Bölüm 106

165 32 0
                                    

15 gün önce

Gri.

Son zamanlarda etraflarındaki her şey bu renkten ibaretti. Kasvetli insanı sıkan bir havanın altında nefes almak için mücadele ediyorlardı. Daha çok genç olmalarına rağmen bütün enerjileri sömürülüyor ve onlara dayanmaları gereken o süreyi vermiyordu. Bir camın gerisinden bakmaktı onlar için artık hayat. Yaşanılması gereken çok şey varken sessizce bir köşede oturup izlemekten ibaretti. Son birkaç aydır bütün aksilikler daha doğrusu kötülükler üst üste gelmişti. Ve şimdi hepsi yaşayan birer enkazdan ibaretti. Kaybettikleriydi onları en çok yıkan, yere düşmelerini sağlayan. En kötüsü buydu canlarını acıtan, gözyaşı dökmelerine neden olan... İntikam... Hırs ve öfke gencecik kalplerine zamk gibi yapışmış çıkmıyordu. Tam on beş gün olmuştu sessizliğin içine gömüleli. O kadar yıkım yaşanmıştı ki geride, onları toparlayabilmek için tam on beş gün geçmişti. Doruk, on beş gün boyunca bir hastane odasında kalmıştı. Aldığı darbeler ve geçirdiği kısa süreli kalp spazmı herkesi korkutmuştu. İstanbul'dan gelen ve yıllar önce kendisine nakil işlemleri sırasında yardımcı olan doktorları bile hiç üşenmeyip Lyon'a gelmişlerdi. Neden sol tarafının kasıldığını, neden sürekli kalbinin sıkıştığını o zaman öğrenmişti genç adam.

"Nakil sonrasında kullanması zorunlu olan ilaçları almayı bırakmış" demişti doktorları ailesine. Babasının kükreyen sesini, kendisine kızmasını ve sanki ölmüş gibi konuşmasına şahit olmuştu Doruk. Suratını buruşturup başını başka yöne çevirmişti. Doktorların her birinin ayrı ayrı kendisiyle konuşmasına izin vermiş ve bol bol nasihatler almıştı. Eğer o ilaçları bir an olsun kullanmayı unutacak olursa bundan sonrakinde bu kadar kolay kurtulamayacağını söylemişlerdi. Ve şimdi o on beş günün son gününde hastanedeki odasında, yatağında oturur vaziyetteydi. Bütün yaraları hemen hemen iyileşmiş sayılırdı. Ayağa kalktığı zaman canı yanan genç adam kendisini pek zorlamadıkça bunu da hissetmiyordu. Öte yandan normal bir insanın bile dayanamayacağı kadar fazla yarası vardı bedeninde ve bununla ilgili de ayrı bir azar yemişti.

"Kendini Süpermen falan mı sanıyorsun sen? Ya da özel güçleri olan bir manyak? İnsansın sen insan! Kafanı gözünü kırmanı anlarım ama bütün bedenini delik deşik etmelerine nasıl izin veriyorsun anlamıyorum!" diye bağırmıştı Ateş. Hatta öyle ki Yavuz onu tutmasa beynini dağıtmaya bile meyilliydi. Yaşadıklarından sonra somurtan bir yüz ifadesiyle bakışları şiddetle yağan yağmura kaydı. Camın buğusunu elinin içiyle alırken gözlerini kısmış puslu havaya bakıyordu. Muhtemelen Karadeniz de böyleydi şuan.

"Biz geldik!"

Şen şakrak sesi ile içeriye giren Serap tek kaşını kaldırıp önce sessizce dışarıyı izlemekte olan Doruk'a ardından da dönüp Volkan'a bakmıştı. Olanlardan sonra İstanbul'da bir görev dağılımı yapılmış ve kendilerini burada bulmuşlardı.

"Yine ne düşünüyorsun?" diye soran genç kız ellerini ceketinin ceplerine sokup yatağın ucuna yürüdü. Usulca kenarına otururken Doruk, yatağın hafifçe çökmesi ile gözlerini kıstı ve "Cenazesi bugün mü?" diye sordu. Serap'ın kaşları bir an çatılırken Volkan derinden gelen bir sesle "Evet. Öğlen namazından hemen sonra" dedi.

"Anladım." Dedi genç adam. Sıkıntısının asıl nedeni de belli olmuştu böylece.

Serap "Doruk?"

Doruk "Efendim?"

Serap "Kendini mi suçluyorsun?"

Volkan "Serap, şimdi sırası değil" diyerek uyardı karısını.

Serap "Kötü bir şey söylemiyorum ki. Eğer böyle düşünüyorsa bunun onun hatası olmadığını bilmesini istiyorum"

"O kadın benim şirketime elini kolunu sallayarak girdi Serap" dedi Doruk başını çevirip ifadesiz bir yüzle kızın gözlerinin içine bakarken.

TUTKU OYUNU 2. SEZON (KAN VE GÜL)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin