60 - İddia

518 36 27
                                    

Ece

Ashton'la dertleştiğimiz günün üzerinden geçen şu son haftalarda, ilişkimiz eskisine göre daha farklı bir hale gelmişti. Sanki o gün ikimiz de görünmez bir bariyeri aşmış gibiydik. Ortada elle tutulabilir bir şey olmasa da yaptığı, söylediği küçük şeylerden artık nedense bana daha çok güvendiğini hissediyordum.

Ben ona kendimle ilgili çok kişisel bir şeyi anlatmıştım ve o da bana kendisiyle ilgili bir durumu anlatmıştı. Artık, önceden orada olan şu sınırları hissetmiyordum.

Geldiklerinden beri Deniz'le ikimiz, onların bu kişisel sınırlarını aşmamaya çalışıyorduk çünkü bunun, onların durumunda gerçekten de hassas olabildiğini biliyorduk. Deniz ve Luke, kendi aralarında bu sınırı çoktan aşmışlardı zaten. Ve Michael, buna hiç sahipmiş gibi durmuyordu. Hatta o çocuğun herhangi bir konuda herhangi bir sınıra sahip olup olmadığından tam da emin olamıyordum.

Ashton ve Calum'da ise durumlar biraz daha farklı gibiydi. Bize güvenmediklerini falan hiç düşünmemiştim ya da özellikle bir şeyleri bizden gizlediklerini. Ama sanırım sadece tedbirli davranıyorlardı.

Şimdi ise Ashton bana kendiyle, özel hayatıyla ilgili daha fazla şey anlatıyordu. Kardeşlerinden, kuzeninden ve geçmişinden konuşuyorduk. Ve ailesini ne kadar özlediğinden.

Şu an sahip olduğumuz ilişkiyi seviyordum.

Ders çalışmaya başlamışız gibi davransak da, çoğunlukla ders çalışmak için sözleşip bunun dışında her türlü şeyi yapıyorduk. Çünkü finallerimiz yakındı yakın olmasına ama biz bu gerçeği kabullenmeyi pek istemiyorduk. Ve onun yerine boş boş vakit geçirmek işimize geliyordu.

Bugünse öğle arasına çıktığımızda, hiç beklemediğim bir şekilde Michael, ona bir konuyu anlatmam için beni amfide oyalamıştı. Normalde sınav zamanı bile mızmızlanmadan ders çalışamadığı için, buna baya şaşırmıştım tabii. Biz amfide kalmaya karar verdiğimizde Ashton, Deniz ve Luke ise yemektelerdi.

Calum? O da kimdi ki? Yani... Okula uğramadığı için resmen hepimiz varlığına hasrettik.

Şimdi bomboş olan amfinin en ön sırasında, önümde kitap defter açık, Michael'a konu anlatmaya çalışıyordum. Ama oturup da gerçekten benden "Mülkiyet Hakkı" dinleyeceğini düşündüğüm için aslında baya salak hissediyordum.

"Michael, ne yapıyorsun?" dedim bıkkınca, masanın üstünden atlayıp kürsüye doğru ilerlediği sırada.

"Telefonumu şarja takmam gerek."

Kürsünün arkasındaki prize telefonunu takarken onu sabırla izledim, işini bitirdiğinde yanıma gelmesini bekliyordum. O ise öğretmen masasına oturup sandalyede kaykılarak ayaklarını da masanın üzerine atmıştı.

"Michael. Ne yapıyorsun?"

"Bir sürü bildirimim var." dediğinde ona pis pis baktım. "Sen anlat, ben dinliyorum."

"Dinlemiyorsun."

"Anlatmıyorsun?"

Onu iğneleyici bir şekilde yavaşça alkışladım. Kendini beğenmiş bir şekilde sırıtmaya başladığındaysa elimdeki silgiyi ona fırlattım. Silgiden kaçmak için bacaklarını masadan indirmişse de, silgi zaten ondan bir kilometre uzağa fırlamıştı.

"Onu şimdi bana geri ver." dedim Michael'a inatçı bir şekilde.

"Sen daha yakınsın."

"Michael! Zaten karnım aç, senin yüzünden yemeğe gidemedim!"

Dudaklarını sarkıtıp ayağa kalktı ve silgiye doğru aheste aheste yürüdü. Onu yerden yavaşça aldıktan sonra ise aynı tempoda yerine geri dönerek sandalyesine oturdu.

5 Seconds Of CollegeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin