Deniz
Bugün günlerden ne olduğunu bile bilmiyorum. Zamanı akışına bıraktığınızda böyle etkileri oluyordu sanırım.
Kapının sesini duyduğumda bağdaş kurup kucağıma yerleştirdiğim bilgisayarımda, istifimi bozmadan yazmaya devam ettim.
Ece'nin evde olduğunu biliyordum, saat de erken sayılmazdı o yüzden illa ki uyanıktı. Bakalım bu sefer içimizdeki hangi şanslıya kapıyı açma piyangosu vuracaktı?
Ayrıca kim gelmişti ki?
Zil yeniden çaldığında yavaş yavaş sorumluluğa çekiliyormuşum gibi hissettim. Muhtemelen kim geldiyse, gitmeden önce kapıyı açmalıydık.
Oflayarak bilgisayarımı yanıma koyduğumda, kendimi yataktan kaydırdım ve ayaklarımı sürüyerek kapıma ilerledim. Kapımı açtığım gibi odasından çıkmakta olan Ece'yle karşılaştığımda birden gülümsedim.
"Ah, piyango için tebrik etmek için gelmiştim. Tadını çıkar."
Sırıtarak kapıyı kapattığımda, muhtemelen bana küfredip göz devirmiş olmasına aldırmamaya çalıştım.
Yatağa oturmadan önce kimin geldiğini merak edip kapımı yeniden araladığımda sesleri dinlemeye başladım.
"Deniz'le konuşmak istiyorum."
Bu Luke'un sesiydi.
Konuşmanın devamını dinlememek adına kapımı kapattığımda hiçbir şey kalbimin hızlanmasını açıklamıyordu.
'Şşşt,' dedim ona doğru, 'yavaşla, yavaşlaman lazım.'
Neredeyse bir hafta önce masalarından kalkıp gitmiştim ve o günden beri kendi hislerimi törpülemekten başka bir şey düşünmüyordum.
Ben en başta her şeyi kendi hayal ürünüm sanırken o da benden hoşlandığını söylemişti oysa ki. Bana deli divane aşık olmasını beklemiyordum elbette ama hayatında başka biri varken bunu söylemesi... Geceler boyunca sinirimin mi, üzüntümün mü ağır bastığını anlayamamıştım.
Kapım tıklatıldığında ben yeniden yatağıma yerleşmiş ve bilgisayarımı kucağıma almıştım bile. İçinde bulunduğum dağınık hali umursamadan içeri gelmesi için ses çıkardım.
Yavaş adımlarla odaya girdiğinde gözlerimiz buluştu, selam diye mırıldanmasına karşılık sadece gözlerimi çekmekle yetindim.
Konuşmak isteyen oydu, değil mi? Ben kelimelerimi kendime saklayabilirdim. Umarım bunu sadece ona başka türlü davranmak içimden gelmediği için yaptığımı fark edebilirdi.
"Uhm- naber? Bütün hafta okula gelmedin, görüşemedik."
Önümdeki bilgisayarın ekranı açık olsa bile gözlerim boş dolanmaktan başka bir şey yapamıyordu. O, dikkatimi dağıtıyordu.
"Ben de o yüzden seni görmeye geldim."
Başkalarını görmeye gittiğin gibi mi, demek istedim. Ama demedim. Konuşmak isteyen oydu, ben değil; diye hatırlattım kendime.
Konuşmasına cevap vermediğim için, şuan onu görmesem de beni izlerken ki boş bakışlarını hissedebiliyordum.
Hareket ettiğini fark ettiğimde önüme doğru geldi ve kucağımda duran bilgisayarı almak için hamle yaptı. O, bilgisayarı çekerken ellerimin klavyeden kaymasıyla buna karşı çıkmadığımı anlamış olmalıydı.
Bilgisayarı yatağın ucuna koyduğunda benim yanıma oturup bana doğru döndü.
"Geçen hafta Avusturalya'ya uçmuştum."
Nasıl yani?
Los Angeles'a kızın yanına gitmemiş miydi?
Bir anlığına gözlerim onu bulduysa da bir tepki vermemeye çalıştım. O ise yatağa biraz daha yerleşerek bir bacağını kendine çekmiş ve ona en yakın duran pelüşlerimden birini kucağına almıştı.
Onun yavru penguen pelüşüm olduğunu farkında değildi. Ben de bunu ona söylemeyecektim.
"Ashton'la konuştum. Röportajı da okuyup öyle sanmışsın. Ama orada değildim. Ayrıca o da Avusturalya'da değildi." dedi kızı kastederek, "Yani LA'de olsaydım da onunla görüşmezdim. Ama ben LA'de değildim zaten."
Cümleleri olasılıklarının içinde kaybolmasaydı keşke... ama ben hala bir şey söylemediğim için bir şekilde kendini açıklamaya çalışıyordu.
Gerçi daha fazla neyi duymayı bekliyordum ben de bilmiyordum.
"Yani zaten onunla bir arada değildik, bunu hiç doğrulamadım ki... Bilirsin- yani- sadece turdayken ihtiyaç konusunda-"
Yeniden göz göze geldiğimizde cümlesini bitirmedi. Bunu duymak istemediğimi biliyordum.
O da bir nefes verdiğinde, "İlişkimizin ciddi bir tarafı bile yoktu," diye tamamladı kendini.
"Geçtiğimiz hafta sonu olmasa da o, bundan sonra görüşeceğiniz konusunda oldukça ciddi gibi." dedim kızın röportajda söyledikleri aklıma geldiğinde. Sonuçta Luke hakkında bu kadar atıp tutuyorsa bir şekilde ondan yüz buluyor olması gerekiyordu.
"Röportajdan haberim bile yoktu. Ona böyle şeyler demekten vazgeçmesini söylüyorum."
Bir anlığına tüm vücuduma elektrik verilmiş farkındalıkla çarpılmıştım.
"Söylüyorum?" diye sorguladım onu tekrarlarken, "Yani siz konuşmaya devam ediyorsunuz?"
"Evet ama-" dediğinde kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım. Onu kesme gereği hissederek, "Luke." dedim sesimin çatallaşmasını engellemeye çalışarak.
Şuan onun da şen şakrak bir havası olduğunu düşünmüyordum, üzgün görünüyordu ama onunla ilgili hislerimin değişmesine çoktan sebep olmuştu. Bu, ona attığım bir tavır veya tripten ibaret değildi. Onun özellikle beni kullandığını düşünüp masumu oynamaya çalışmıyordum, zaten onu tanıdıkça saflığı konusunda biraz daha emin olmuştum.
Kendisini karşı tarafa fazlasıyla açıyordu ve elinden tutulduğu zaman, mecazi anlamda, nereye gittiğini sorgulamıyordu. O beni ne kadar tanıdıysa, ben de onu az çok tanıyabilmiştim.
Ama şuan... boynuna atlayıp, o zaman hiçbir sorun yok diyerek kaç gecedir boğulduğum her düşünceme ihanet edemezdim.
"Ne var biliyor musun," dedim kelimelerimi de toparlamaya çalışırken, "konuyu açıklığa kavuşturduğumuz için minnettarım. Gerçekten. Hatta fazlasıyla açıklayıcı oldu..."
Bir şey söylemek istese de konuşmaya devam ettim.
"Ama sanırım bir süre tüm bunları konuşmaktan biraz uzak kalmalıyız. Düşünmekten de... Hatta birbirimizden de."
Dediklerimin yeterince açık olduğunu düşünüyordum. Yeniden göz göze geldiğimizde ikimiz de bir şey söylememiştik, gözlerinin parlak maviliğinin değiştiğini hissettiğimde ise gözlerimi kaçırdım.
Kucağındaki pelüşü, hala onun bir penguen olduğunu fark etmemişti, yerine koyduğunda yavaşça yerinden kalktı. Veda öpücüğü beklemediğine göre gitmesine karşın bir şey söylememe gerek yoktu.
Kapıda durup bana doğru döndüğünde, "Denis," dedi ton bir ses tonuyla, "gerçekten seni üzebileceğimi düşünmemiştim."
Sözüyle duvara dayalı sırtım onun kalkmasıyla kayarak yatağa yayılmama sebep olduğunda, çığlık atma isteğimi bastırmak zorunda kalmıştım.
BUNUN BU KADAR GÜZEL OLAMAYACAĞI ZATEN BELLİYDİ.
KEŞKE BANA İÇİMİ GÖRÜYORMUŞSUN GİBİ BAKMASAYDIN.
Kapının kapanma sesiyle çığlıklarımdan sıyrıldığımda gözlerim ağır çekimdeymiş gibi kapandı ve ben kendimi yatağa bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds Of College
FanfictionBu hikayedeki Calum kötü çocuk olmaktan uzak, Luke piçliğin kenarından bile geçmiyor. Ashton mı? Kıkırtılarıyla neşe saçıyor ve küfrederken pizza yemek Michael'ın tek özelliği değil. Biz sadece 5 Seconds of Summer'ın tüm bunlardan çok daha fazlası...