Busan'daki o minik kafe

1.6K 90 7
                                    

Gözlerimi açmam pilotun İngilizce anonsuyla olmuştu. İnişe geçtiğimizi söylüyordu, kemerimi doğrularak bağladım. Kulağımdan düşmüş kulaklığımı düzgünce sarıp çantama attım. Bir bozuk kulaklık daha kaldıramazdım bu benim binbeşyüzüçüncü kulaklığımdı. Nerdeydim? Gerçekten bir an olsun kendime bu soruyu sormuştum. Saat farkıyla algımda düşmüştü sanırım... Bugün hangi gündü? Bir gün öncesinde miydik yoksa bir gün sonrasında mı? Kafa karışıklığım artarken uçağın tekerleri yerle temas etti şok dalgası vücuduma yayılırken uyanabilmiştim.
'İşte şimdi uyandım.'
Uçaktan bir karambol ile inmiştim her zamanki gibi kalabalığı takip ediyordum. Çalışanların yüz tipi bir Türk'ten çok farklıydı bu alışkın olmadığım bir şeydi, her yerde Korece yazılar vardı ve ben anlayamıyordum. Bu beni biraz paniğe sürüklese de İngilizce bilgime şükretmemi sağlamıştı. Pasaport kontrolünden geçince içimdeki huzursuzluk hafiflemişti. Havaalanındaki işlerimi halledip çıktığım an yoğun bir hava yüzümü yaladı geçti, etrafa şöyle bir baktım... BEN KORE'DEYDİM. KORE'DE. BEN. Hala nerde olduğumu ne yapmam gerektiğini kavrayamıyordu beynim. İçimde kocaman bir heyecan sanki adım attığım her yerde bir bilinmezlik havası vardı. Hangi otobüse binmem gerektiğini kafe sahibine sormuş bilgi almıştım, bunu düşünebildiğim için kendimi tebrik ettim. Otobüsün kalkma saatini beklerken yeni aldığım hattı telefonuma takıp kafe sahibini telefona kaydettim, anlaşmamız nasıl olacaktı bilmiyordum. Ben azıcık Korece biliyordum o da azıcık İngilizce... Konuşmamız daha çok şekillerle, jest ve mimiklerle geçecek gibiydi ve biraz da translate üstünden devam edecekti. Busan'da bir kafede çat pat Korece ile çalışmak da komik olacak gibiydi ama her şeye hazırlıklıydım. Yanıma bir sürü dil kitabı almıştım boş kaldığım zamanlarda Korece çalışacaktım. Kararlıydım o konsere gidecektim, bilet için de para kazanmam gerekiyordu. Bu işte ne kadar iyi olursam o kadar para kazanabilirdim. Kafamdan bu hesapları yaparken yanıma kırklı yaşlarda biri yaklaşıp Korece bir şeyler demişti. Anlamamıştım. İlk defa o zaman çaresiz hissedip otobüs biletini kaldırıp göstermiştim. Galiba otobüsün kalkış saatinin geldiğini binmem gerektiğini söylüyordu... Ellerini sürekli kapıya doğru tutmasından anlamıştım. Anlaşılan birkaç gün sessizlik içinde geçecekti benim için.
Busan'da inmem gereken durakta inmiş tahminimce beni bekleyen bir adamla çat pat Korece konuşmuştuk. O, kafe sahibinin oğluydu. İsminin Han olduğunu anladığım siyah düz saçlı 25 yaşlarındaki adam valizimi elimden alıp yanım sıra yürümeye başlamıştı. Her şey çok sessizdi konuşmak, bir şeyler söylemek istiyordum ama Korecem yetmiyordu. Telaşlı biri değildim ama bu durum beni içten içe geriyordu.
Yürüdüğümüz küçük patika bizi kumsala getirmişti. Manzarayı görünce şaşırmıştım gerçekten şaşırmıştım çünkü çalışacağım yerin denize, yani okyanusa bu kadar yakın olduğunu bilmiyordum. Han'ın seslenmesiyle yolda dikildiğimi fark ettim ve peşi sıra hızlı adımlarla yürümeye devam ettim.
Çalışacağım yer kumsaldan on metre geride hem modern hem de kültürel değerlerin yansıtılmaya çalışıldığı bir kafeydi. Önünde tahta bir verandası küçük masa ve sandalyeleri içeriye açılan tahta iki kapılı bir girişi vardı. Burayı sevmiştim. İçeri girdiğimizde ferah bir ortam sizi karşılıyordu her yerde daire şeklinde küçük masalar, masaların üstündeyse minik birer mumluk vardı. Sandalyeler masaların etrafına dizilmiş renkli puflarıyla sizi selamlıyordu. Hemen ilerde bir tezgah vardı tezgahın arkası tahta raflardan oluşuyordu. Raflarda fincanlar, bardaklar çeşit çeşit kahveler ve aromalar mevcuttu. Ben Kore'de yaşasam bu kafeye kesinlikle gelirdim diye düşünmeden edememiştim. Han içeriye geçip yanında yaşça büyük bir kadınla geri döndü. Yüzündeki büyük gülümseme gözlerini kapatmış kırışıklıkları tonton yüzüne yayılmıştı. Ben de içten bir gülümseme bahşettim çünkü tek yapabildiğim Korece merhaba demekti o ise bana
'Merhaba' dedi. Türkçe merhaba dedi!
Kadının yüzüne şaşkınlıkla bakarken o da kolumu tutmuştu, devam etti
'  Hoş geldin.'
' Siz Türkçe mi biliyorsunuz?' Şaşkınlıkla yan yana getirdiğim birkaç kelime ile 12 saattir hiç konuşmadığım belli oluyordu. Boğazımı birkaç öksürük ile temizleyip kadının cevabını bekledim. O da Han'a dönüp Korece konuştu. Han ise bana İngilizce
' Senin geleceğini bildiği için birkaç Türkçe kelime çalışmıştı.' Diye açıklama yaptı. Şaşkınlığım daha da artmıştı, benim için böyle bir şey yapması çok kibarcaydı. Kafe sahibine Türkçe konuştuğu için teşekkür ettim ve eğer isterse ona yardımcı olabileceğimi de ekledim. Kısa gülüşmelerden sonra Han bana odamı gösterip bugünlük izinli olacağımı söyledi, işe yarın başlayacaktım. Kendime gelmem için bir gün yeter miydi bilmiyordum ama yetmek zorundaydı.
Günün geri kalanında jetlaga lanetler ederek etrafı keşfetmeye koyuldum bir ara kafede oturup işleyişin nasıl olduğunu izledim kafamdaki soruları Han'a anlatıp tek tek cevap aldım. Netlik benim için önemliydi. İçten içe ısındığım bu ortam beni nedense evimde hissettirmeyi başarmıştı. Umarım yemekler konusunda da evimde gibi hissederdim. Ev demişken Türkiye'de saat öğlen bir olduğunda annemleri internet üzerinden aradım. Deli gibi endişeleniyordu haklıydı da çünkü kızı aklını peynir ekmekle yemişti. Onun içini rahatlatıp çalıştığım yeri kaldığım odayı gösterdim. Odanın bir güzel yanı elektronik kilidinin olmasıydı içerde banyom bile vardı bu çok güzel bir detaydı yarı özgürdüm yani. Annemle konuşmamız bittikten sonra yatağıma uzandım ve biraz kestirdikten sonra valizimi boşaltırım diye düşündüm ama tekrar uyandığımda saat gece üçtü . Saat farkı beni mahvediyordu. Pencereyi açıp içerdeki bunaltıcı havadan kurtulmayı dilemiştim yetmemiş odadan dışarı çıkmıştım o da yetmemiş sahile kadar yürümüştüm. Buranın en çok sevdiğim yerinin burası olacağını biliyordum.
Kumlara oturup dalgaların sesini dinledim ilerisi çok karanlıktı ama arkada bizim kafe ve az ilerisinde deniz ürünleri satan bir restoran vardı. Onların ışıkları dalgaları parlatıyordu. İçimi huzur kapladı, hala burda bu şekilde durduğuma inanamıyordum. Nasıl olmuştu da buraya kadar gelmiştim ? Busan'da bu sahilde oturmuş okyanusu izliyordum. BTS konseri için bilet parası biriktirecek ve ne yapıp edip o konsere gidecektim ve ben burdaydım işte. Her şeyin başlangıcında. Böyle bir başlangıcı hayal bile edemezdim. Üstüme sıçrayan kum taneleriyle başımda dikilen silüete baktım.
'Uyuyamadın mı?' Diye soran Han birden yanıma oturdu. Hayır demekle yetinip dalgalara döndüm. Han derin bir nefes alıp
' Kore'ye neden geldin? Türkiye neredeyse dünyanın diğer ucu ' dedi gülerek. O kadar haklıydı ki.... Ona BTS 'ten bahsetme gibi bir niyetim yoktu ben de sadece birden öyle gelişti deyiverdim.
Han kısa bir gülüşten sonra
' Burası yazın çok turist alıyor, nisan ayında sezonu açıyoruz genelde. Kiraz çiçekleri için o kadar çok turist geliyor ki Korece'yi iyi bilmediğin için bu kadar dertlenmeyeceksin bile. Benim İngilizcem turistler sayesinde bu kadar iyi. ' deyip sırıttı. Ben de gülüp umarım diyebildim.
'Neyse ben seni daha fazla rahatsız etmeyim, ama bir şeye ihtiyacın olursa etrafı tanıtmak ve sana yardımcı olmak için büyükannem tarafından görevlendirildim. Bilgin olsun.'Dedi ve yanımdan kalkıp gitti. Arkasından Korece teşekkür ederim diye bağırdım ve ben de biraz daha oturup odama geçtim. Yarının ne getireceğini hiç bilmeyerek uyumaya çalıştım.

Joon | Kim NamjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin