Ece
Aynı yolu sürekli kullanmak zorunda kaldığınızda, etrafınızdaki her güzel şey zamanla daha soluk ve sıkıcı bir hal almaya başlar. Geçtiğiniz sokaklar, gördüğünüz insanlar, hatta toplu taşımanın o yapış yapış kokusu...
Okula giden yol benim için üç yılın ardından tam da bu hale gelmişti. Üniversitenin adının yazdığı o koca tabelayı görmek bile ruh halimi karamsar bir havaya sokmaya yetiyordu. Yol boyunca kulaklıklarımı takıp gözlerimi kapatmak tüm bu monotonluktan en iyi kaçış yolumdu.
Çalan şarkı yerini bir sonrakine bırakırken gözlerimi aralayıp nerede olduğuma baktım.
Gereksizce dolambaçlı olan yolculuğumun sonuna yaklaştığımı anladığımda oturduğum yerde dikleştim ve telefonuma göz attım. Deniz mesaj atmıştı ve okulda olup olmadığımı soruyordu.
Aslında onun derslerinin bugünlük bitmiş olması gerekiyordu ve Deniz için okul bittiğinde, biterdi işte. Dersi olmadığı sürece onu okul arazisinde tutmak imkansızdı.
Bunun, onun üniversitedeki beşinci yılı olduğunu düşünürsek bu anlayışla karşılanabilirdi.
"Durakta inebilir miyim?" diye seslendim şoföre. Deniz'e cevap yazarken sonunda ter ve sigara kokusundan kaçıp temiz havaya çıkmıştım. Mesajla Cafe Pier'de buluşmak üzere anlaşmıştık, bu yüzden adımlarımı hızlandırdım.
Hızla geçen arabaların arasından kendimi sokağın karşısına attığımda okulun girişindeydim. Somurtkan güvenliğin yanından seri adımlarla geçtim ve okulla yakından uzaktan alakası olmayan diğer öğrencilerin arasından ilerledim.
Kafeye girdiğimde, hemen girişte duran dolaptan kendime bir su kaptıktan sonra kasaya doğru ilerledim. Buranın dizaynını beğeniyordum. Küçücük bir yerdi ama her gördüğümde imrendiğim duvar kağıtları ve rahat koltuklarıyla okulun içindeki en sıcak mekandı.
Su şişesini kolumun altına sıkıştırıp sipariş vermek için sıramı beklemeye başladım.
"Şu pastanın içinde ne var?" diye sordu önümdeki çocuk İngilizce. Cam vitrinde sergilenen pastalardan bir tanesini işaret ediyordu.
"Sekiz lira." dedi görevli adam, belli ki çocuğun ne dediği hakkında en ufak bir fikri yoktu.
"Hayır, içinde ne var diyorum!"
Adam yüzüne boş boş baktığında çocuğun geniş omuzları hayal kırıklığıyla düştü.
"Pasta neyli, diye soruyor." dedim aradan, adama eğilerek. Yüzünde bir aydınlanma ifadesi oluşurken çıkardığı sesle soruyu anladığını belli etti.
"Çikolata ve çilek." diye ağır ağır açıkladı çocuğa.
"Pekala, ondan da bir dilim alabilir miyim?"
Adam kafasını salladıktan sonra işe koyuldu. Ben de ödeme yapmak için beklerken dışarıya doğru baktım ama Deniz henüz ortalıkta görünmüyordu. Dersimin başlamasına henüz zaman vardı ve zaten, kendimi diğer yüz küsur kişiyle birlikte amfiye tıkmak için acele etmek istemiyordum.
"Senin ne vardı?"
Adamın bana seslendiğini anladığımda tekrar önüme döndüm. O sırada yabancı çocuk da sarı kafasını öne eğmiş kahvesine şeker koymakla meşguldü.
"Ah, bir su aldım. Bir de filtre kahve alabilir miyim?" O sırada cüzdanımı çıkarmak için çantama eğildim.
"Hey, teşekkürler." dediğini duydum sarışının.
"Sorun değil." diyerek başımı kaldırdım, benimle konuştuğunu fark ettiğimde. Kısa bir an için göz göze geldiğimizde gülümsemem şokla yüzümde dondu.
Oh, siktir.
Ben az önce karşılaştığım manzarayı hala sorgulamaktayken o, suratını kahvesine gömerek dışarı çıkmıştı.
"Filtre kahve!"
Şaşkınlığımdan biraz olsun sıyrıldığımda dönüp kahvemi aldım. Kendimi, arkama bakmaktan alıkoyamıyordum ama o çoktan gözden kaybolmuştu.
Akıl sağlımdan şüphe duyarak kendime içeride bir yer buldum ve oturdum. Kahvemle boş boş bakıştığım bir sürenin sonunda karşımdaki sandalyenin gıcırtıyla çekildiğini duyup kafamı kaldırdım.
Deniz, sırtındaki çantayı çıkartıp yan sandalyeye fırlattı ve yanakları al al olmuş bir şekilde karşıma yerleşti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds Of College
FanfictionBu hikayedeki Calum kötü çocuk olmaktan uzak, Luke piçliğin kenarından bile geçmiyor. Ashton mı? Kıkırtılarıyla neşe saçıyor ve küfrederken pizza yemek Michael'ın tek özelliği değil. Biz sadece 5 Seconds of Summer'ın tüm bunlardan çok daha fazlası...