-117.BÖLÜM-
Siyah son model araç geniş güvenlikli kapılardan içeriye girdiğinde herkes gerilmişti. Film kaplı camlardan kimin geldiğini göremeyen korumalar, plakadan Nefes’in gelmiş olabileceğini düşünüyorlardı. Arabayı durdurup dışarı çıkan genç kız, solgun bir yüzle korumalara bakıp gözlerini devirdiğinde “Ragıp?” diye seslendi. İri yarı olan adam, uzun sakallarını sıvazlayıp üzerine doğru gelirken diğer taraftan dışarı çıkan Serap “Hayvan gibi ya! Allah karısına sabır versin” diye söyleniyordu. Nefes’in kendisine dik dik baktığını görüp “Ne?” diye söylenen genç kız gülümseyerek arabanın kaputuna yaslandığında korumanın gelip Nefes’in önünde el pençe divan oluşunu izliyordu keyifle. Kızın bir şeyler söylemesi ile adamın rengi atmıştı resmen. Nefes, nasıl bu kadar sessiz konuşabiliyor anlayamıyordu Serap. En sonunda içini çekerek Nefes’in tek bir bakışı ile yaslandığı yerden doğrulup, peşinden gitmeye başladı. İsra’nın kapıyı açması ile sadece tek bir hareketi ile adamın bakışlarını kaçırmasına neden olurken Serap “Ne haber yakışıklı?” diye soruyordu göz kırparak. İsra’nın yanına gelen Ecel “Korkutucu” diye söylendiğinde “Dikkatli olalım” diye mırıldandı gülerek. Taş zeminde çıkan tok seslere kafasını kaldıran Oğuz Han, Nefes’i karşısında görünce hemen yanı başında oturmakta olan Sina’ya bakmış ardından hızla ayağa kalkmıştı.
“Nefes? Hayırdır?” diye sorduğunda Serap “Pek hayır değil kardeşim” dedi ellerini ceplerine sokup. “Ne haber kız?” diyerek Sina’ya bakarken genç kız “İ-iyiyim de siz buraya gelmezdiniz?” diye sordu.
“Kara kaşın kara gözün için gelmedik emin ol” diyerek gözlerini devirdi ve Cüneyt’in odasına doğru yürüdü.
“İçeride mi?” diye soran Nefes dönüp Oğuz Han’a baktığında “Hiç çıkmıyor ki” diyen kıza çevirdi bakışlarını “Tuğçe ile olanlardan sonra iyice kapandı” dedi Sina.
Yüzünü buruşturan Nefes “Onca işimin arasında bir de bununla uğraşıyorum” dedi somurtarak. “Adam dibinde ama sorununa çözüm bile bulamıyorsun öyle mi?” diyerek Oğuz Han’a kızan Nefes genç adamın “Bana ne kızım?” demesiyle iyice çileden çıktı ve başını sallayıp Cüneyt’in yanına gitti. Kapıyı açıp, içeri girdiğinde Serap’ı Cüneyt’in saçlarından tutmuş çekiştirirken buldu “Ne yapıyorsun?” diye bağırarak kızı genç adamdan kopardığında Cüneyt sinirle “Tam bir baş belasısın! Manyaksın sen ya! Tımarhanelik kaçık!” diye bağırdı.
Nefes “Yeter! Kapatın çenenizi!” diye bağırıp masanın üzerine oturdu. Cüneyt’e bakmaya başladığında uzanıp gözlüklerini aldı ve masanın üzerine bıraktı. “Yeni bir koruma programı geliştirdik” diyen Cüneyt’i susturan Nefes “Senin Tuğçe ile ne alıp veremediğin var?” diye sordu.
Cüneyt “Erdem bu konuda oldukça bilgili. İçimizden birinin bile başı belaya girse anında ne olacağını anl-“
“Cüneyt?”
“Yapma Nefes! Daha fazla açıklama yapmak istemiyorum kimseye tamam mı?” dedi genç adam sıkıntıyla. Acı çektiğini görebiliyordu Nefes ancak neden inat ediyordu anlamıyordu.
“Ulan kıza demediğini bırakmamışsın hayvan herif!” diyen Serap’a bakan Nefes “Serap?” dediğinde “Ne var be? Onun dilinde konuşuyorum işte” dedi.
Nefes, başını sallayıp yeniden Cüneyt’e döndü “Neden?” diye sordu.
Cüneyt “Bir önemi var mı?”
Nefes “Yok mu? Sen bu kızdan lisedeyken de hoşlanmıyor muydun? Gördüğüm kadarıyla hala da hoşlanıyorsun” dedi.
Cüneyt “Yapma Nefes” diyen genç adam gözlerini kapatıp yüzünü buruşturduğunda genç kız uzanıp arkadaşının yüzünü ellerinin arasına aldı “Mutlu olmak seninde hakkın Cino! Tuğçe onca seneden sonra hala senin karşına çıkıyorsa, bu ikinizin bir araya gelmesini istediği için”
Cüneyt “Bunu o mu söyledi?”
“He o söyledi! Ulan kızı darmaduman etmişsin! Bize geldiğinde salya sümük ağlıyordu! Senin yüzünden Fransa’ya gidiyor! O da artık Doruk’un himayesinde çalışacak!” diyen Serap’a bakan Cüneyt “İsabet olmuş” diye söylendi.
“Serap kapa çeneni” diyen Nefes yeniden Cüneyt ile konuşmak için hamle yapmıştı ki Serap’ın homurdanması üzerine yanı başında duran fareyi eline alıp kıza fırlattı “Çeneni kapa dedim aksi takdirde onu ağzına sokacağım duydun mu beni?” diye tehdit etti.
Onları kapının girişinde gülerek izleyen Oğuz Han ve Ecel, İsra ile birlikte Cüneyt’in ne zaman çözüleceğini bekliyorlardı. “Yapamam Nefes” diyen genç adam yorgun bakışlarını bilgisayarın ekranına çevirmiş öylece duruyordu. “Neden ama?”
“Görmüyor musun Nefes? Etrafımız kan çukuru her gün bir başkasının cansız bedeni ile dolup taşıyor. Ben yapamam. O daha iyilerine layık” dediğinde Nefes “Hah!” dedi.
Cüneyt “Ne?”
“Aptalsın sen Cino! Şu kasayı çalıştırırken bir ara kalbini de yokla derim ben” diyen Nefes masanın üzerinden inip Serap’ın yanına gitti “Hepimizin hayatında ölü bedenler var ama buna rağmen, yaşamak için bir şeylere tutunmak zorundayız değil mi? Ne olmuş yani etrafımız kan çukuruysa? Başkalarının hayatları daha mı normal?” diye sordu.
Cüneyt “Nefes, anlamıyorsun”
“Ben mi anlamıyorum?” diye sordu Nefes işaret parmağı ile kendisini göstererek “Ölüyorum ağabeycim var mı ötesi ve buna rağmen Ateş ile birlikteyim.”dedi.
Cüneyt “Aynı şey değil!”
“Hadi oradan!” diyen Nefes ellerini beline koyup topuğunu yere vurduktan sonra Cüneyt’e baktı “Ateş gibi sağlıklı bir adamın hayatına çürük elma olarak girdim. Ben gittikten sonra ona ne olacağını umursamadan! Sen daha Tuğçe’nin elini tutmadan kalkmış bana aynı şey değil diyorsun! Ne yaşayacağını nereden biliyorsun? “ diye sorarken genç adamın konuşmasına fırsat vermeden devam etti “Erdem, Derin’i onun her halini kabul ederek sevdi. Onların ki aramızdaki en imkânsız aşktı belki ama bak şimdi birlikteler ve bir çocukları olacak!” dedi.
Cüneyt “Tebrikler”
“Yapma Cüneyt, ne olur. Buradan bile ne kadar acı çekiyorsun görebiliyorum, hissedebiliyorum ve bu beni çok üzüyor. O kız sana karşı bir şey hissetmese sana öyle davranmazdı. Sen nasıl ona bir şey olur korkusundan ona yaklaşmıyorsan o da senin bizim hayatımızdaki önemini öğrenmesinler diye senin olaylara dâhil olmanı istemiyor! Lisedeyken de öküzdün kabul et kızı sürekli tersleyip duruyordun! Ama yeter, yetmeli değil mi?” diye sorduğunda ağlıyordu.
Cüneyt “Nefes? Ya niye ağlıyorsun kızım şimdi sen?” diyerek yerinden kalktığında Oğuz Han bile şaşırmıştı kızın ağlamasına “Çünkü dayanamıyorum tamam mı? Bir taraf mutlu olsa diğer taraf mutsuz, istemiyorum” dedi elleriyle gözlerini ovalayarak. “Gel buraya cadı” diyen genç adam kızı kollarının arasına alıp saçlarını öperken “Bilmiyorum” diye mırıldandı “Bilmiyorum. Köreldim ve sağlıklı bir ilişki nasıl yaşanır bilmiyorum”
“Yeni bir klasör oluşturur üzerine şifre ve koruma sistemi koyar saklarsın, böylelikle kimse mikrobunu bulaştıramaz” dedi Serap.
Gülerek Serap’a bakan Oğuz Han kızın kendisine bakması ile “Ecel ile yattığını biliyorum piç herif! Yavşak yavşak sırıtma bana!” dediğinde bu sefer gülen kendisi somurtan Oğuz Han’dı “Sana ne kızım?” diyerek kendisini savunduğunda Nefes onlara bakıp inledi “Of, tam bir baş belasısınız ya”
Cüneyt “Şüphen mi var cadı” diyerek kızı daha sıkı sararken Nefes yutkunarak Cüneyt’ten ayrıldı “Ben doğru olanı yapacağına inanmak istiyorum ve yapacağını da biliyorum” diyerek parlayan gözlerle arkadaşına baktı. Burnunu çekip onun elinden tuttuğunda “Şimdi bir de güvenliğimiz hakkında konuşalım” dedi.
Ecel ile İsra ‘yla göz göze geldiğinde “İçeri mi geçelim yoksa buraya mı gelirsiniz?” diye sordu. Ecel ve İsra birbirlerine bakıp içeriye girdiklerinde Sina da elinde dosyalarla gelmişti. Oğuz Han, kendisine bulduğu yere oturduğunda Serap da gidip koltuğunun kenarına oturmuş ve elini omzuna atmıştı “Seviyorum lan seni” diyerek arkadaşının saçlarından öptüğünde Ecel garip garip ikisine bakıyordu. Cüneyt, kaşlarını kaldırıp derin bir nefes alırken “Rose Abdullah” dedi.
Cüneyt “Kevser Abdullah ve Osman Kohen’in kızı.”
“Bu durumda Bade ile Derin’in kuzeni mi oluyor?” diye soran Oğuz Han dönüp Nefes’e baktığında “Bizim seninle öz kardeş olabilme ihtimalimiz kaçta kaç?” diye sordu. Kaşlarını çatmıştı çatmasına ama yüzünün almış olduğu şekil o kadar komikti ki bu Nefes’in gülümsemesine neden olmuştu.
“Kızlar, bu durumu kabul etmiyor çünkü kendileri bile birbirlerini kabullenmedi henüz” diyen Nefes içini çekip cebinden çıkarmış olduğu flash belleği Cüneyt’e attı. “Nedir bu?” diye soran Cüneyt küçük aleti bilgisayara takarken Nefes “Beril’in düğününden sonra bir toplantı yapacağız. Burada benim bulduklarım var, sen kendi bulduğun bilgilerle birleştirip bir dosya oluşturursan eğer o gün geldiğinde zorlanmayız” dedi. Cüneyt, klasörleri açarken “Bu ne?” diye sordu kaşlarını çatmıştı.
Oğuz Han, yerinden kalktığında “Ne ne?” diye sordu.
Cüneyt “Nefha Altuğlu’nun kemikleri. Neden ona da bir dosya açtın?” diyerek Nefes’e döndüğünde genç kız içini çekerek gözlerini kapadı “Mute ve Rabad’da olaylar çıkmış. Her hareketi takip ediyordum ve olayların nasıl başladığını unutmamam içinde Nefha Altuğlu’nun kemiklerinin resimlerini çektim. Büyütülecek bir şey değil” dedi.
Oğuz han “Ne bebekmiş be ölüsü bile bela başa!” diyerek başını iki yana salladığında Nefes durup İsra’ya baktı “Rıza’nın dönmesi ile siz Afra’nın yanına geri mi döneceksiniz?” diye sordu. Oğuz han da dâhil olmak üzere hepsi iki korumaya bakarken Ecel’in bakışları hızla Oğuz Han’a takıldı ve “Sanıyoruz” dedi. Gözlerini gözlerinin içinden çekmeden söylediği bu söz genç adamın çene kaslarının kasılmasına neden olduğunda İsra da “Yerimiz orası” demekle yetindi “Biz elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz”
Nefes “Biliyorum” diyerek yanaklarını şişirdi. Serap’ın cep telefonunun çalması ile ona bakan genç kız, Serap’ın “Senem arıyor” dediğini duyup duruşunu dikleştirdi.
“Ne var kız?” diyen Serap Senem’in cırlamasıyla telefonu kulağından uzaklaştırıp gözlerini irice açtı “Oha!” diye bağırdığında Cüneyt “Bir sorun mu var?” diye sordu. Serap, cep telefonunu kapatıp cebine koyarken “Yürüyün!” dedi.
“Ne oluyor kızım?” diye sordu Oğuz Han.
“Beril salağı Rüzgâr’ı terk etmiş! Ulan ben o balta girmemiş ormanlarını tek tek yolmazsam bana da Şahin Kuş demesinler!” dediğinde Oğuz Han “Ve bunun için bizim de gelmemiz gerekiyor, öyle mi?” diye sordu. Serap’ın aynı hızda dönüp bağırması ile suratını buruşturan genç adam “Ya bağırmasana Allah Allah!” diye kükredi bu sefer. “Rüzgâr, takip edildiklerini söylemiş. Paşa’nın etrafında birden fazla araç varmış” dediğinde Nefes “Gidelim” diyerek ayağa kalktı ancak Sina “Sen hastaneye gitmeyecek miydin?” diye sordu. Nefes, gözlerini kısıp kıza baktığında Sina “Hastaneye gitsen daha iyi olur. Biz diğerleriyle ilgileniriz” dedi. Nefes, ona bakıp dişlerini sıkarken içini çekip Cüneyt’e baktı “Sen benimle gel. Sen de Oğuz ve ikizlerle” diyerek Sina’nın önünden dolaştığında Cüneyt “Ona inat gitme Sina hastalığı hakkında konuşulmasından nefret ediyor” dedi. Elini genç kızın beline koyup kapıya doğru döndürdüğünde “Nefes?” diye bağırdı. Kapıdan çıkmadan önce kendisine bakan Nefes “Evet?” diye sorduğunda sanki hiç acelesi yokmuş gibi davranıyordu. “Çatışma çıkabilir bence de sen hastaneye git. Ben burada kalacağım” dedi. Oğuz Han,ceketini üzerine geçirip adamlarına seslenirken diğer yandan da “Bence de sen burada kal. Erdal yavuz denen o adam da karşımıza çıkabilir bir de onunla uğraşmayalım” diyerek Cüneyt’e baktığında ikizler çoktan hazır ola geçmişlerdi bile. Gülümseyerek İsra’ya bakmakta olan Sina uzun ceketini eline aldığı sırada genç adamın kendisini durdurması ile neye uğradığını şaşırdı.
“Sorun ne?” diye sorduğunda İsra “Sen!” diye söylendi. Oğuz Han’ın ve Ecel’in,kızlarla evden çıkmasını izledikten sonra sıkıntıyla dönüp Sina’ya baktı “Burada kalıyorsun!” dedi.
Sina “Efendim?”
İsra “Söylediklerimin nesini anlamadın? Burada kalıyorsun bir de senin güvenliğin için endişelenemem”
“Benim için endişe mi ediyorsun?” diye sordu Sina sevimli bir yüzle.
İsra “Korumakla görevli olduğum birisin tamam mı? ölürsen kimseye bunun hesabını veremem!” dediğinde sesi oldukça sertti.
Sina “Olsun ben de geliyorum” diyerek önünden geçmeye çalıştığında İsra’nın iki kolundan da tutması ile acı içerisinde yüzünü buruşturup ona baktı “Ne!” diye bağırdığında İsra “Çatışma çıkabilir denildi az önce duymadın mı? Ne diye inat ediyorsun? Öyle bir şey olsa kendini savunabilecek misin? Otur oturduğun yerde beni de sinir etme daha fazla!” diyerek kızı koltuğa atıp arkasını döndü ve dışarıda adamlardan ikisine kızı salmamaları konusunda emir verdi.
“Kaçmaya kalkışırsa da ayak bileklerini kesin! Görsün gününü!” diye bağırarak arabasına doğru yürüdüğünde kollarının altındaki silahları, belindeki silahları ve ayak bileklerindeki silahları kontrol ediyordu. Hepsi dolu ve hepsi hazırdı.
***
“Biraz sarımsak da koyduk mu mükemmel olacak”
Genç adam, gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıyırmış, şirketin mutfağında onca çalışanının gözleri önünde sevdiği kıza yemek yapıyordu. Her bir hareketi o kadar büyüleyiciydi ki onu izlemekte olan Bade hayran hayran genç adamın yüzüne bakıyor, ne yaptığıyla ilgilenmiyordu. Doruk ise yorgun ama bir o kadar dinç bir halde genç kızın yanında ona yemek yaparken şirket çalışanlarının diline düştüğünün farkındaydı. Spagettileri içi sos dolu tavanın içine atıp karıştırırken bir yandan da bir şeyler mırıldanıyordu. Bade, ona bakarken sanki hiçbir şey olmamış etraflarında hiç kötülük yokmuş gibi hissediyordu.
“Umarım iyi bir seyirlik oluyorumdur senin için Kızıl?” diye soran genç adam Bade’nin şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdığını ona bakmamış olsa da görebiliyor, hissedebiliyordu. Başını kaldırıp yan yan genç kıza bakarken “Bence oluyor” diye söylendi göz kırpıp. Ardından uzanıp kimselere aldırış etmeden kızın dudaklarından küçük, arsız bir öpücük çaldı. “Acıktın mı?” diye sorarak kızın gözlerinin içine bakarken Bade “Biraz” diye söylendi. Alt dudağını dişleyip duruyor ve genç adamın dikkatini dağıtıyordu. Doruk’un sıcak parmakları ısırmakta olduğu dudağının üzerinde oyalanırken diğer eli tavanın içindekileri karıştırmakla meşguldü. Bade’nin kendisini geri çekmek istediğini bilmesine rağmen, bunu yapacak gücü kendisinde bulamadığını da hissediyor ve bu da genç adamın daha çok gülümsemesine neden oluyordu.
“Heyecanlanıyorsun” diye söylenirken başını çevirip kıza baktı. Ocağın altını kapatıp yanında durmakta olan çatallıktan bir çatal aldığında gözleri an olsun kızın gözlerinden ayrılmamıştı. “Kızıl?” diyerek kızın konuşmasını beklerken Bade’nin yapabildiği tek şey büyülenmiş bir halde Doruk’a bakabilmekti. “Senin yüzünden” diye kekeleyerek konuşurken Doruk’un ağzına atıp çiğnemekte olduğu spagettiye baktı “Çok sıcak değil mi?” diye sordu.
“Senin kadar değil” diyen genç adam gamzelerini belli edercesine gülümseyerek kıza yaklaştığında Bade bir kez daha o uçurumdan aşağı düştüğünü hissetti. Doruk’un sosa bulanmış dudakları kendi dudaklarıyla buluşup iflah olmaz bir şekilde kendisini öpmeye başlayınca ne diyeceğini,ne yapacağını unutmuştu. Öyle ki adını bile unutur olmuştu o kendisine her böyle yaklaştığında… Genç adamın dudakları kızın dudaklarından kayıp,dudağının kenarına oradan yanağına ilerlediğinde bir eliyle incecik belini sarıp kendisine çekti. Kızın kokusunu içine çekip kendilerini izlemekte olan çalışanlardan yemeği servis etmelerini söylediğinde Bade’nin elini tutmuş sürüklüyordu. Kızın,yalpaladığını yürüyecek halde olmadığını anlamasına rağmen bir şey demeyen genç adam asansöre bindiklerinde daha fazla onun üzerine gitmedi. Bunun yerine kızın elini sıkıca tutup “Bana anılarını anlatmanı istiyorum” dedi.
Bade,sanki bir rüyanın içinden uyanmışçasına gözlerini kırpıştırarak Doruk’a baktı. “Ne?”
Genç adam,hızlıca başını sallayıp “Bana anılarını anlat.” Dedi
Bade “Ne-neden bahsediyorsun? Ne demek anılarını anlat?” diye sorarken genç adamın ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. Düşündüğü şeyi mi istiyordu? Doruk, kıza dönüp diğer elini de tutarken başını çevirip giderek yükselmekte olan asansörün aşağısında kalan katlara baktı “Bana seni anlatmanı istiyorum” dedi başını çevirerek “Melikshah Kohen’in kız kardeşi Bade Kohen nasıl bir çocukluk geçirdi bilmek istiyorum.”
Bade için gelinen son nokta bu muydu bilmiyordu genç kız ancak Doruk’un istediği şey o kadar güzel ve kendisi için anlamlıydı ki ne yapması gerekiyor bilmiyordu. “Her şeyi mi? Katliamı da mı?” diye sorduğunda Doruk başını iki yana salladı “Hayır, onu istemiyorum” dedi “Ben,seni bugün karşıma çıkaran nedenleri ve o nedeni savunan adamın kız kardeşini nasıl büyüttüğünü öğrenmek istiyorum. Bade Kohen, çocukken neler yaşamış onu bilmek istiyorum. Seni bilmek istiyorum Kızıl” dediğinde Bade uzanıp asansörü durdurdu.
Doruk “Asansörü fantezisi mi yapacağız? Olur,bana uyar” dediğinde genç kızın elleri ellerinden kopup yüzünü buldu. Yüzünü avuçlayıp gözlerinin içine bakan kıza bakan Doruk “Bade?” diye söylendiğinde genç kız “Beni bilmiyor musun?” diye sordu. Gözleri akmayan yaşlar yüzünden parlıyor,kalbi kanatlanmış kafesine sığamayacak şekilde uçmaya çalışıyordu. “Ben seni karşıma çıktığın günden itibaren biliyorum Bade Kohen. Seni okulun kapısında ilk gördüğüm anda,sınıfın kapısıyla seni karşı duvara fırlattığım anda…” dediğinde Bade başını önüne eğip güldü “Çok kötüsün” diyerek başını salladığında genç adam “Ne yapayım? Senin oradan geçtiğini bilemezdim ya! Ama bak her işte bir hayır varmış değil mi?” dedi.
Bade “Doruk?”
Doruk “Ben seni benim hayatıma girdiğin günden itibaren biliyorum Kızıl ama benim Kızıl’ dediğim insanın çocukluğunu bilmiyorum ve merak ediyorum.”
Bade “Bunu gerçekten istiyor musun?”
Doruk “Sen istemiyor musun?”
“Çok…” dedi Bade gözlerinden akan yaşları durduramıyor gülümsüyordu “Sana abimden bahsetmemi mi istiyorsun?” dedi burnunu çekerek. Genç adam, sesini çıkarmadan başını sallayınca Bade “Canını sıkmaz mı bu?” diye sordu.
Doruk “Senin mutlu olmanı sağlayan hiçbir neden benim canımı sıkamaz Kızıl”
Bade’nin dudaklarının arasından kaçan küçük hıçkırık Doruk’un dudakları tarafından hapsedilirken genç kız parmak uçlarında yükselmiş, elinden geldiğinde ona karşılık vermeye çalışıyordu. Genç adamın, dudaklarına karşılık gülümseyerek gözyaşı dökerken “Seni seviyorum…” diye fısıldadı. Doruk’un öpüşü de kızı tutuşu da daha da baskıcı bir hal alırken Bade onun da kendisini sevdiğini söylediğini hareketleriyle gösterdiğini biliyordu. Doruk, her şeydi. Gölgesinde dinlenebileceğin bir ağaç üşüdüğünde sıcaklığından yararlanabileceğin bir güneş gibiydi. Sığındığın bazen kaçmak istediğindi… Ona sımsıkı tutunurken ondan başka kimseye ihtiyacı olmadığını bildiği gibi…
Asansörden çıkıp el ele odalarına yürüdükleri sırada Kafara’nın masasının önünde durmakta olan adamı görüp birbirlerine baktılar “Özkan?” diye bağıran Bade, Doruk’un elini bırakmadan genç adama doğru yürürken Özkan’ın ne düşündüğünü belli etmeyen bakışları ikiliyi bulmuştu “Tebrik ederim” diyerek Doruk’a bakarken gülümseyerek Bade’ye dönmüştü.
“Nasılsın?” diye soran genç kız Özkan’ın kaşlarını çatması ile bir sorun olduğunu anlamıştı. “Sorun ne?”
Doruk’un yüzüne bakıp derin bir nefes alan Özkan “İçeri geçelim mi?” diye sordu. Doruk “Tamam” diyerek odasını gösterirken Khalid’in odasından çıkan Derin ile Çilem’i görüp ıslık çaldı ve başıyla odasını işaret etti.
Derin “Erdem!” diye seslenerek genç adamın yanlarına gelmesini izledi “Doruk, çağırıyor”
Peş peşe Doruk’un odasından içeriye girdiklerinde büyük masanın etrafına toplanmışlardı. “Sorun ne?” diye soran Erdem “Artık bunu sormaktan valla yoruldum ya” dedi. Doruk, başını sallayıp “Ben de” dediğinde Özkan “İki saat önce Paşa da silahlı çatışma çıkmış” dedi.
“NE!”
Doruk, öyle yüksek sesle bağırmıştı ki herkes aynı anda yerinden sıçramıştı. “Bizimkilere bir şey olmamış merak etme” diyerek yerine oturan Özkan sıkıntıyla kravatını gevşetip Doruk’a baktı “ Av partisi başlamış” dedi.
Doruk “Bu ne demek şimdi?”
Özkan “Elimden geldiği kadar Murat’a yardım etmeye çalışıyorum. Biliyorsun o da bu işte bizim yanımızda ancak Doruk görünmez bir el var ve her kimse,herkesten çok güçlü” dedi. Kucağındaki dosyayı Doruk’a uzatırken genç adam “Cidden artık bunlardan sıkıldım” diye söyleniyordu.
Özkan “Bende ama içindekilere bir bak. Pek hoşuna gitmeyecek çünkü” dedi.
Doruk, dosyayı açıp çatık kaşlarla önünde duran resimlere ve alınan notlara baktı “Ne ulan bunlar?” diye sorduğunda “Hepimiz özel hayatımıza kadar izleniyoruz. Kiminle ne yaptığımız, ne konuştuğumuz tek tek bu belgelerde yazıyor!” dediğinde Derin “Bakabilir miyim?” diye sordu. Doruk “Al!” diyerek elindeki dosyayı Derin’e uzattığında genç kadın “Vay canına yılan gibi kıvrılmışım hep” dedi. Sesindeki alay o kadar belliydi ki dönüp Çilem ile Erdem’e baktı “Bunlar iki ay öncesinin yalnız” dedi “Şimdi bize ulaşma gibi bir durum söz konusu olabilir mi?” diye sorduğunda Özkan “Sorun da bu zaten. Giderek güçlendiğimizi biliyorlar. Mikail’in Ortadoğu’da yapmakta olduğu eylemler de aktif hale gelince birilerini cidden kızdırmaya başladık. Bize artık ulaşamayacaklarını anladıklarından…”
“Kör baskın yapıyorlar” dedi Doruk.
Özkan “Aynen öyle. Bizden başkalarının olmasını falan önemsemiyorlar. Murat’ın dediğine göre daha büyük bir plan var. Şu dizeler neydi hani; aldatılmış aldanan insan diye olan onun altında yatan bir mesaj olduğunu düşünüyor”
Çilem “Ne gibi?”
Özkan “Güçlü bir düşman gibi”
“Ya da…” dedi Derin ayağa kalkıp masaya doğru yürürken “Bildiğimiz ama aslında göremediğimiz bir düşman gibi”
Bade “Kenan Altuğlu gibi mi?”
Khalid “O sadece bir piyon prenses”
Bade “Öyleyse?”
“Altuğlular köklü bir aile. Kenan Altuğlu, o aileden sadece biri.” Dedi Doruk. Düşünüyordu. Derin,ona baktığında yine zehirli düşüncelerinin içine girmiş olduğunu gözlerinin koyulaşmasından anlayabiliyordu.
“Benim aklıma bir şey geliyor ama…” dedi Erdem.
Doruk “Ne?”
Genç adam,başını kaşıyıp dirseklerini dizlerinin üzerine koydu “Ya her şeyi yapan tek bir kişiyse?”
Bade “Nasıl yani?”
“Yani…” dedi Erdem “Senin ailenin öldürülmesinde ve bizim başımıza gelen felaketleri yapan tek bir kişiyse ve Derin’in de söylediği gibi bildiğimiz ancak göremediğimiz biriyse?” diye sorduğunda Doruk “Kenan Altuğlu ve Osman Kohen’i eliyorum. O iki gerizekalının yapabilecekleri tek şey kan dökmek,plan yapmak değil” dedi.
“Ve bu da görünmez elin gerçekliğini kanıtlıyor” dedi Özkan.
Bade “Peki ama kim?” diye sorduğunda Derin “Şu bir gerçek ki Onno Altuğlu gerçeğini göz ardı ediyorsunuz. Üç tane aynı isim ve soyismine sahip olan Altuğlu var”
“Nefes’e saldıran genç olduğuna göre…”
Derin “Tepedeki adam baba olan” dedi “Yaşlı Onno Altuğlu”
Çilem “Peki ne yapacağız?”
“Fareyi deliğinde kıstıracağız!” dedi Bade. Herkes dönüp ona baktığında genç kız gülümsedi “Nasıl yapacağımı biliyorum” dedi.
Doruk “Hayır! Sen bu işe karışmayacaksın!” diye söylendiğinde Bade “İki saat önce Paşa gibi bir mekânda silahlı çatışma çıktığını öğreniyoruz. Onlar ellerini kollarını sallayarak burnumuzun dibine kadar girebiliyorlarsa biz de gireriz” diye çıkıştı genç kız “Ayrıca, bu işte omuz omuzayız. Unutma! Söz verdin, beni yanından ayırmayacaksın!”
Doruk “Ne alakası var?”
“Çok alakası var” dedi Derin “Onu kafese sokmaya çalışma, yasakladığın bir süre sonra ona daha çekici gelmeye başlayacak, senden gizli iş çevirmesini istemiyorsan bırak uçsun. Sahibi sen olduğun sürece soluğu yine senin yanında alacak”
Doruk “Vay be! Tam aşk kadını olmuşsun” dedi.
Derin,eline aldığı kalemi genç adama fırlattığında gülmemek için dudaklarını birbirine bastıran Erdem’e baktı “Kapa çeneni!” dedi. Öte yandan Özkan hala gülmüyordu “Dikkatli olmalıyız” dedi ciddi bir sesle “İkiye ayrılmış durumdalar. Bizi zayıf yönlerimizden vuracaklar yine!” dediğinde Derin “Bu sefer farklı” dedi.
Özkan “Nasıl?”
“Bence bizim güçlendiğimizi biliyorlar…”
Özkan “Evet,senin gibi birinin bize katılması kötüler için kötü oldu” dedi. Alay eder gibiydi ama ciddiydi aslında.
“Haklısın. Ben onlar için her zaman kullanılacak bir silahım çünkü hepsine karşı fazla şey biliyorum ama yine konu bu değil. Konu bizim güçlendiğimizi biliyorlar ve bir arada olmamızdan nefret ediyorlar”
Bade “İstanbul da olan saldırıda toplu çatışma çıkardılar çünkü ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Hedef şaşırtmaktı asıl amaçları. Bu saldırıdan sonra bizim yalnız takılmamızı bekleyecekler,böylelikle…”
“Daha kolay avlanabilecekler…” dedi Doruk.
“Ve bunun için en iyi adamlarını sahaya sürmüşlerdir” dedi Derin.
Khalid “En acımasız ve en vahşi olanlarını”
Doruk “Tanrım”
“Yine de bir adım onlardan öndeyiz. Ne planladıklarını nasıl yapacaklarını tam olarak bilemesek de onlardan bir adım öndeyiz” dedi Erdem ciddi bir ses tonu ile.
“Ve giderek daha da güçleniyoruz” dedi içeri giren Mikail. Herkes şaşkınlıkla kendisine ve yanındaki kıza bakarken Doruk’un içinden sadece gülmek geliyordu. “O halde biz de kendi planlarımızı uygulamaya başlayalım ha ne dersiniz?” diye sorduğunda bakışlarını tek tek odadakilerin üzerinde dolaştırdı. Yorgun oldukları her hallerinden belli olmasına rağmen Doruk orada olmamalarına rağmen diğerlerinin de kararlılıkla baş salladığını görüp gülümsedi ve Mikail’e bakarak “Anlat bakalım melek adam hikâye nasıl bitecek?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKU OYUNU 2. SEZON (KAN VE GÜL)
Fiksi UmumBir oyunla örtülüydü o yalan, Ağlanacak güldürüydü oynanan. Çevresini küçüklerin sardığı Gülmelerin arkasında ağlayan, Aldanmamış aldatılmış bir insan.