Sergi

555 55 9
                                    

Alt dudağımı dişlerimin arasına aldım, bir şeyler demek istiyordum ama ses tellerime vurması gereken ses bir türlü çıkmıyordu. Hem heyecanlıydım hem de duygusal. İçime dolan kelebekler nefesimi zorluyordu.
Bir süre beni hatırlamasını bekledim, bana verebileceği bir sinyal bekledim. İsmimi söylemesini beklemiyordum, isimler önemsizdi. Sadece o geceyi hatırladığına dair bir hareket istedim ondan; ama o tepkisizdi.
Aramızda dolanan gergin enerji onu da rahatsız etmiş olmalı ki belli belirsiz bana gülümsedi. Gitmesini bekledim, gitmedi de. Öylece durdu önümde, belki de hareketlerimden ne yapacağımı anlamaya çalışıyordu. Belki de benim bir şey dememi bekliyordu. Bilemiyordum, gerçekten bilmiyordum. Ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum, hazırlıksızdım. Ona hazırlıksızdım işte.
  Yanına Joon'dan daha uzun, biraz daha yapılı biri yanaşıp kulağına eğildiğinde gözlerimi ondan almayı akıl ettim. Adam diyeceklerini Joon'a iletmiş elini omzuna koyarak uzaklaşmıştı. Beni fark etmesi zaman alsa da sevimsiz bir gülümseme yerleştirip yüzüne Korece bir şeyler demişti. Çaresizce Joon'a baktım onun bana çevirmesini bekliyordum, çevirmesi gerekiyormuş gibi... Adam biraz duraksadıktan sonra

'Imm.. Fotoğraf yok. İmza yok.'  bir yandan da eliyle işaretler yapıyordu bana. Joon adamın omzundan tutup 'Hyung...' dedi ve kafasını olumsuz anlamda salladı. Sonra bana bir baş selamı verip önümden geçip gitti.

Öyle kalakaldım, az öncekinden farksız. Bu onurumu mu kırmıştı da içimde böylesine bir sinir birikiyordu? Burnum sızlayınca onu iki elimin arasına alıp göz yaşlarımı geldiği lanet yere göndermeye çalıştım. Saçmaydı, şu anki ruh halim de, iki gece önceki sarhoş halim de... Ve hatta o şarkıyı söylerken düşündüğüm o geceye ait anılar da saçmaydı. Ona ulaşmasını beklemek de...Bir de menajeri diye düşündüğüm adam bana imza ve fotoğraf alamazsın demişti. Ona da ayrı bir sinirlendim. İçimi kemiren her duyguyu söküp atmak istedim içimden; ama sadece üstünü kapatabilmiştim. Her zaman yaptığım şeyi yapıp hiçbir şey olmamış gibi Lavi'nin yanına gittim.

  Serin koridorlarda adımlarken saatin beşe yaklaştığını gördüm, insanın kafasında tonla düşünce olunca çabuk geçiyordu zaman. Bana da bu lazımdı ya, o ne kadar hızlı geçerse o kadar çabuk unuturdum. Umarım bugünü unutmam daha hızlı olur, demeden edemedim.
Serginin daha sakin yerlerine geçtim, sırt çantamın iki kulbunu da kavrayıp boş boş önümdeki tabloyu seyrettim. Soyut bir resimdi,  bulutlardan şekil çıkarmaya çalışırcasına üstündeki çizimlerle hayal gücümü zorluyordum. Arkamdan gelen tok adım sesleri yanımda durdu, kimseyle konuşacak halde değildim. Birilerinin duygularını anlamaya çalıştığım oyunu da bir süre oynamayı düşünmüyordum. Zaten o da benimle konuşmadı. Hemen yanında duran Lavi'ye dönüp Korece affedersiniz demişti. 
Kulaklarım ses tonlarına fazla dikkat ederdi, bu yüzden onu görmesem de tanıdım.

'Merhaba,' demişti Lavi. Ben içimden kıkırdıyordum, onlara dönmeyi o kadar istiyordum ki; ama yapamıyordum. Lavi'nin panikleyen suratı ve benim heyecanlı suratım birleşince işler çığırından çıkabilirdi. Arkadaşıma deli damgası yedirmek istemezdim.

'Aaa....' birkaç homurtu çıkardı Taehyung sonra İngilizce konuşmaya çalıştı
'Immm... Ben Taehyung.' Demişti sindire sindire.
'Biliyorum.' Lavi anında cevap vermiş sesine bir titreyiş vurmuştu. İçimden kendini topla kızım diye telkinler veriyordum ona ama duyabilene aşk olsun...

'Imm....Bu, gösteri -ımmm- menajer yaptı.' Tam olarak bunu demişti. Lavi'nin Korece bilmediğini düşünüp İngilizce konuşmaya çalışması hayli komikti, o kız sular seller gibi biliyor dilinizi Taehyung biraz rahat ol demiştim içimden.  Gülme dürtüsü dudaklarıma kadar geliyordu, ben de deli gibi heyecanlanmıştım. Sırtımı onlara verip biraz daha uzaklaştım. Alan boş olduğu için  hala seslerini duyabiliyordum. Bir tabloyu inceler gibi yapıp o tarafa baktım.

Tae siyah Fransız şapkasını takmış üstüne de havanın sıcaklığına tezat koyu kahve bol bir mont giymişti. Nedense aklıma Busan'daki o fırtınada kafeye sığındığı an geldi, çamurlu botlarını sıcak çikolata içerken çıkarması ve benim onun ardından yaptığım çamur temizliği.... Hatıralarım beni güldürüyordu, onlara borçluydum.
Lavi Korece, İngilizce konuşmana gerek yok, dilinizi biliyorum demişti. Tae'nin kıkırdayan sesi salona doldu.

'Ahhh.. Gerçekten mi? 'Dedikten sonra bir şeyler daha konuştu. Anlamamıştım, Lavi'nin suratını izlemeye koyuldum. Yanakları al aldı, kendini sıkıyordu. Gergindi. Onun heyecanını anlayabiliyordum çünkü aynı evrelerden ben de geçmiştim. Şimdi böyle bir şansım olsa ondan farklı olmayacağımı da biliyordum. Elime böyle bir şans geçmişti yine ama o beni tanımamıştı. İçime yine sıkıntı doldu, nefesimle dışarı vermeyi diledim; ama geçmedi.

Düşüncelerimden çıkmamı sağlayan Tae'nin beni gösteren işaret parmağıydı. Lavi onun arkasında şaşkınca bana bakıyor ben de aynı bakışları ona gönderiyordum. Yanıma gelip merhaba dedi Tae. Ben de sonuna kadar oyunculuğumu kullanıp Korece onu selamladım.

'Busan'daki kafe' dediği an beynimde şimşekler yandı. O gecenin sabahı Joon ile beni öpüşürken Tae ve Jimin görmüştü! Bu ayrıntıyı unuttuğum için kendime kızdım; ama artık çok geçti. Beni sadece kafedeki kız olarak hatırlıyordur umarım diye geçiriyordum içimden.
Lavi bana dönüp Türkçe konuştu 'Busan'da o da mı vardı Lu?' Dedi dişlerini sıkarak. Ben de masumca kafamı salladım. Ona o fırtınalı günü anlatmamıştım, moralini bozmak istemediğim için. Şimdiyse anlatmadıklarım beni tırtıklıyordu.
Tae yüzündeki şaşkın ifadeyle Lavi'ye bir şeyler sordu.
'Lu benim en yakın arkadaşım.'  Dedi korece ben de Tae'ye gülüp Lavi'yi onayladım.
'Deaabak' diyerek ağzını küçük çocuklar gibi açtı. Lavi onun bu haline kıkırdamıştı. Kendini tutamadığını adım gibi biliyordum.

Tae Lavi'ye bir şey demiş o da hayır yanıtını vermişti ' O müzisyen olan, ' deyip kıkırdamıştı. Ben aralarında ne geçtiğini sonradan anlayan üçüncü tekerlek gibiydim şu an. Öyle bir kimya tutturdular ki benim yanlarında olduğumu unutup Korece sohbete devam ettiler ben de sessizce onları yalnız bıraktım. Dar bir koridordan geçip o alanın çıkışına ulaştım. Koridorun sonunda bekleyen spor giyinimli iki adam vardı aralarından biri Bay Kim'di diğerini tanımıyordum. Fazla sorgulamadan binanın da dışına çıktım. Yapay olmayan oksijen almak bana iyi gelmişti. İnternete girip Busan'a hızlı trenden bilet aldım. Şansıma tüm güzel yerler kapılmıştı. Ters yönden bir koltuk seçip en azından cam kenarı diye düşündüm.  Aslında bir an önce gitmek istiyordum. İşim beni bekliyordu ve diğer her şey. Artık konsere gitme isteğimi bile sorgular olmuştum. Ne kadar o konsere gidecek olsam da aynı duygularla izlemeyeceğimi biliyordum. Yaşanmışlıklar beni zorluyordu.

Akşam evden çıkarken Woo Bin ile vedalaşmış her şey için teşekkür etmiştim. O çok iyi biriydi ve çok da iyi ev sahibi... Lavi ile sergiden çıkmadan önce biraz konuşmuş konu Tae'ye gelince müzayede başlamıştı. Heyecandan ne yaptığını bilmeyen arkadaşım elini kulağına götürüp seni arayacağım diyerek koştur koştur salona dönmüştü. Ne konuştuklarını çok merak ediyordum, ne yaptıklarını da merak ediyordum, onun Tae ile karşılaşması bir tesadüf müydü yoksa yazılmış bir şey mi anlayamıyordum. Ne kadar tuhaf bir durumdaydık.... Şayet bunların hiçbirini yaşamadan konsere gitseydik, çığlık çığlığa şarkılara eşlik edecek. Onların bizi fark etmesi için kendimizi yırtacaktık. Gerçek hayatta karşılaşınca iş biraz daha garip oluyordu. Lavi hayalinde bile olmayan bu günde işi ve tabloları için sevinçliyken bir de Tae çıkıvermişti karşısına. Ona bir fan gibi tabiki davranmayacaktı, aynı benim Joon'a davrandığım gibi onunla konuşacak, sohbet edecek, ilgilendiği bir tablo varsa ona yardımcı olacaktı. Olay buydu. Bu gerçeklikte yaşarken bizim tökezlememiz de gayet normaldi. Çünkü dediğim gibi onlar bizi tanımıyordu ama biz onları tanıyorduk.

Hım humm ... Acaba ne konuştular??
Yazarınız;minimonijoonie

Joon | Kim NamjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin