Normal hayat

628 48 27
                                    

'Yarın, evet anne. 10 saat sürüyor galiba, internette öyle yazıyordu.'

'Gelince dediğim yere başvuracak mısın?'

Son bir aydır annem ile olan konuşmalarımız, ben gelince başvurabileceğim hastaneler, öz geçmişimi bırakabileceğim tanıdıklar üzerineydi. İçten içe beni geriyordu; ama o da haklıydı. Ben boşuna okumamıştım, mesleğimi seviyordum ve annemin tek isteği çocuğunun mutlu olmasıydı. Tıpkı diğer ebeveynler gibi.

'Halledeceğim ama çok bir şey beklemiyorum anne. Tanıdıklar bile bir işe yaramıyor artık, insanlar ucuz işçi arıyor resmen. Hangi üniversiteyi ya da bölümü okuduğun önemli değil. Az ücret talep ediyorsan iş veren için en iyisi sensin....' milyonuncu kez bu gerçeği anneme söylüyordum. Öz geçmişim hatrı sayılır özellikte olmasına rağmen insanlar beni onunla değerlendirmiyordu, tek dertleri ucuza nasıl insan çalıştırabilirimdi. Özel sektör bu durumdayken devlettekiler de, tabiri caizse, bir iş yapmadan para kazanıyordu. Sabah sekizdeki mesai,dokuzda bir saatlik kahvaltıyla başlıyordu. Sabahki işleri stajyer halledebiliyordu çünkü... İşini hala özveriyle yapan çok azdı. Aahhh! Bu işler gerçekten çok karışıktı. Genel olarak, üniversiteden mezun olduktan sonra asıl dertler başlıyordu Türkiye'de. Ben de bu dertlerden muzdariptim.

'Sen yine de başvur, belli olmaz bu işler.' Dedi.

'Tamam anne, bir geleyim bakacağım.' Bıkkın çıkmamasına özen gösterdiğim sesimi biraz daha canlandırıp 'anne şimdi yoldayım yarın uçağa binerken sana mesaj atacağım, öpüyorum seni.' diyerek konuşmayı sonlandırdım.

Kore'ye geldiğimden beri annemle ya mesajlaşıyorduk ya da kısa telefon görüşmeleri yapıyorduk. 'Nasılsın iyi misin'den ileri geçmeyen konuşmalarımız günün kısa özetiyle son buluyordu. Ona burdaki her şeyi anlatmıyordum gerçi, Kore'ye gelip hiç tanımadığın insanların yanında kalma, üstüne kafede çalışma fikri yeterince çılgındı onun için, bir de burda yaşadıklarımı duysa aklını kaybederdi. Düşüncemle gülümsedim, bu kadar çılgın olsam da hep beni desteklerdi o. Yeterki mutlu olalım... Mutlu adımlarımı nereye gittiğini bilmediğim merdivenlere savurdum. Şirketten çıkalı bir saat olmuştu ama ben hala yürüyordum. Yürürken düşünüyordum çünkü. Biraz da mutluydum açıkçası, olumlu bir yanıt aldığımdan değildi bu mutluluk. Sadece, galiba sadece birilerine sesimi duyurabilmiş olmamdan kaynaklıydı. Hatırı sayılır birilerine diyelim...İlerde, sarı ışıklarını dar sokağa bırakan bana oldukça tanıdık gelen kafeyi gördüm. Bazen zihnimizden ayrı olarak ayaklarımızın, hatta diğer uzuvlarımızın, kendine ait bellekleri olduğunu düşünürdüm, aslında bu uydurma değildi, biraz bilimsel yönü de vardı; ama tam olarak benim kastettiğim şekilde değildi işleyişi. İşte o bellek, beni Yoongi'ye götüren, o saçma görüşmeyi yaptığım kafeye getirmişti. Soğuk kapıya elimi koyarak yükümü verdim. Üstündeki çan iki kez çaldı, sağ tarafta, tezgahın arkasında siyah önlüğüne ellerini silen tanıdık yüze selam verip o günkü gibi en köşedeki masaya geçtim. Küçük yuvarlak masanın etrafındaki sandalyeye oturdum, sırtım kırmızının en koyu tonuna boyanmış tuğla duvara dayanmıştı. Önümde birkaç masa ve onların ilerisinde içeri ışık girmesini sağlayan camekan vardı. Kabul ediyordum, karanlık bir ortamı vardı. Gizemli havası ilk başta beni korkutmuş olsa da çalışanların sıcakkanlı oluşu insanı rahatlatıyordu.

Genç bir çalışan bana menü getirip bir şey demeden gitti, galiba turist olduğumu sanmıştı. Burda turist olamayacak kadar çok kalmıştım, hiçbir zaman bir turist gibi de yaşamamıştım. Han'ın arkadaşı Woo Bin'in birkaç bilindik tarihi noktaları gezdirmesinin dışında çalışmaktan, ordan oraya koşturmaktan başka bir şey de yapmamıştım gerçi. Ha bir de Joon ile geçirdiğim zamanlar vardı, Yoongi ve tabiki Lavi...Sayfaları çevirirken aklıma İstanbul'da gittiğimiz kahvelerini gerçekten beğendiğim kafe geldi. Öyle çok fazla gurme kişiliğimiz yoktu; ama kahvenin yanındaki sohbeti en iyi biz yapardık. O yüzden gittiğimiz mekanın ortamı bizim için önemliydi, lüks yerleri sevmezdim ben, rahat olmak hoşuma giderdi, belki de bu yüzden hep aynı kafeye gidiyordum. Hayatımdaki monotonluktan nefret ederken aşina olduğum yerler benim için mutluluk sebebiydi. Sayfaları ısrarla çevirmeyi bıraktım, aradığım şeyi burda bulamayacağım çok belliydi.

Joon | Kim NamjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin