Şu His

497 38 9
                                    

Kafe hiç olmadığı kadar kalabalıktı ve bu bende tarifi imkansız bir heyecana neden olmuştu. Normalde, insanlar aralarında konuşur, içeceklerini yudumlar bir şeyler yer ve arka planda da ben onlara eşlik ederdim; ama bugün tuhaftılar. Evet, müşteriler tuhaftı... Demek istediğim bugün kendimi daha bir ön planda hissediyordum. Sandalyeler bana çevrilmiş, içecekler çoktan söylenmiş birkaç göz hazırlık yaptığım küçük sahneye bakıyor. Onlar beni izliyordu. Heyecanlanmam içten bile değildi ama işte bazen saçma anlarda çenem kasılıyor, vücudum titriyordu. Kendimi kastığım zamanlarda hep başıma gelen bir şeydi. Küçükken çok yaşamazdım bu saçmalığı, yaklaşık bir iki senedir bu dertten muzdariptim. Bana ne oluyordu bir fikrim yoktu. Galiba insanların ne düşündüğünü, yani benim hakkımda ne düşündüklerini, fazla düşündüğüm için oluyordu, zira önceden bunu kafama takmazdım. Sonuçta ben kendimi biliyordum bu bana yeter-di... Şu sıra pek yetmiyordu anlaşılan. Derin bir nefes alıp mikrofonun altına yerleştirdiğim pet şişeden küçük bir yudum aldım, o sırada iki arka masada tek başına oturan avucunu çenesine dayamış o kızla göz göze geldim. Birkaç saniye bana dalmış şekilde bakması içten içe beni ürpertmişti. Gözlerimi ondan kaçırıp elimdeki şişeyi bir kez daha dudaklarıma götürdüm. Şarkılara başlamam biraz zamanımı almıştı. Sessizliğin bana çevrilmesi bir süre sonra duruldu hiç değilse ben öyle sandım, onlar hala beni dinliyordu. Birkaç kişinin kamerası bana dönmüştü gözlerimi kapatıp işime odaklanmaya çalıştım.

Saatler bir tavşan hızında geçerken hislerimde kaplumbağa tortusu kalmıştı. Sahneden dinleyicilere teşekkür ettiğim zaman birkaç kişi yanıma gelip fotoğraf çekinmek istemişti. Pek anlam veremesem de onları kırmamıştım ama emindim o anın saçmalığı yüzümdeki küçük mimiklere yansımıştı.

'Hey Sue, ben çıkıyorum perşembe akşamı görüşürüz.' her zamanki gibi kasaya yaslanmış iki yandan ördüğü saçlarıyla oynuyordu. Animeden fırlamış gibi bir yüzü vardı ya da o bu hale getiriyordu. İnce küçük bir çene, minik dudaklar, lensle büyütülmüş göz bebekleri, tel tel ayrılmış kakülleri... Sonuçta onlar makyajda ustaydılar. Benim için dış görünüş çok önemli değil desem yalan söylemiş olurdum, tıpkı diğerleri gibi... Yalnızca diğer insanlardan farklı olarak ben çok önemsemiyordum; hayatım boyunca karşılaştığım insanlar dış ve iç görünüşleriyle beni yeterince şaşırtmıştı. Ben de yargılamamayı öğrenmiştim; çünkü herkesin bir sebebi oluyordu. Sebepleri yargılamak bizlere düşmezdi aynı zevkleri tartışamadığımız gibi bunlarda da pek söz sahibi olmak olmazdı.

Ben kafeden çıkarken rahatsız olduğum kız da kasaya geçmiş ödemesini yapıyordu. İçimdeki o ses hızlı olmamı söyledi, iç güdülerime her zaman güvenirdim. Çok hızlı yürüyordum, en yakın metro istasyonu hemen önümde duruyordu. Bir ara delirdiğimi düşündüm, yanlış düşünüyor olabileceğim aklıma geldi; ama kendime gülemedim. Bu olmayacak şey değildi çünkü. Kartımı turnikeye okuturken çaktırmadan arkama bakmıştım, o kızı görür gibi olsam da gözlerime güvenemedim. Kore'de uzaktan herkes birbirinin aynısıydı, hele benim gibi küçük de olsa miyopluğunuz varsa... Metro gelince en kalabalık vagona binip bir sonraki durakta indim. Benimle inen biri olup olmadığını kontrol ettikten sonra elimi göğsüme koydum. Kalbim kaburgalarımı dövüyordu, nefeslerimi düzenli hale soktum. Böyle şeylerle uğraşmak en son isteyeceğim şeydi, gözlerimi ovuşturup kendimi sakinleştirmeye çalıştım, bir sonraki sefere bindim.

'Muhtemelen kafanı çok taktın Lu' kendi kendime fısıldamıştım. Boşa koşturmuş bile olabilirdim ...

Eve girip çantamı odama savurdum, normalde düzen takıntım vardı. Tam olarak takıntı derecesinde değildi belki ama bazen masamı jilet gibi yapıp odanın bana ait olan yerinde en küçük aksesuarı bile yerine özenle yerleştirirdim. Fakat, bugün istemiyordum. Sabah yatağımı da dağınık bırakmıştım zaten, 'Lavi, tuvalette misin?' Onaylar homurtular yankı yapınca gülümseyip mutfağa geçtim, buzdolabını açıp dün geceden kalan yemeklerden ortaya karışık bir tabak yaptım, şimdi Türkiye'de olsaydım yiyeceğim fasulyeyi, bulgur pilavını, yoğurtlu çorbayı mideme sabırsızlıkla indirmiştim. İç çekip tabağımı ısınması için mikrodalgaya attım. O ara Lavi gri koltuğa kendini bırakmıştı.

Joon | Kim NamjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin