda genç kadın başını salladı.
“Bade…” dedi “Katil değil!”
Afra, dişlerini sıkarak Derin’i bırakırken kollarını iki yana açmıştı. “Anlamıyor musun Derin?” diye bağırdı.
Genç kadın, gözlerini kapatıp başını iki yana salladı. “Sen anlamıyorsun Afra! Bade, insan öldüremez! Bir kişi iki kişi tamam bunu anlarım! Bir şekilde. Ama binlerce insanı bir odaya kapatıp onlara gaz vermek…” “Hayır, işte bunu anlayamam!” dedi “Bu katliam Afra! Anlamıyor musun?” dedi.
Afra “O da bunun farkındadır eminim!” dedi duru bir sesle. Derin, onun ses tonundaki hisler yüzünden allak bullak oluyordu. Normal bir şeymişçesine nasıl konuşabiliyordu? Neden kendisinden başka kimse tepki vermiyordu?
“Henüz değil!” dedi Derin.
“Kızdığın şey ne Derin? Sizi ifşa etmesi mi?”
“Allah’ım! Gerizekalı mısın sen be kadın? Anlamıyor musun söylediklerimi! Bade,katil değil! O,insanların canını alamaz. Bu şekilde değil! Böyle değil!” diye bağırdığında Afra “Bunun olması gerekiyordu Derin. Ondan başka bir şey bekliyor olman aptallık olurdu. Sen de onun yaşadıklarını yaşadın. Sen de aynısını çektin o acıların…”
Derin “Ben kimseyi bir odaya tıkıp gaz vermedim! Hele çocuklara hiç!”
Afra “Senin kabul edemediğin şey; Bade’nin gözünü bu kadar karartmış olması. Onun katil olması falan değil. Ki kimse birkaç bin kişiyi öldürdü diye de katil olmaz bunu biliyorsun? Bade, intikam istiyordu ve intikamını aldı. Nasıl aldığı beni ya da seni ilgilendirmez!” dedi.
Derin “Sana inanamıyorum!”
Afra “Sen söyledin. Yirmi kişiyi tek seferde yirmi bıçak darbesiyle öldürdüm dedin?”
Derin “Çünkü başka seçeneğim yoktu. Ya bana tecavüz etmelerine izin verecektim ya da onları öldürecektim!”
Afra “Bade’yi de öyle düşün o halde. Derin, Bade senin kadar güçlü olmayabilir. Fiziksel olarak ama içinde taşıdığı gücün boyutu bu. Karanlık. Hani sen diyorsun ya karanlığım olmadan ben bir hiçim diye. Bade’nin içindeki hiçliğin de rengi bu; karanlık siyah. Tek fark, sen gücünü, karanlığını öfkenle büyütüyorsun Bade ise gözyaşları ile acısıyla” dedi.
Derin “Bu her şeyi kabul edilir kılmıyor Afra? Tamam, onca insanı öldürdü şimdi ne olacağını sanıyor?”
Afra “Bilmiyorum. Benim görevim Bade’yi sağ salim Mudurnularla birlikte Türkiye’ye götürmek ve seni, senin haberin olmadan yıllarca izlemekti. Şimdi ikinizde burnumun dibindesiniz ama hanginiz daha güçlü desem ikinizden birini seçmem imkânsız. Biriniz yakıyor diğerinizse tam tersi”
Derin “Evet, Bade’nin yakabildiğini bu gece öğrendik!” dediğinde kapanan kapı sesi ile başını çevirdi ve “Birileri geldi” diyerek odadan dışarı çıktı. Peşinden çıkan Afra, koridorda bekleyen adamlarına bakıp “Akil ile bir görüşme ayarlamanızı istiyorum. Anif’in ne durumda olduğunu bilmek istiyorum. Eğer delirmiş ve buraya gelmek istiyorsa ona engel olunsun, şimdilik bir sorun daha istemiyorum. Özellikle de Bade bu durumdayken Anif’in yaşadığını öğrenmemeli. Yalan ve gerçek iç içe geçtiği takdirde kızın bütün sinir sistemi çöker!” dedi ve içini çekip yürümeye devam etti.
Derin ise bu sırada büyük salona geçmiş içeri giren Erdem ile Abdi denen avukata bakıyordu. Özkan ve Ercan denen adamlarsa hala bıraktığı gibi koltuklarda oturmuş,önlerindeki bilgisayardan olanları izliyorlardı. Erdem,üzerindeki ceketini hızlıca çıkarıp yanına gelirken kollarını iki yana açmış ve hiç konuşmadan kendisini sarıvermişti. Derin,gözlerini kapatıp aciz bir insanmışçasına Erdem’in kollarına sığındığında genç adam onu saçlarından öpüp koklamış ve “Nasıl oldun?” diye sormuştu.
“Bunu konuşmak istemiyorum” diyen genç kadın ona olan huzursuzluğunu hissettirdiğinde Erdem içini çekerek başını salladı. Derin “Sen bunu onaylıyor musun?” diye sorduğunda da omuz silkmekten başka bir şey yapmadı genç adam. Derin’in kaşları çatılırken Erdem “Bana öyle bakma” dedi.
Derin “Nasıl? Sana nasıl bakıyormuşum ki?” diye sordu sinirle.
Erdem “Suçlar gibi.”
Derin “Yo! Yo yo, seni suçlamıyorum! Sana kızıyorum! Çifte standarda giriyor bu yaptığın senin! Söz konusu ben olunca adam öldürmem yasak ama kız kardeşin olunca onun katliam yapması sorun değil öyle mi?” diye bağırınca Erdem sıkıntıyla iç çekip Afra’ya baktı. Afra ise kızaran yanağını göstererek “Beş parmak ister misin?” diye sordu.
Genç adam, sıkıntıyla oflayarak Derin’e doğru ilerlerken genç kadın “Dokunma bana!” dedi ardından Çilem’in içeri girmesi ile bakışlarını Erdem’den alıp arkadaşına yöneltti. Onun arkasından giren Sena’ya baktığındaysa deyim yerindeyse alev aldı. Öyle ki Erdem, Derin’in ne ara önünden geçip önce Çilem’in ardından Sena’nın boynuna yapıştı fark edemedi. Tek duyduğu Afra’nın “Derin, hayır!” diye bağırışı olmuştu.
Derin, arkadaşının boynunu sıkarken “Sen böyle bir şeye nasıl alet olabilirsin? Hem de benim haberim olmadan! Bana söylemeden!”
Çilem “De-derin…”
Derin “Kapa çeneni! Şu gözlerinin haline bak! Sen ki daha doğru dürüst karıncayı bile öldüremiyorsun bunu nasıl yaptın? Neden?” diye bağırdı.
Sena, tırnaklarını batırdığı elden kurtulurken kaşlarını çatarak öksürmüş ardından da “Ellerini benden uzak tut abla Kohen!” dedi.
Derin, ona bakıp hırlayarak üzerine yürüdüğünde Sena “Bana bunlar sökmez! Arkadaşına da kızma ayrıca onun da son anda haberi oldu. Ekrandan olanları izlerken yüzünün aldığı şekli görmeliydin” dediğinde Derin “Senin gibi miydi?” diye sordu.
Sena, güldü. Ruhsuz bir gülümsemeydi. İlk zamanlarda ki gibi o kehribar renkli gözleri parlamıyordu. “Benden daha beterdi” dedi. Ardından omuz silkerek bir köşeye doğru yürüdü. Derin, onun arkasından bakarken Sena “Gözlerini üzerimden çek!” diye uyardı onu.
Derin “Ne yaparsın? Beni de mi siyanürlersin?” diye sordu.
Genç kız, başını iki yana sallayıp koltuğun ortasına oturdu. Bacak bacak üstüne atarken tırnağının tekine bakmaya başladı “Yoo, yediğin bir şeye siyanit katarım!” dedi. “Tatlı tatlı ölürsün. Kimse anlamaz bile sana ne olduğunu?” dedi.
“Buraya bunun için geldin değil mi?” diye sordu Derin “Bunun için! Yoksa Bade asla bunu yapamazdı?”
Sena “Ben kimyagerim kızım! Ve kardeşine karşı bir borcum var! Ona olan bağlılığım gördüğün gibi ortada o ne isterse şu incecik boynum önünde yerde” dedi alayla.
Derin “Seni…”
Sena “Hayır. Olduğun yerde kal. Çok ciddiyim. Şuan duygusal yönden çok kötü bir durumdayım ve üzerime gelirsen sana yemin ediyorum seni mahvederim!” dedi.
Derin, yumruklarını sıkarak kıza bakarken duyduğu ayak sesleri ile başını çevirip içeri giren Murat’a ardından Ateş ve Yavuz’a onun ardından da bir ruh gibi gözüken kardeşine baktı. Gözlerinin akı bembeyazdı. Masmavi gözleri cam gibiydi. Parlıyor ama kıpırdamıyordu. Bir sıcaklık yoktu. Yüzünde tek bir kas hareketi bile olmuyordu. Yanakları bembeyazdı. Elleri bembeyazdı. Lacivert gece elbisesinin içinde bir ölüm meleği gibiydi ama daha çok bir ölüye benziyordu. Bembeyazdı ve mermer gibi sert ve hareketsizdi. Derin, onu öyle görmek istemediğini fark etti. Aslında ona söylemek istediği pek çok şey vardı ancak ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Bunun yerine bakışlarını Ateş’e ve Murat’a çevirdi. “Siyanür, çok güçlü bir zehirdir. Onu nereden buldunuz?” diye sordu.
Sena “Devletin araştırma hastanesi adı verdikleri hastanelerin yüzde onunda siyanür gibi zehirli gazlara rastlanabilir. Bunların birçoğu özellikle şehir içinde askeri bölgeye yakın olan yerlerde bulunur. Benim bulmam zor olmadı çünkü tanıdıklarım vardı” dediğinde Derin, Ateş’e bakıp “Sen mi?” diye sordu.
Genç adam cevap vermedi. Onun yerine bara doğru yürüyüp kendisine bir kadeh aldı ve içine biraz konyak döktü. Yeniden Derin’in yanından geçerken Bade’nin çenesinden kavradı ve öfkeyle bakan gözlerini kızın buz tutan gözlerinin içine sabitledi “Aç ağzını!” dediğinde Bade konuşmadı ama kendisine söylenileni yerine getirip dudaklarını araladı. Ateş’in, dudaklarının arasından gönderdiği zehir gibi sıvıyı boğazı yana yana midesine indirirken genç adam “Kendine gelirsin birazdan” dedi ve bardağın dibinde kalanını başına dikti. Uzanıp elindekini duvara sabitli olan kolonun üzerine koyan genç adam, Yavuz’un ağzındaki sakızı şişirmesi üzerine ona bir uyarı vermişti. Genç adam, çaprazındaki yere geçerek Bade ile Derin’i izlerken, Derin “Sen mi?” diye sormuştu yeniden.
“Boş işlerle uğraşacak zamanım yok!” dedi Ateş kollarını göğsünde kavuşturmuştu.
Derin “Ama adamların buradaydı?”
“Güvenliğiniz için!” dedi Ateş.
Derin “Peki siyanürü bulan kim?”
“Ben!” dedi Murat.
Derin “Sen mi?”
“Hım, evet. Sena, benden yardım istediğinde Bade ile konuştum. Ikına ıkına bana fikrinin ne olduğunu söylediğinde önce buna itiraz ettim ama sonuçta intikam onun intikamıydı ve ne şekilde alacağı onu enterese ederdi değil mi?” dediğinde buz gibiydi.
Derin “Çok güzel! Mükemmel! Olaya bak ya!” diyerek kollarını iki yana açtığında “Büyütme!” dedi Bade en sonunda. Herkesin başı birden Bade’ye dönerken genç kız, elbisesinin fermuarını tek eliyle aşağı indirip bıraktı. Elbise, ayaklarının dibine düştüğünde iç çamaşırlarıyla kalan genç kız, Sena’nın ayağa kalkıp yanına gelmesi ile bir an onunla göz göze gelmişti. Ercan, üzerindeki kazağı çıkarıp giydirmesi için Sena’ya attığında genç kız başını eğmişti.
Sena, Bade’nin konuşmasına izin vermeden büyük kazağı kızın ince bedeninden aşağı bıraktı. Ardından da yeniden yerine geçti.
“Neyi büyütüyormuşum ben ya? Ha, neyi büyütüyormuşum?” diye bağırdı.
Bade “Bunu! Ve bunu!” dedi etrafını göstererek “Sana söylemiştim bu benim savaşım diye! Nasıl savaştığımdan sana ne!”
Derin “Bana bak!”
Bade “Yo, sen bana bak! İkimizde aynı tabaktan yemek yiyor olabiliriz Derin ama ikimizin de kaşığı tutma şekli çok farklı öyle değil mi? benim içim rahat! Pişman değilim!” dediğinde yüzüne yediği tokat ile başı yana savruldu genç kızın. Aynı şey bir daha tekrarlanacağı sırada Bade, Derin’in elini tutup onu kendisine çekti. Burunları birbirlerine değerken “Bir dahaki sefere bana vurmana izin vermem Derin! Ayağını denk al!” dedi Bade.
Derin “Ne o? Birilerini öldürdükten sonra özgüvenin yerine mi geldi?” diye sordu alayla.
Bade “O hep buradaydı Derin. Sadece gününü bekliyordu o kadar. Hem senin ilgilenmen gereken konu gerçekten bu mu? İşkence görüntülerini bütün dünya izledi. Yarın sabah bütün dünya basını evinin önünde toplanacak” dediğinde Derin “Sen benden farklı olacağını mı sanıyorsun?” diye sordu.
Bade, gülümsedi. Derin, ona bakarken cansız bir mankenle konuşuyormuş gibi hissediyordu. “İki gözyaşı dökmem yeterli olacaktır” dedi.
Derin “Sen bu kadar duygusuz olamazsın!”
Bade “Belki de duygu kalmamıştır!”
Ve Bade, sorunun içindeki cevabı nihayet Derin’e vermişti. Pişman değilim diyordu. Üsteleme diyordu ama içten içe bir şeylerin boşluğunu yaşıyordu. Bade, kalbinde ve ruhunda şimdi bir başına kalmıştı. Derin, bunu onun boş bakan gözlerinde görüyordu. Ona doğru bir adım atarken ellerini tuttu kızın. Tuhaf… Şimdi kendi elleri sıcacıkken Bade’nin elleri buz gibiydi…
“Bomboşsun” diyerek kızın bilyeleri andıran gözlerine baktı dikkatlice “Değil mi? Abinin ve diğerlerinin öcünü aldığın için artık onların seslerini duyamıyorsun? Çünkü gittiler. Huzura erdiler. Yalnız kaldın” dediğinde Bade “Kapa çeneni!” dedi.
Derin “Yapayalnız kaldın içeride. On iki yaşındaki seni onlarla beraber kurtardın ama yetişkin seni kurtaramadın değil mi? O yüzden böyle boş bakıyorsun?”
Bade “Sus!”
Derin,ona ulaşabilmeyi umuyordu ama hiçlik Bade’nin bütün benliğini kaplamıştı ve bu diğer her şeyden daha kötüydü. “Bade…” dedi “Ne yaptığının farkına vardığında canın gerçekten çok yanacak!”
Bade “Yanmadığını mı sanıyorsun? Yıllardır ben ne yaşıyorum senin haberin var mı?”
Derin “Aptal mısın sen?”
Yeniden kavga etmeye başlamışlardı. “Hadi Bogolov ve diğerlerini zehirleyerek öldürdün ya İvan? Ona ne olacak?” diye sorduğunda Bade “O da cezasını çekecek!” dedi. “Bedelini ödeyecek!”
Derin “Eğer dünyadaki her kötü bir bedel ödeyecek olsaydı Bade,dünya yaşanmaz bir yer oldu. kafana göre kimseye ceza veremezsin!”
Sena “ Bu gece olanların hepsi İvan Tuyezev ve Osman Kohen’in işbirliği içerisinde gerçekleştiği sanılıyor. Ve Opéra De Lyon’un temsilcileri de bu geceden haberdar oldukları varsayılıyor. Kapıları açmadıkları ve zamanında müdahale etmedikleri için devlet onları da ablukaya alacak. Her üç kesim de yargılanacak” dediğinde Derin “Ne yani? Böylece cezalarını çekmiş olacaklar öyle mi?” diye sordu.
Bade “Amcanı sana bıraktım. Onu öldürmek istemiyor muydun?”
Derin “Bana bak…”
Sena “İvan zaten ölecek. İçeride ne kadar yaşayacağını sanıyorsun ki? Onun gibi bir adam asla hücrede kalamaz” dedi.
Derin “Ya şirket?”
Sena yeniden gülümsedi “Bom bom!” dedi gözlerini açarak.
Derin “Delirmişsiniz!” diyerek başını geriye attı. “Tüm bunları yaptıktan sonra her şeyin sona ereceğini düşünüyorsun değil mi? Sorunun senden kaynaklı olan kısımlarını hallettiğin için başın göğe erecek sanıyorsun?”
Bade, konuşmuyordu. Derin’ e bakıyordu sadece.
“Ben sana ne olacağını söyleyeyim Bade. Ne İvan ne de Osman Kohen güçlü. Birileri her zaman birilerini yönetir kızım. Bu her zaman böyle oldu. İvan’ın beslediği birileri muhakkak ki var ve o birileri o ölse bile artık senin için gelecekler Bade. Nasıl benim ismim en tepede öldürülmem için emrin verileceği günü bekliyorsa artık sen de o listeye adını kırmızı harflerle yazdırdın. O insanlara, Kevser gibilerine öyle bir koz verdin ki tehlikenin farkında bile değilsin. Onlar artık senin ne kadar cesur olduğunu ve istediğinde gözünü ne kadar karartabileceğini gördüler Bade. Ve senin Doruk’u korumak için girdiğin bu savaş aslında onun hayatını tehlikeye sokmaktan başka bir işe yaramadı. Niye biliyor musun? Çünkü şimdi senin hayatın tehlikede ve Doruk tüm bunları sindirip senin ölümle burun buruna olduğunu öğrendiği vakit ne onu Murat ile kandırabilirsin ne de kendinle. Onu durduramazsın Bade” dedi.
Derin, kızın konuşması için ona süre tanırken Bade giderek içe kapanıyordu. Genç kadın, sinirli bir şekilde kızın çenesinden kavrayıp sert bir şekilde parmaklarını tenine gömdü “Doruk ile şu kadarcık bir şansınız vardıysa da artık yok! Tebrikler!” dedi.
Bade, usulca onun elinden kurtulup yürümeye başladığında herkes dönüp ruh gibi yürümekte kendisini izliyordu. Ancak o kimsenin farkında değildi. Hiçbir şey hissetmiyordu. Hiçbir şey düşünemiyordu. Konuşulanları duyuyor ancak algılayamıyordu. Rastgele girdiği odalardan birinde ki büyük camların önüne doğru yürüdü. Yüksek olsa kendisini atacak alçak olsa yere kapaklanacaktı. Ancak hiçbiri değildi. Bembeyaz karın üzerine yağmakta olan yağmura bakıp iç geçirirken ayakkabılarını çıkarıp cam kapıları açtı ve kendisini dışarı attı. Tuhaf… Sıcağı seven bedeni ilk defa soğuk karşısında üşümüyordu… Titremiyordu… Ellerini yumruk yapmış öylece duruyordu… Bir adım attı… Bir adım daha… Ve bir adım daha… Çıplak ayakları kaygan soğuk zemine bastığında üşümeyi bekledi ama hiçbir şey olmadı… Avuçlarını açıp yağmakta olan yağmur damlalarını toplamaya çalıştı… Ardından usulca başını gökyüzüne kaldırıp yağmuru karşıladı… Yüzünün dört bir yanı her bir damlayla tekrar tekrar yıkanırken Bade öylece duruyordu… Hisleri nereye gitmişti? Çığlıkları? Gözyaşları? Neden Derin’in söylediklerini haklı buluyordu? Bomboş muydu? Evet, bomboştu ve ne yapacağını bilmiyordu…
Duyduğu tekerlek sesi ile kaşlarını çattığında kimseyi görmek istemiyordu. Kimsenin ona neden bunu yaptığını sormasını istemiyor, konuşmak istemiyordu. Hiçbir şey istemiyordu artık… Bitmişti işte bitirmişti… Ne önemi vardı bundan sonra olacakların? Ne önemi vardı hayatının? O üzerine düşeni yapmıştı ve bir sıkımlık canını almak isteyenlere neden karşı koysundu ki artık? Ablası bile ona bir kere sarılmamıştı! Oysa Bade, buraya gelirken en çok bunu beklemişti onun tarafından. İnanmamıştı ama yine de beklemişti çocukça bir saflıkla… Saflık… Hala saf mıydı acaba? Etrafındaki insanların literatürlerinde saf mıydı hala? Bilmiyordu… Bilemiyordu…
Kimse onu görmeyi bu kadar çabuk beklemiyordu. Özellikle de bu halde. Afra, çığlık atar gibi kapının girişinde durmuş kızaran gözlerle kendisine bakan adama bakıyordu. Erdem,Derin ve diğerleri şaşkınlıktan ne diyeceklerini bilemezken Doruk’un ağlamış mı yoksa sinirden mi bu halde olduklarını anlayamıyorlardı. Genç adam, çökmüş bir halde içeriye girip kol düğmelerini olduğu yere bırakırken “Nerede?” diye sordu mekanik bir sesle.
Afra “Doruk, şimdi sırası değil…”
Doruk “Nerede?”
Afra, yeniden konuşmak isteyecekken Ateş “İçeride bir yerlerde” dedi araya girerek. Doruk, ona bakmadan Afra’ya bakmayı sürdürürken “Sen…” dedi. Başı ağır bir hareketle Sena’ya döndüğünde genç kız beyaza kesmişti. Doruk’un öfkesini iliklerine kadar hissediyordu. “Yarın öğlen saat on ikide bu gece bu olayda kim varsa herkesi şirkette toplantı odasında bekliyor olacağım!” dedi.
Sena “Ama…”
Doruk “Kapa çeneni!”
Sena “Ta-tamam…”
“Sen…” dedi Doruk sonra Murat’a dönüp “Sen de orada olacaksın! Zeynep’i de getir! Benim iznim olmadan onu hiçbir yere götüremezsin!” diyerek buz gibi bir bakış attığında Ateş öne doğru bir adım atmıştı. Sessiz bir Doruk hiçbir zaman iyi olmamıştı. Bu patlamak üzere olduğunu gösteriyordu ki sıktığı yumruklarından kendisini engellediği belli oluyordu…
Genç adam, içini çekip Derin’in yanından geçti ve Bade’nin hangi odada olduğunu bulmak üzere uzun koridor boyunca yürümeye başladı. Bacaklarına dolanan sert rüzgârla başını çevirip baktığında aralık olan odanın kapısından onu gördü. İçeriye doğru adım atıp kapıyı kapadığında onu yağmurun altında durmuş beklediğini gördü. Dişlerini sıkarak kızın yanına gittiğinde Bade gözlerini kapamış öylece duruyordu. Doruk, onun karşısına geçmiş yanan gözlerle kızın yüzüne bakarken Bade gözlerini aralayıp başını eğdi ve Doruk’u gördü. Ne bekliyordu ona bakarken? Kaşları çatılırken Doruk’un da kaşları çatılıyordu giderek. Yumruk yaptığı elleri giderek daha da sıkılaşırken tırnaklarının batıp kanattığı eli yeniden kanamaya başlamıştı…
Doruk...
Bakıyordu... Gözlerini gözlerine dikmiş öylece kızın gözlerinin içine bakıyordu... Islaktı... Üşüyor ve titriyordu... Çenesi kasılmış, elleri iki yanında yumruk olmuştu... Ne arıyordu? Kimi arıyordu o gözlerde? Onu mu kendisini mi? Tanığı olduğu kızıl cennetin cehennemini de yaşıyordu ama ne aradığını bilmiyordu... Ne kadar farklıydı o mavi gözler kendisine bu gece? Ne kadar başkaydı? Ne anlatmaya çalışıyordu? Neden böylesine vazgeçmiş bakıyordu kendisine? İdrak ettiği gerçekle sarsılan bedenine güçlükle hakim oldu… Ve kendisini buna rağmen ona adım atarken buldu… Ne saçma bir şeydi bu böyle…
Bade...
Gözlerini gözlerine dikmiş öylece bakıyordu... Ruhsuz, cansız bir şeymişçesine... Soğuktu... Üşüyordu ve bir türlü ısınamıyordu... Yemyeşil ağaçların kök saldığı o topraklarda boğulduğunu görüyor ama bir şey diyemiyordu... Az önceki soğuk havanın aksine neden onun yüzünden üşüyordu? Niye bu kadar aciz kalıyordu onun karşısında? Onun kendisine öldürücü bir kızgınlıkla baktığını görebiliyor,hissedebiliyordu ama buna rağmen sesini çıkaramıyordu. Uzanıp,bileğinden tuttuğunda sesini çıkaramadı Bade. Onun peşinden sürüklenirken başına ne geleceğini bilmiyordu.
“Niye öyle bakıyorsun?” diye sordu Doruk onu odanın içine sokup nereye açıldığını bilmediği bir kapıya yönlendirirken.
“Nasıl?”
“Boş vermiş gibi…”
“Çünkü boş verdim” dedi Bade. Bembeyaz bir kapının ardından altın işlemelerle kaplı geniş banyoya adım attıklarında “Ne?” diyen Doruk’un ateşten okları bir bir bedenine saplanmıştı duvarlara çarpıp. Sesini çıkarmadan onun gözlerinin içine bakarken Doruk “Ne demek boş verdim?” diye sordu.
“Ölmeye hazırım” dedi Bade “Artık hiçbir şey hissetmiyorum.”
“Öyle mi?” Tek kaşı merakla havaya kalkmıştı Doruk’un. Burada ne aradığını bilmiyordu.
“Öyle!” dedi Bade “Nasıl bir canavar olduğumu görmedin mi?”
“Gördüm!” dedi Doruk onu belinden tutup kendisine çekerken.
“Ne yapıyorsun?”
Doruk,sesini çıkarmadı. Onunla birlikte kendisini küvetin içine soktu. Gideri kapalı olduğundan açmış olduğu musluk tarafından hızla doluyordu mermer kutu. Bade,şaşkınlıkla “Ne yapıyorsun?” diye sorarken Doruk onun kazağının eteklerine asılmıştı. “Doruk!” diye bağıran Bade korkuyla gözleri irileşerek onun ellerine asılırken genç adam sinirle dişlerini sıkıp kızın üzerindeki kazağı hışımla çıkarıp bir kenara attı. Ardından kızın omuzlarından aşağı bastırıp onu yere eğdi. Küvetin içinde oturur pozisyona getirdiğinde kendi üzerindeki gömleği ve pantolonu da çıkarıyordu.
“Doruk!” diyen Bade korkuyla ona bakarken genç adam uzun boyuna ve sığamayacağı kadar küçük olduğu belli olan küvetin içine oturdu. Musluğu kapatıp üstteki fiskiyelerin açılmasını sağladığında tepelerinden aşağı boşalmakta olan sıcak suyla Bade çığlık attı.
“Hala boş veriyor musun?”
Doruk’un sesi duygudan yoksundu ama bakışları öyle değildi. Bade,gözlerini onun gözlerine dikmiş kendisine sergileyeceği hareketleri hesaplarken Doruk uzanıp sütyeninin kopçasını açtı tek eliyle. Bade,neye uğradığını şaşırmış bir halde öylece kalırken Doruk “Çıkar” dedi gözlerinin içine bakıp. Başını iki yana sallayan Bade neredeyse ağlamak üzereydi. Kalbi hissettiği korku ile gümbürdeyerek atarken ağzını açsa fırlayacakmış gibi hissediyordu. Doruk “Peki,sen bilirsin!” dedi ve kızı omuzlarından itip sırt üstü küvete suyun dibine yatırdı. Kendisi havaya kalktığından Bade’nin zarar görmesini engellemiş olmuştu. Tek eliyle omzuna bastırıp onu suyun altında tutarken bir eliyle kızın iç çamaşırının ucuna parmağını değdirdi. Bade’nin suyun altında çığlık atarak bağırması üzerine bakışları kararan Doruk bu akşam yaşadıklarını yutmaya çalışıyordu sanki. Tek bir hareketle ama onun canını ciddi mana da yakacak şekilde iç çamaşırını parçalayarak çıkartırken kızın omzundan bastırmakta olan elini çekip onu sudan çıkardı. Bade,ağlamıyordu ama çığlık atıp sımsıkı ona tutunuyordu.
Nefes nefese inip kalkan göğüslerine inat Doruk’un bakışları duvara sabitliydi. Kızı kendisinden uzaklaştırıp eline aldığı şampuanla kızın saçlarını yıkamaya başladığında Bade “Benden ne istiyorsun?” diye sordu.
Doruk,cevap vermedi. Öylece kızın saçlarını şampuanlamaya devam etti. “Doruk…” diyen Bade onun parmaklarına dokunduğunda genç adamın gözleri sanki aynı hizaya gelen sıra toplar gibi kendi gözlerinin içine girmişti. Bade,o gözlerin kendisini öldürdüğünü görüp ürperirken Doruk “Ne?” diye sordu.
“Neden bunu yapıyorsun?” diye sordu.
Doruk “Sen neden yaptın?”
Ağzı şaşkınlıkla açılmıştı Bade’nin. Doruk’un dişlerini sıktığını,çenesinin kasıldığını ve gözlerinin dolduğunu görüyordu. “Doruk…” diyerek ona sokulmak istediğinde “Seni şimdi şuan da öldürmek istiyorum…” dedi genç adam “Bir sıkımlık canın var ve seni şimdi öldürmek istiyorum. Buraya gelirken hedefim buydu. Senden kurtulmak.”
“Doruk…”
“Kalkmış ölmeye hazırım diyorsun… Hala hazır mısın?” diye sorduğunda Bade onun gözlerinin içine baktı ağlayarak. Kalbinin etrafındaki o boşluk yeniden doluyordu sanki… “Hazır mısın?” diye bağırdı. Gözleri iri iri açılmıştı. Bade, onun kendisini güç bela zapt ettiğini görebiliyor, bunu başını tutan ellerinin baskısından hissedebiliyordu.
“Hazırım!” dedi titreyerek.
Gözlerini kapadı Doruk. Ardından kızı öyle şiddetli suyun içine yatırdı ki Bade itiraz bile etmedi. Kasıldı Doruk. Onun direnmemesi karşı koymaması üzerine kasıldı. Abisinin ve diğerlerinin intikamını aldığı için artık ölmeye hazırdı öyle mi? Bade’nin suyun altından görebildiği tek şey Doruk’un gözleriyken bedeninin birden hafiflediğini hissetmişti. Doruk, onu yukarı çekip yaralı elini fayanslarla kaplı olan duvara vurmaya başladı hırsla. Sanki bunu yapmazsa kıza vuracaktı. İki vuruşta çatlayan fayans Doruk’un üçüncü darbesinde yerinden çıkmıştı kırılarak. Bade, ona dokunmak istiyor ama yapamıyordu. Doruk, ona sırtını dönmüş gözyaşlarını saklarken bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu. Çığlıkları duymuştu. Hem geçmişin hem geleceğin… Hala duyuyordu…
Sesini çıkarmadı yine de… Bade’nin buz gibi teninin sırtına dokunması ile titreyerek başını kaldırdı ve omzunun üzerinden ona baktı. Yüzünü sırtına yaslamış usul usul nefes almaya çalışıyordu genç kız. Uzanıp onun ellerinden tutan Doruk sesini çıkarmadan önüne dönerken Bade bedenindeki gevşeme ile düşüyordu. Doruk bir kolunu kaldırıp onu kucağına çekerken onun çırılçıplak oluşunu hissetmiyor, umursamıyordu. Küçük bir bebeği tutar gibi kızı kucağında tutup ayağa kalkarken üzerinden damlayan sularla birlikte banyodan çıkıp yatak odasına girdi. Kızı soğuk çarşafların üzerine bırakıp üzerini iyice örttüğünde bakışları yeniden öfkeyle parlıyordu. Elleri alev alıyor içinde bir kuraklık baş gösteriyordu… “Bade…” diye fısıldadı “ Yarın yeni bir gün olacak…”
Karşısındaki koltuğa geçirip otururken yarın neler olacağı hakkında Bade’nin en ufak bir fikri dahi yoktu… O sadece Bogolov’u ya da diğer hissedarları öldürmemişti… O gece o zehirle Doruk’u da öldürmüştü ve yeni güne gözlerini açtığında ölü bir insanın öfkesinin tadına bakacaktı…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKU OYUNU 2. SEZON (KAN VE GÜL)
Ficção GeralBir oyunla örtülüydü o yalan, Ağlanacak güldürüydü oynanan. Çevresini küçüklerin sardığı Gülmelerin arkasında ağlayan, Aldanmamış aldatılmış bir insan.