4 - İlk Panik

1K 91 80
                                    

Ece

Her gün görmeme rağmen benim için monotonlaşmayan nadir şeylerden biri olan o yüzü aklımdan çıkartamıyordum. Onun tam karşımda durduğunu düşünmem için kafayı yemiş olmam gerekirdi, değil mi?

"Hım?" dedim Deniz'in bir şey söylediğini fark edip.

"Ihm... Şey şeker uzatabilir misin arkandan acaba, bunun sütü çok az olmuş."

Arkamdaki tezgahın üzerindeki şekerlere uzanmaya çalıştım ama kollarım yetmeyince oflayarak ayağa kalktım. Arkamı dönüp şeker poşetlerinin olduğu kutuya elimi atmamla birine çarpmam bir olmuştu.

"Siktir!" dedim duvara toslamış gibi hissederek. Sesimin yankılandığını sandığımda ise muhtemelen arkamdan Deniz'in de aynı tepkiyi verdiğini düşünmüştüm.

"Ah, pardon."

Kafamı yukarı kaldırdığım sırada çarptığım çocuk düşmemi engellemek için beni kollarımdan tutmuştu. Avcumdaki şekerlerden birkaçı gururumla birlikte yere düşerken karşımdakinin Calum Hood olduğunu fark ettim.

Ciğerlerim, sürekli girip çıktığım şok halini protesto edercesine çalışmayı bırakmışlardı. Calum benim düşmediğimden emin olunca işini bitirip kasaya bir bozuk para uzatmış ve kafeden çıkmıştı. Artık görüşümde olmayan ona bakmayı kesene kadar da nefes almayı hatırlayamamıştım.

Hiçbir zaman mükemmel bir akıl sağlığım olduğunu savunmamıştım ama aynı gün içinde hem Luke Hemmings'i hem de Calum Hood'u gördüğümü hayal etmiş olamazdım. Hem de aynı mekanda.

"Ece!"

Çenem hala dizime düşmüş bir biçimde, yavaşça Deniz'e döndüm.

"O gerçek miydi?" diye sordum mırıldanarak ve Deniz beni kafasıyla onayladığında bağırdım, "Nasıl!?"

"Şekerlerimi verirsen anlatacağım..." dediğinde ona gözlerimi devirdim ve elime gelen şekerleri ona doğru attım.

Bana her şeyi anlatmaya başladığında yüzündeki ifade silinmeyen bir sırıtmaya dönüşmüştü.

İlk başta, değişim öğrencileriyle ilgili konuyu duyduğundaki ruh halini vurgulamak için gözlerini devirip yanaklarını şişiriyordu. Sonra Reyhan Hanım'ın odasında Ashton'la karşılaştığını anlattığında ise, ben bile bayılacakmış gibi hissetmiştim.

Ashton Irwin. Her gün sapık gibi tüm sosyal medya profillerini baştan sona kadar taradığım ve her türlü videosunu ruh hastası gibi izlediğim, tanrının bir lütfu olan varlık. Adını duyduğumda bile tüm vücudumdan elektrik akımları geçmesine sebep oluyordu ve bilin bakalım, bu akımın kaynağı neresiydi?

"Oha!" dedim Deniz'in anlattığı şeylerin gerçekleşme olasılığının ne kadar düşük olduğunu düşünerek. "Gerçekten öncelikle Türkiye'yi, sonra İzmir'i sonra da okulumuzu seçmeleri mükemmel bir tercih olmuş."

"İzmir ve bizim okul konusunu tam bilmiyorum ama Ashton, şartların uygunluğu konusunda Türkiye'nin iyi bir seçenek olduğunu söyledi."

"Başka bir şey konuştunuz mu?"

"Hayır." dedi kafasını sallayarak. "Bana yardım edersin değil mi?"

"Şaka mı yapıyorsun!"

"Evet!" dediğinde karşılıklı bir kahkaha patlatmıştık.

"Bu neşeyi neye borçlusunuz, kızlar?" diye sordu kasada duran adam- ya da Deniz'in deyişiyle X Abi.

Deniz'le göz göze geldiğimizde ikimizin de aynı şeyi düşündüğümüzü biliyordum ve bu yüzden daha da gülmeye başladık.

"Bir dakika!" dedim soluklanarak ve Deniz de o sırada gözlerindeki yaşları siliyordu. "Şimdi n'apacağız? Merhaba, ben Ece ve sizin hakkınızda hayran kurgu yazıyorum, diyemem herhalde."

"Cidden ya." dedi Deniz uzağa doğru bakarak. "Hayranları olduğumuzu çaktırmamamız lazım."

"Tanımıyormuş gibi mi davranacağız?"

"Yok." dedi biraz düşündükten sonra. "O çok saçma olur ama normal insan gibi davranalım."

"Normal insan." deyip kıkırdadım. "Daha iyi tanımlayamazdın."

Bana göz devirip yine de güldü.

"Bir dakika!" diye bağırdım tekrar. "Fotoğrafları sil."

"Asıl Wattpad'i sil!"

"Eve gidince de şarkıları sileriz."

"Hepsini silmek zorunda mıyız?" diye gözlerini çizmeli kedi misali kocaman açtı Deniz.

"Tüm diskografileri olmasın da."

Beni başıyla onayladıktan sonra ikimiz de bir boşluğa düşmüştük. Emindim ki o da benim gibi şimdi ne yapacağımızı düşünüyordu. Her şeyi şimdi planlamak kolaydı ama onlarla yüz yüze gelip konuşmak farklıydı.

Sadece ikisini, ayrı ayrı ve en fazla üç saniye boyunca görüp hayatımda yaşamadığım kadar adrenalin yaşamıştım. Dördüyle birden konuşmak benim için gerçekten çok ütopik kaçıyordu, beyin fonksiyonlarımın gerektiği gibi çalışacağından emin bile olamıyordum.

"Düşündükçe kafayı yiyorum." dedim en sonunda sessizliği bozarak.

"Bir de bana sor."

"Benim artık derse gitmem lazım." dedim telefondan saate baktığımda, "Ama gitmek istemiyorum."

Deniz, "Hadi gel, birlikte kalkalım." diye ayaklandığında ben de ona katıldım. Kapıdan çıkarken X Abi'ye iyi günler diledik ve kendimizi tüm heyecanımızdan kurtarmak istercesine dışarı attık.

"Siktir." diye mırıldandım dişlerimin arasından. Tabii heyecanımızın asıl kaynağını tam karşımızda bulmamız rahatlama çabamızı işlevsiz kılmıştı.

5 Seconds of Summer, albüm çekimindelermiş gibi bir edayla, karşımızda duran masanın etrafına dizilmişlerdi. Ashton parmaklarını dalgalı saçlarının arasından geçirip Luke'un söylediği şeye tiz bir sesle kıkırdıyordu.

Cidden. Siktir.

5 Seconds Of CollegeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin