Zaman kavramı

697 62 2
                                    

Günler haftalar geçiyor her güne aynı uyanıyor her günü aynı kapatıyordum. Ne kadar her şey aynı gibi görünse de aslında hayatım tepetaklaktı. Günes batıdan doğuyor doğudan batıyordu. Her gün kıyıya vuran dalgalar okyanusun derinliklerine doğru çekiliyordu. Saat terse işliyor geceleri uyuyamıyordum. Düzenim de bozulmuştu, hiçbir şey için iştahım yoktu. Buna müzik de dahildi, hatta duymak bile istemiyordum. Birkaç söz karalamaya çalışıyor onu da beceremiyordum. Kafede ruhsuz biri gibi geziyordum, duygularım alınmış gibiydi bunun farkındaydım. İnsanlara verdiğim tepkiler ya çok aşırı ya da robotikti... Halimden memnun olmasam da bu günlerin de geçeceğini biliyordum. Bu bana yazılan bir cezaydı, ulaşılmaza duyduğum açlık şimdi beni derinden yaralıyordu. Ulaşılmaz hep ulaşılmaz kalmalıydı çünkü. Günün birinde ona ulaştığında o yine ulaşılmaz olmaya devam edecekti. Yine kaybedecektin, yine uzaklara gidecekti. Ve yine ulaşamayacaktın. Bunu biliyordum ama içimdeki bene söz geçiremiyordum. Mantığım ve hislerim tersine işliyor beni deli ediyordu. Çoğu gece kendime sinirleniyordum. İnsan pişman olacağı şeyler yapmamalıydı halbuki o gece yaşanmasaydı yaşayamadığım için pişmanlık duyacağımı da biliyordum. Her şey aptal bir döngüden ibaretti kafamda. O gün Jimin ve Tae'nin yanında geçerken ikisinin de yüzüne bakamamıştım. Birden kendimi toprağın derinliklerinden dünyaya adım atmış yeni bir canlı olarak hissetmiştim çünkü. Dış kapıdan çıkarken dudaklarımda hala Joon'un hissi vardı. Ağlamak istedim ama yapmadım, ne için ağlayacaktım? Mutluluktan mı yoksa üzüntüden mi?... Kapının önünde bekleyen siyah bir araç vardı önünde iki kişi durmuş Joon, Jimin ve Tae'yi bekliyordu. Beni gördüklerinde onlar da şaşırdılar. Yine yüzlerine bakamayıp hızlı adımlarla sahile adımladım. Bir süre dalgaların önünde durup başımı ellerimin arasına almıştım. Arkama dönüp bakmak istedim ama yapmadım. Derin bir nefesten sonra kafeye koştuğumu hatırlıyorum. Odama gürültülü adımlarla çıkıp kendimi banyoya atmıştım. Tüm duygular vücuduma değen suyla üstüme hücum etmişti. Bir süre ağladığımı hatırlıyorum...
Gözlerimi her kapattığımda onun dudaklarımdan çekilen yüzünü görüyordum, arada bana gülümseyen suratını hatırlayıp içimi bunaltılarla dolduruyordum. Seni böyle hatırlamak istiyorum demiştim ve lanet olsun ki hatırlıyordum. Koltuğa yorgunca bedenini bırakmış onu hatırlıyordum, parmaklarının saçlarıma dolandığını hatırlıyordum, gülüşünü hatırlıyordum, onu öpüşümü hatırlıyordum.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım pencere kenarındaki masa henüz hesabı ödemiş kalkıyordu. Boşları alıp mutfağa geçtim. Soo He'nin endişeli bakışlarını her gün üzerimde hissetsem de bir şey yokmuş gibi davranıyordum.Son günlerde baş ağrılarım da çoğalmıştı insanlara su içmediğimden kaynaklandığını söylüyordum ama neredeyse ağrı kesicilere bağımlı hale gelecektim bunun su ile alakası yoktu biliyordum ve yine başım ağrıyordu. Ben dayanıksız biriydim, cebimden çıkardığım ağrı kesiciyi tezgaha koyup kendime su doldurmak için sürahiyi elime aldım. Döndüğümde Soo He'nin sinirli bakışlarıyla karşılaştım. Elinde tuttuğu ilacı bana gösterip çöpe attı.
'Ne yapıyorsun?' Diyen sesim fazla yüksek çıkmıştı. Anında ona karşı mahçup olmuş gözümü ayaklarıma çevirmiştim
'Asıl sen ne yapıyorsun?' Soo He kızgınca bana bakıyordu hala mantıklı bir cevabım yoktu
'Başım ağrıyor.' Dedim
'Uykusuzsun çünkü sürekli bir şey düşünüyorsun'
Doğru söylüyordu inkar etmedim hatta hiçbir şey söylemedim.
Soo He arka örgüsünden kurtulan bir tutam saçı kulağının arkasına koyup konuştu
' Neden bir gün izin almıyorsun? Kimsenin sorun edeceğini sanmıyorum kendini dinlersin biraz hem'
Daha ne kadar kendimi dinleyecektim bilmiyordum, asıl benim canımı sıkan kendimi dinlemekti zaten.
'Neredeyse bir ay olacak sen hala böylesin. Dediğimi yap bir gün izin al.' Önerisini ısrarla reddettim ve müşteri bölümüne döndüm.
Günlerden neydi kafam karışmıştı, takip etmiyordum. Haftanın hangi günündeydik onu da bilmiyordum. Onlar gideli kaç zaman olmuştu aklımda yoktu. Çünkü hep dün gibi anımsıyordum. Dediği gibi onunla geçirdiğim günde kalmıştım. Benim zamanım durmuştu orda ve ruhum hala o gecedeydi.
Telefonumu çıkarıp takvime girdim. Gerçekten Busan'daki ikinci ayımı tamamlamış hatta üçüncü ayın ilk haftasını da bitirmiştim. Zaman aynı tempoda çok hızlı geçmişti. Lavi ile bu ara hiç konuşmamıştım. Beni sürekli arıyor bense aramalarına hiç dönmüyordum. Onu gördüğüm an yine duyguların içine düşeceğimi biliyordum. O duygulara düşmektense ruhsuz biri olmayı tercih ediyordum. Hislerimle yüzleşecek gücüm yoktu çünkü. Gün ağarırken Kafenin içine kırılan güneş ışınları giriyordu. Yerdeki tahta döşemeler kızıla boyanmış bense ayaklarıma değen güneşle biraz ısınıyordum. Han yanıma geldi, önümde durdu yüzümü inceledi.
'Lu , benimle biraz dışarı gelir misin ?'
İşte şimdi gerilmiştim. Ayaklarım Han'ı takip etmiş onunla birlikte varendadaki boş bir masaya oturmuştum.
' Seni zorla alıkoymuşuz gibisin. Mutlu değil misin?' Samimi davranıp masaya eğilmişti, o sadece benim için endişelenmiştim. Yüzüme bir gülümseme koyup
'Hayır burda severek çalışıyorum.' Demiştim
'O zaman sorun ne?'
Derin bir nefes alıp ' Galiba Türkiye'yi özledim' deyip omuz silktim. Bu yalan değildi, özlemiştim.
'Hımm. Dönmek mi istiyorsun? Burda yapmak istediğin şeyler olduğunu sanıyordum'
Ne kadar düşüncelerim alt üst olsa da hala o konsere gitmek istiyordum ve gidecektim de.
'Hayır tabiki, yapmak istediğim şeyleri yapmadan gidemem.' Diye ani çıkış yapmıştım. Han bana anlayışla gülmüştü.
'O zaman seni sınır dışı etmeden önce vizeni yenilemen gerekecek. Bunu biliyorsun değil mi?'  Ahhhh bunu tamamen unutmuştum!... Kafamı arkaya doğru atmış yüzümü buruşturmuştum
'Ben onu unutmuştum.' Başımı avuçlarımın arasına alıp devam ettim ' Nasıl yapacağım onu?'  Bana nazaran Han'ın ifadesi çok iyimserdi
'Çevre ülkelerden birine gidip dönebilirsin iki üç gün orda kalıp Kore'ye dönersin vizen yenilenmiş olur.' Dedi. Çevre ülkeye gitmek mi?!.... Bunu hiç istemiyordum. Gerçekten hiç istemiyordum.
'Mızmızlanma hiç, sınır dışı mı edilmek isterdin' deyip kafamdaki saçları karıştırdı
'Tabiki hayır , ama başka ülkeye de gitmek istemiyordum.'
'Başka çözümün var mı Lu ?' Dudaklarını büzüp kaşlarını kaldırmıştı. Bu yüz ifadesi ona o kadar yakışmıyordu ki dayanamayıp kahkaha attım. Gülüşümü durduramamış karnıma ağrı girene kadar sesli sesli gülmüştüm. Sesimi duyan Soo He varendaya çıkmış endişeli gözlerle bana bakmaya başlamıştı. Han bir süre benimle gülmüş sonra gülüşünün yerini endişeye bırakmıştı. Bir an gözümden yaş geldi. Sonra ağzımdan çıkan bir hıçkırık... Soo He hemen yanıma gelip kafamı göğsüne yaslamış saçlarımı sevmeye başlamıştı. Han ağlamaya başlayan bir bana bakıyor bir de Soo He 'ye kaş göz yapıyordu. Bunun olacağı belliydi diyordum ben de içimden. Kısa sürede toparlanıp göz yaşlarımı sildim ve güldüm.
'Üzgünüm, bir an boş bulundum. İçerde müşteri var mı Soo He? Ben onlarla ilgileneyim' deyip alel acele kalkıp içeri geçtim. Güçsüz gibi görünmekten nefret ediyordum.
Akşam olduğu zaman büyükanne, beraber yemek yiyelim teklifinde bulunmuştu. Biz de iki masayı birleştirip kafede neler arttıysa hepsini masanın üstüne yerleştirmiştik. Her şeyden biraz vardı. Büyükanne içerde özel kimchisini hazırlıyor Soo He de taze pilav yapıyordu. Ben masadaki ufak dokunuşları bitirdiğimde diğer her şey hazırlanmış herkes masadaki yerini almıştı. Türkiye'de ailemin yanındayken kahvaltı için de akşam yemeği için de güzel bir masa kurulur ailenin her ferdiyle aynı anda masaya oturulup sohbet eşliğinde yenip içilirdi. Kore'de bunu hiç yapmamış olmak can sıkıcı olsa da alışmıştım; ama şimdi aynı o ortam vardı. Büyükanne sayesinde gelişen Korecem ile onlarla daha iyi anlaşabiliyordum da. Bir an aile ortamını bana tattırmışlardı içten içe onlara teşekkür etmiştim.
'Lu , bu ay sana avans vermeye karar verdik.' Diye söze girdi büyükanne benim bir şey dememe izin vermeden devam etti ' gidiş dönüş bileti için sana lazım olacak. ' deyip konuyu kapattı. Sedece teşekkür ederim dedim ve yemeğime döndüm. Günlerden sonra güzel bir akşam yemeği yemiştim. Onların hoş sohbeti ve bu ortam iştahımı yerine getirmiş gibiydi. Onlarla konuşmak da bana iyi gelmişti. Öyleyse sırada Lavi ile konuşmak vardı. Onu çok ihmal etmiştim. Gönlünü almak zor olacaktı ama ben de böyle biriydim işte, bir sorunla karşılaşınca içimde halletmeden karşımdakiyle konuşamıyordum ya da zorlanıyordum. Hele hatırlamak istemediğim şeyler üstünde konuşmak benim için en zoruydu; ama ben zaten her anımda o geceyi hatırlıyordum... Yemekten sonra izin isteyip kumsala gittim. Joon ile oturduğumuz yere oturdum ve görüntülü arama tuşuna bastım. Bugün saat farkı benim için bir önem taşımıyordu.

Joon | Kim NamjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin