Siyah Kırmızı ve Beyaz

490 45 7
                                    

Farklı bir gün hissiyle uyanıyordum, diğerlerinden farksız olduğunu bilerek. İçimde bir şeyleri doğru yaptığıma dair bir umut vardı. Bir heves olur ya bazen içinizde apansız ve saçma sapan bir his. Sizi gereksiz yere heyecanlandıran. İşte bu sabah da benim içimde olan şey buydu diğerlerinden farklı olarak.

Öğlen olduğunu ısrarla hatırlatan telefonumu susturup yarı kapalı gözlerle banyoya gittim, duş almam gerekiyordu. Diğer hazırlanma işleri ise hızlı gerçekleşecekti. Sıcaklığı arkamda bıraktıktan sonra saçlarımı makineyle kuruttum, dalgasını suyla verdiğim halini seviyordum saçlarımın ama bugünlük böyle idare edecektim. Banyodan odama geçtiğimde Lavi'nin beni yanıltmadığına sevindim. Benim için de bir kıyafet seçmiş yatağımın üstüne yerleştirmişti, beyaz kısa kollu üstüme oturan bir tişört üstüne de siyah vücudu saran bir elbise seçmişti, altına ayarladığı ayakkabıyı beğenmeyip siyah converselerimi giydim, onun zevkine güvenirdim ama rahatlığa da önem verirdim. Sorgulamadan üstüme geçirip yüzüme bakım yaptıktan sonra bana kullanmam için talimat verdiği çantasını omzuma taktım. Kapıyı arkamda hızlıca kapatıp sokağa çıktım. Aynaya son bir kez bakmalıydım diye düşünerek metroya yürüyordum.

-Lu-
hızlı hızlı!!!!! bana konum at yoldayım^-^

Böyle gereksiz heyecan yapmaları çok seviyordum. Karşımdakini de deli gibi heyecanlandırdığımı biliyordum. Lavi'yi arayıp bağırarak bir şeyler anlatmayı, acele etmesi için sokağın ortasında ölümüne rol yaptığım sonra yüzümde aptal bir sırıtışla onun koşmasını izlediğim zamanları hatırlayıp gülümsedim. İç çektim, İstanbul'daki aptal anlarımızı özlüyordum. Neden hep İstanbul'da takılı kaldığımı bilmiyordum, sonuçta burada da onunla beraberdik. Hala aynı şeyleri yapabilir aynı şekilde eğlenebilirdik; sanırım asıl sebebi büyümüş olmamızdı. Biz ki büyüme sözcüğü yakışmayan iki arkadaştık. Markette dans eden, saklambaç oynayan, yolun ortasında dans eden, ruhu çocuk kişilerdik. Biz hiç büyümemeliydik... Ya da gelecek kaygısı sarmamalıydı düşüncelerimizi. Gelecek çok karışıktı, şu anki yaşamımız da bizden medyumluk yapmamızı, geleceği tahmin ederek hareket etmemizi istiyordu. Sıkıntı çekmememizin tek yolu buydu, hayatlarımız üstüne kumar oynuyor, bahis açıyorduk... Gerçek hayat böyleydi, bunun ışığında düşüncelerimiz değişiyor, ilgi alanımız kayıyor bir şekilde hayatta kalan hayallerimize tutunuyorduk. Tutunduğumuz şey sanattı, içimizde hep burukluğunu hissettiğimiz şey bir parça müzik bir parça resimdi. Uzaktan çok basit görünse de emeksiz hiçbir şey olmuyordu.

Metrodan adımlarımı sıklaştırarak çıktım, diğer insanları hızımla solluyor bir yandan da Seul'ün karışık sokaklarında kaybolmadan sergi alanını nasıl bulacağım diye kara kara düşünüyordum. Haritaları açıp beni yönlendirmesine izin verdim, bu harita olayı İstanbul'da asla işe yaramazdı, viyadükleri, alt geçitleri algılamayıp sizi bambaşka yerlere götürebiliyordu yürürken. Arabayla bir sıkıntısı yoktu gerçi. Uygulama on dakika bir yürüme mesafesi çıkardığında hızımı azaltıp yolun keyfini çıkarmaya çabaladım, merkeze geldikçe ağaçlar azalıyordu burda. Ağaçların yerini kocaman binalar, geniş kaldırımlar ve kafasını telefonundan güç bela kaldıran takım elbiseli insanlar kaplıyordu. Burası tam anlamıyla çalışma ülkesiydi; çünkü halk bir bakıma bir şeylerin farkındaydı. Okumak bile ücretliydi, çalışmayana ekmek de yoktu, gelecek de... Kafamı meşgul etme çabalarım işe yaramıyordu. Tanrım! Çok heyecanlıydım, sebebini en yakınım olan Lavi'nin sergisine bağlıyordum; ama çok daha farklıydı.

-on metre sonra sağa yönelin-

Kulağıma aniden gelen kadın sesiyle yerimde hopladım, sonra kendime gülüp dediği şeyi yaptım. İleride bir kalabalık vardı, böyle olduğu için sevindim. Yüzümdeki sırıtışı silmeye çalışsam da yapamıyordum 'Ahh! Şuraya bak... Bir sürü insan gelmiş.' yerimde tepinmemek için kendimi zor tutuyordum tam anlamıyla. Kahkaha atasım vardı ;ama bunu Lavi'yi görene kadar bastıracaktım. Birkaç kümeleşmiş topluluğu arkamda bırakıp girişteki görevliye ismimi söyledim, böylelikle beklemeden içeri geçtim. Gözlerim Lavi'yi arıyordu. Birazdan eserleri hakkında bilgi mahiyetinde bir konuşma yapacaktı. Küçük kürsüdeki mikrofon ayarları yapılıyordu henüz, ben de fırsattan istifade biraz gezinmeye karar verdim. Burası esasen bölümlerden oluşan bir yer değildi, sonradan kolonlar eklenmiş üstüne tablolar asılmıştı. Aydınlatma tavandan sarkıtılan birkaç lamba ile yapılmıştı. Güzeldi biraz da basık, iç karartan bir ortamdı. Bana serginin konusunu hiç anlatmamıştı, ısrarlarıma rağmen hep yarım bırakmış ya da susarak cevaplamıştı sorularımı Lavi. Şimdi anlayabiliyordum ama... Giriş olarak tahmin ettiğim yer siyah tonlarının hakimiyetini barındırıyordu. Fazla kapalı ve bunaltıcıydı... Soyut çalışılan birkaç eserde bir erkek yüzü yer almaya başladığında grileşen bir alt yapı dikkatinizi çekiyordu. Sanki bizler onu kapı arkalarından, köşelerden gizlice izliyorduk. Birinci bölümün sonu diye tahmin ettiğim yerde resmedilen kişi sizi fark ediyordu. Tüm dağınıklığın içinde iki çift gözün size baktığını görüyordunuz, bakışları o kadar güzel resmetmişti ki içime işlemişti. Bu hem ürkünç hem de heyecan veren bir histi. Gelecek bölümü merakla bekletiyordu... Renkler birden değişip pembeden kırmızıya geçiyordu. Erkek tasviri sanki tablolar arasında sizi izleyerek bir bankta oturuyor, kiraz çiçeklerinin arasında dolanıyor arada size bakarak gülümsüyordu. Burada tasvir edilen şeyler soyut değil daha bir netti. Karşınızda o kişiyi çok net görebiliyordunuz. Kırmızının en koyu tonunun hakim olduğu bir tablo gözüme çarptı, tablonun yarısı boya atılmış gibi turuncu tonlarıyla kaplıydı lekelerin altında ise büyük beyaz bir masada o kişiyle sanki karşılıklı oturmuş kahve içiyordunuz. Karşı kolona baktığımda düz turuncu boyanmış bir tuval ve üstünde düşmekte olan tek bir kırmızı yaprak yer alıyordu. İçim heyecanla dolmuşken birden üzüntüyle sarıldım... Kaşlarım çatıldı, yutkundum. Belki de o kişi arkadaşım olduğu içindi bu halim. Onun iç dünyasına açılan kapıdan içeri girip neyi var neyi yoksa gördüğüm içindi. Bilemiyordum.

Joon | Kim NamjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin