Ece
Ashton'la kütüphaneden çıkıp Pier'e oturduğumuzda ikimiz de sessizdik. Benim aklımda hala aynı fotoğraf dönüp duruyordu ve ne yapacağımı bilemiyordum. Deniz'e söyleyip onu daha da üzmek istemiyordum ama aynı zamanda biliyordum ki eninde sonunda fotoğrafı o da görecekti ve bunu ondan gizlediğim için bana kızacaktı.
İnsanlardan bir şeyler saklamak da onlara yalan söylemek kadar kötüydü ve ikisini de yapmak beni eşit derecede geriyordu.
Sinirlerim her an kopabilecekmiş gibi gerildiğinden konuşmamayı tercih etmiştim ama aynı zamanda aramızdaki bu sessizlik de beni rahatsız ediyordu.
"Sana içecek bir şeyler almamı ister misin?" diye sordu bana doğru eğilerek. Ne diyeceğimi beklerken tartan bakışları yüzümde geziniyordu. Gözlerimi kaçırarak olumsuz anlamda başımı salladım.
"Bak," dedi en sonunda konuşmaya karar vererek. "Luke'un sana o şekilde bağırmaması gerektiğini biliyorum, hatta biz de tüm hafta boyunca seni bu konuda sıkıştırmamalıydık. Sonuçta konuşmamak senin tercihin ve buna saygı duymalıydık. Ama bugün Luke için pek iyi bir gün değil ve üstelik kaç gündür Deniz'e ne hata yaptığını düşünüyor olması onu oldukça strese sokuyor."
Alaycı bir şekilde burnumdan hıh'ladığımda Ashton konuşmayı bırakarak arkasına yaslandı. Bu kadar açık bir şeyi "kaç gündür düşünüyor olması" biraz fazla şov değil miydi? Ashton'ın çattığı kaşlarıyla beni süzdüğünü görebiliyordum.
"O kadar bariz bir şey mi yani?" diye sorduğunda hayretler içinde ona döndüm. Gerçekten bizimle dalga geçiyor falan olmalıydılar! Ne yani asla öğrenemeyeceğimizi mi düşünmüşlerdi!?
"Ashton-" diyerek hızlıca yerimde doğrulduğumda kendime sakin olmayı hatırlatmam gerekmişti. Dişlerimi sıkarak derin bir nefes aldım ve ardından devam ettim. "Ashton, daha az tanınıyor olduğunuz ve tüm ilgiden uzak kalmak için burayı seçtiğinizi biliyorum ama biz bir fanusta falan da yaşamıyoruz. Biz de etrafımızda neler döndüğünden kolaylıkla haberdar olabiliyoruz."
Bana şaşkın bir şekilde bakarken ne demek istediğimi anlamaya uğraştığını görebiliyordum. En sonunda kavrayışla gözleri kocaman açıldı ve küçük bir küfür mırıldandı.
"Fotoğrafı görmüşsün." dedi bugünkü asabiyetimi anlamlandırarak. "Ama bu Luke'un suçu değil. Hatta sabah fotoğrafı gördüğünde baya tepesi attı, morali de o yüzden bozuktu."
"Kız arkadaşı onun gizli ziyaretini bu şekilde afişe edince kızmıştır tabi. Ama Luke için çok da hayal kırıklığı olmamıştır eminim, kızın bunu ilk yapışı değil sonuçta." diye çıkıştım lafımı sakınmadan.
"Onlar artık sevgili değiller ki. Ayrıca bu fotoğraf daha bugün çıktı, Deniz'in kaç gündür ok- Bir dakika," diye yarım bıraktı cümlesini ve kaşlarını neredeyse saç çizgisine gelecek kadar havaya kaldırarak bana döndü. "Ne gizli ziyaretinden bahsediyorsun?"
"Ashton, biz kızın verdiği röportajı da okuduk. Ne yani etrafta uçak yolculuklarından, jetlag olmaktan bahsedip yine de bizim bu bağlantıyı kuramamamızı mı dilemiştiniz?"
"Luke'un kızın yanına gittiğini sanıyorsunuz." dedi en sonunda durumu kavrayarak.
"Yani, biz- Sanıyorsunuz mu? Ne demek sanıyorsunuz?" diye öne doğru eğildim kalp atışlarım hızlanırken. Özellikle mi o kelimeyi kullanmıştı yoksa sadece dikkatsiz bir sözcük seçimi mi yapmıştı bilmek istiyordum.
"Bu doğru değil demek!" diye sırıttı rahatlamış bir şekilde. "Yani tüm sorun bu muydu? Luke'un hafta sonu kızın yanına gittiğini mi sanmıştınız?
"Bir dakika! Doğru değil, deyip yarım bırakma! Eğer kızın yanına gitmediyse nereye gitti?"
Ashton tam cevap vermek için ağzını açmışken onu bölerek devam ettim.
"Ayrıca eğer kızın yanına gitmediyse o fotoğraf ne?"
"Fotoğraf eski." dedi ilk önce son sorumu cevaplamayı tercih ederek. "Ve Luke gerçekten de kızın yanına gitmedi. Avustralya'daydı çünkü ailevi bir meseleyi halletmesi gerekiyordu. Zaten bu kadar uzun bir yolu gidip o kadar kısa kalması sadece keyfi olamazdı değil mi?"
"Biz daha çok ihtiyaçtandır diye düşünmüştük." diye mırıldandım Türkçe ama keyfimin biraz daha yerine geldiğini inkar edemezdim.
"Ben gidip bunu Deniz'e anlatsam iyi olacak sanırım." dedim Ashton'a gergince dudaklarımı ısırıp. Çünkü bugünkü asabi tavırlarımdan dolayı biraz utanmıştım, hele ki Ashton karşımda bu kadar sabırlı durmuşken.
"Bence artık Deniz ve Luke'un birebir konuşmalarının vakti geldi." dedi kafasını iki yana sallayarak.
Ona kafamı sallayarak onayladıktan sonra bakışlarımı dışarıya doğru çevirdim. Deniz ve Luke'un aralarının düzelmesini, tıpkı bu olaylar olmadan önceki hallerine dönmelerini çok istiyordum. Ama Luke'a karşı hala içim rahat olamıyordu.
"Luke kızın yanına gitmemiş olabilir ama anlaşılan ortada yarım kalan bir şeyler var, Ashton." dedim kaşlarımı çatmış bir biçimde ona bakarak. "Vıcık vıcık röportajlar verip Luke'la fotoğraflarını koyabilmesi için aralarında bitmemiş bir şeylerin olması lazım. Bak, biliyorum, Deniz'le ikisinin arasında şu an elle tutulabilir bir şey yok ve belki de ben biraz abartıyorum. Ama şimdi barışırlarsa, Luke ona sevimli hediyeler verip etrafında şapşal şapşal gezinmeye devam ederse ve sonunda aynı şey tekrar olursa..."
Buradan sonra ne diyeceğimi bilememiştim. Ne yapardım? Aynı şey tekrar olursa ve bu sefer Deniz'i gerçekten incitirse ne yapardım?
Bunu bilmiyor olabilirdim ama en yakın arkadaşımı üzmesine izin vermeyeceğimi de biliyordum.
"Ben Luke'la konuşurum." dedi Ashton en sonunda anlayışla. "Onun bilerek Deniz'i üzecek bir şeyi asla yapmayacağına da eminim, o iyi bir çocuk."
Bunun beni pek de tatmin etmediğini anlamış olacak ki yerinde doğrulup elimi tuttu ve bana gülümsedi.
"Eğer Deniz'i üzecek bir şey yaparsa emin ol karşısında bulacağı tek kişi sen olmayacaksın. Deniz'i -ve seni de- çok sevdik. Birlikte güzel vakit geçiriyoruz ve bize buradayken hiç yabancılık çektirmiyorsunuz. Şimdiden bizi bir sürü dertten bile kurtardınız. İyi arkadaşlar kaybetmek istemeyiz."
Söylediği şeyler o kadar hoşuma gitmişti ki son birkaç gündür üzerimde dolanan kasvetli havanın yok olduğunu hissetmiştim. Az önce elimi tutmuş olduğu gerçeğinin bana vurmasına izin vermeden ona içten bir gülümseme yolladım.
"Biz de istemeyiz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds Of College
FanfictionBu hikayedeki Calum kötü çocuk olmaktan uzak, Luke piçliğin kenarından bile geçmiyor. Ashton mı? Kıkırtılarıyla neşe saçıyor ve küfrederken pizza yemek Michael'ın tek özelliği değil. Biz sadece 5 Seconds of Summer'ın tüm bunlardan çok daha fazlası...