Bölüm 146

19 3 0
                                    

Attığı adımlar o kadar hızlıydı ki... Öfkeyle hareket ediyordu ve kendisini kontrol etmesi gerektiğini bilmesine rağmen, elinden hiçbir şey gelmiyordu. Kısacası içindeki canavar serbest kalmıştı. "Anıl!" diye bağırarak peşinden koşmakta olan arkadaşlarını duymazlıktan geldiğinde, köşkün kapısını atmış olduğu tek bir tekmeyle açıvermiş ve soluğu salonda oturmakta olan Oğuz Han'ın yanında almıştı. Anıl'ın aksine genç adam o kadar sakindi ki! Yüzündeki yaralar ve çürükler, Ayvaz'ın elinin de boş durmadığını kanıtlıyordu Anıl'a ama bu nedense yeterli gelmiyordu. "Sen kimsin?" diyerek Oğuz'un yakasına yapışıp onu ayağa kaldırdı. Genç adam, ellerini ceplerine sokmuş ifadesiz bir yüzle Anıl'a bakarken, genç adam onun aksine karşısındaki insanı donduracak aynı zamanda cayır cayır yakacak bir bakışla bakıyordu.

"Sen Ayvaz'a nasıl vurursun! Adamın ağzına sıçmışsın!" diye bağırdığında Oğuz Han "Hak etti" dedi.

Anıl "Neden?"

Oğuz Han "Bunu anlatmak istemiyorum aramızda bir münakaşa çıktı, sonucu da böyle oldu" dedi duygusuzca.

Anıl "Oğuz Han, seni sallandırırım! Yemin ediyorum seni baş aşağı sarkıtır, ibreti aleme sallandırırım"

Oğuz Han "Benim gibi bir adamın bu tehditlerle korkacağını mı düşünüyorsun?" diye sorduğunda Anıl "O zaman alıp veremediğiniz neydi?" diye sordu. Hala ona vurmak derdindeydi ama bir şeyler onu durduruyordu. Bunda en büyük pay tabi ki kardeş olmalarıydı. Oğuz, kollarını kaldırıp Anıl'ın bileklerinden tutup aşağı çekti. Yakalarını düzeltip yerine otururken, bacak bacak üzerine atarak "Bu aralar çok gergin" dedi. Haklıydı! Anıl da bunun farkındaydı üstelik sadece nedenini bilmiyordu o kadar! "Durduk yere hır çıkardı ben de dayanamayıp iki tane çaktım. Tabi o da bana çaktı" diyerek gözlerini devirdiğinde kapının eşiğinde durmakta olan Poyraz ile Doruk birbirlerine bakıyorlardı o esnada. Sehpanın üzerine oturan Anıl, kolunun tekini dizine yaslayıp diğerini Oğuz'a uzattı. Boynunu kavrayıp kendisine çekerken, alnını alnına yaslayıp "Aptal mı sanıyorsunuz siz beni?" diye sordu sakin bir sesle. "Ya da kendinizi kurnaz mı sanıyorsunuz? Çakalların arasında yaşıyor olmanız, onlar gibi olduğunuz anlamına gelmiyor" diyen genç adam Oğuz Han'ın gerildiğini hissettiğinde başını kaldırıp, ona meydan okuyan bir bakış attı "İstesem seni şimdi konuşturabileceğimi biliyorsun. Her ne saklıyorsanız, tek bir hareketimle bülbül gibi şakıyacağının sen de farkındasın" dediğinde Oğuz Han "Bunu yaptığın an saygınlığında kaybolmuş olacak" dedi.

"Siz bizden bir şeyleri saklamakla, size duyduğumuz saygınlığı gün be gün kaybediyorsunuz zaten koçum? Ben sizin gözünüzde kaybetmişim ne çıkar?"

Oğuz, konuşmadı. Sadece Anıl'ın gözlerinin içine baktı, baktı ve baktı. O da en az onun kadar inatçı ve ısrarcı olabiliyordu. Bakışlarını Doruk'a çevirmemek için dişlerini sıkarken Anıl gülümseyerek geriye çekildi "Cevabını bildiğim şeylerin sorusunun ne olduğunu merak ediyorum" dedi. Başını hafifçe yana kırıp yeniden gülümsediğinde "Beni bu kadar merakta bıraktığınız için, ağır bir ceza vereceğim size" diye söylendi. Oğuz Han, onun soğuk bakışlı öfkesinin gülümsemesine rağmen öldürücü nitelikte olduğunu görebiliyor, hissedebiliyordu. Kabuğunun içine öyle bir gizlemişti ki kendisini sanki kimse ona ulaşmasın, bulaşmasın istiyordu Anıl ve yeri geldiğinde zehrini öyle bir akıtıyordu ki değil kaçmak yaşamak için yalvarmana bile aldırış etmiyordu. Ve şimdi, gözlerinin içine bakıp gülümseyerek konuşurken aslında içten içe seni öldüreceğim diyordu Oğuz'a... Her ikisi de birbirlerinin dillerini anlayacak kadar iyi tanıyordu bu yüzden... Ve yine bu yüzden yan yana duruyorlardı. Derin bir nefes alıp, ayağa kalkan genç adam ellerini ceplerine sokup Poyraz'a döndüğünde "Burada ki işim bitti" dedi.

TUTKU OYUNU 2. SEZON (KAN VE GÜL)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin