Calum
Son dersten çıktığımızda bir haftadır her şeyin fazlasıyla sıradanlaştığını düşündüm.
Bilmediğimiz bir ülkede, bilmediğimiz bir şehre gelip ve üniversiteye başlamamız, bugüne kadar verdiğimiz her kararla yarışır derecede çılgındı. Neredeyse üç aydır burada ve bunu yaptığımıza pişman etmeyen insanlarla bir aradaydık.
En başında birinin bize yardım edecek olmasını bile gereksiz bulmuşsam da, sonradan onların da bizim gibi öğrenci olmasının bizi rahatsız etmeyeceğini fark etmiştim. Hatta zaman geçtikçe Ece ve Denis bizimleyken, çocuklarla ne muhabbet yapıyorsak ona devam edebilmenin rahatlığını yaşamış ve onları gerçekten sevmiştim.
Bazen bizim laflarımıza ya da tepkilerimize utanarak tepki verseler de çoğu zaman kahkahalarla gülmeye başlayıp bizi de keyiflendiriyorlardı. Zaman geçirmek için bize bir şeyler teklif ederken bile en başta oldukça çekingenlerken sonradan daha rahat davranmaya başlamışlardı.
Hatta bizi kendi arkadaşlarıyla tanıştırıyor, başka etkinliklere katılmamız için bile teşvik ediyorlardı. Hele ki halı saha maçları kesinlikle mükemmeldi. İlk gittiğim gün bile kimse beni yadırgamamış ve takımın bir oyuncusu olarak görmüşlerdi. Hatta birkaç Türkçe küfür bile kulağımda artık tanıdık bir tını yaratıyordu.
Ve maçı da tabii ki biz almıştık.
Bir haftadır olanlar ise iyice saçmalamaya başlamıştı. Luke'un bu durumu toparlayabileceğine dair güveni tam olsa da ben buna hiç inanmamıştım. Ece'yi sadece derse geç gelip hemen çıkmalarıyla görebilmişken, Denis hiç okula bile gelmemişti.
Luke'un geçen sene yaşadığı gereksiz olayların peşini bırakmaması onun suçu olmayabilirdi ama zaten müzik yapmak dışında hiçbirimiz onun seçimlerinin başarılı olduğunu düşünmezdik.
En başta ikisini de zorlamamak adına olaya karışmayı istemesem de şimdi içimden gelen bu değildi. O yüzden merdivenleri tek nefeste çıktığımda, nefesimi toparlayıp zile bastım.
Bir süre beklediğimde kapı hala açılmamıştı. İçeriden koşturan pati seslerini duyduğumda Denis'in kapıya geldiğini tahmin ettim ve yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.
Kapıyı açtığında Türkçe bir şeyler mırıldanan Denis benimle göz göze geldiğinde gözlerini kocaman açarak birkaç kere kırpıştırmış ve gerçekliğimden emin olmak istemişti.
Üzerinde kendine büyük gelen kapüşonlu bir sweat vardı, saçları oldukça dağınıktı ama kötü görünmüyordu.
"Ben geldim." dedim onun bu şaşkın haline gülümsemeyi sürdürürken.
"Heey." dedi bana karşılık verdiğinde, "Hoş geldin. Girsene."
Kapıdan girdiğim gibi Denis'in kıkırtısını duyduğumda neye güldüğünü anlamak için ona baktım.
Oh, yine farklı çoraplar giymiştim. Eve ayakkabısız girmek bu özelliklerimi hep su yüzüne çıkarıyordu. Ama Ece'nin ilk girdiğimizde bizi azarlayışı hala kulaklarımdaydı.
Ona utanmazca sırıttığım sırada salondaki MJ koşarak beni bularak ayaklarıma dolanmıştı.
"Ona sana evlatlık vereceğiz, biliyorsun değil mi?"
MJ'yi kucağıma aldığımda boynunun altını kaşıyarak Denis'i kıkırdayarak onayladım. O odasına doğru yöneldiğinde bende onu takip ettim.
Kendini yatağa attığında ona onaylamaz bir tavırla başımı salladım.
"Karnın açsa- ne? Neden beni yargılayan bakışlarınla bakıyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds Of College
FanfictionBu hikayedeki Calum kötü çocuk olmaktan uzak, Luke piçliğin kenarından bile geçmiyor. Ashton mı? Kıkırtılarıyla neşe saçıyor ve küfrederken pizza yemek Michael'ın tek özelliği değil. Biz sadece 5 Seconds of Summer'ın tüm bunlardan çok daha fazlası...