Kafedeki işim bittince eve yürümeye başladım. Son zamanlarda Kore'deki beklentimi ve beklentimin, şu anki durumumun, ne kadarını karşıladığını sorgular olmuştum. Hala içimde bir boşluk hissediyordum, ne zaman Docskim ve diğerleriyle o ansız sahneye çıktım kendimi tamamlanmış hissetmiştim. Sanki sahnenin kolonları kollarım platformu da ayaklarım olmuştu. Onları aramalıydım, bu sefer bu olayın üstüne ben düşmeliydim. Yoongi'yi özlediğimi fark ettim birden. Gerçekten saçma sapan müzik bilgimle buralara nasıl geldiğimin tek yanıtı o idi. Bir şekilde buraya yani bulunduğum bu yere iteklenerek gelmiştim, bu itme gücünün başını Yoongi çekiyordu. Ona minnettardım, her şey için. Hoş sohbeti, arkadaşlığı, desteği... En önemlisi de bana zamanını ayırdığı için. Bir kere konuşurken bana yeni albüm hazırlığında olduklarından bahsetmişti
'Vooaa, cidden mi o kadar çabuk mu?! Siz çocuklar hiç dinlenmiyor musunuz?' Şaşkınlığımı gizleyememiş bu cümleyi sarfetmiştim, çok ani olmuyor muydu daha doğrusu hızlı. Onlar için her şey hızlıydı, hayatları, çalışmaları. Belki de hızlı olmak zorundaydı ayakta kalmaları buna bağlıydı çünkü. Tamam beğenilmek kolaydı; ama bunu devam ettirebilmek meziyetti. Onlar birkaç senedir bunu yapıyordu, bu yüzden geçen yılkinden daha iyi olmak zorundaydılar, daha çok çabalamak daha çok yol katetmek demek daha çok zaman harcamaktı ve zaman kısıtlıydı. Belki şu an saçma gelecek ama zamanı durdurabilmenin tek yolu onun kadar hızlı olabilmekte gizliydi. İşte o zaman ayak uydurabiliyordunuz bu koşturmaya. Her şey birkaç zevkten ibaret olsaydı bu insanlar bir iki seneyi beğenilme korkusu olmadan müzik yaparak geçirir sonra her şeyi oluruna bırakırdı. Aynı benim yaptığım gibi. Ama hayır, bu insanların hayatları müziğe bağlıydı, müzik sektörü beğenilmeye, beğenilmek de çok çalışmaya... Bana kalırsa en zoru da kendinle yarışmaktı, beklentileri karşılama fikri zihnine düştüğünde insan 'yapmam lazım, iyi olmalıyım' gibi cümleler kuruyordu. Kim ne derse desin bu düşünce tarzı sorumluluk duygusunu kamçılıyordu. Kaçımız sorumluluklarını severek yerine getiriyordu ki?.. Onlar için de bir süre sonra yük oluyordur diye düşünmeden edemedim, sonuçta bu insan beyniydi. Hepimizde aynıydı...
Yol bittiğinde sürünerek merdivenleri çıkıyordum, terasta duran kırmızı koltuğa şöyle bir bakış atıp kapının şifresini girdim. Isınan havanın hezimetiyle kendimi koltuğa atmak için can atıyordum. Çantamı çıkarıp sandalyeye gelişigüzel koydum, sonra üstümdeki ceketi çıkarıp aynı hareketi tekrarladım. Koltuğa adımlamıştım ki telefonum çaldı,
'Efendim Lavi,'
'Hey Lu, sergi alanındayım da biraz gecikeceğim sen yemeğini ye beni bekleme diye haber vereyim dedim.'
Biraz homurdandım 'Ben kafede atıştırmıştım zaten. İşler nasıl gidiyor, yardım edebileceğim bir şey var mı?'
'Her şey yolunda birkaç ufak pürüz var onları hallediyoruz sen keyfine bak.' Küçük bir bekleyişten sonra bana tekrar döndü 'ah Lu, son bir şey daha sanırım sana sabah bir mail geldi ve ben onu yanlışlıkla açtım. Önemli bir şeye benziyordu bakmayı unutma.'
'Tamamdır bakacağım, bilgilendirme için teşekkürler. İyi çalışmalar' Dudaklarımı büzüp koltuğa vücudumu bıraktım. Haftanın belirli günleri de olsa tüm gün kafede olmak beni yoruyordu. Lavi de son zamanlarda çok yoruluyordu, şu sergi işi onun için büyük bir fırsattı ve o varını yoğunu buraya koyuyordu. Gerçekten yapması gereken de buydu, insanın eline birkaç defa geçiyordu onda olan şans. Değerlendirmekte geç kalmamalıydı. Aynı şeyin kendim için de geçerli olduğunu hatırlatıp bir uflama bıraktım havaya. Renkli yastıklardan birini başımın altına koyup yan döndüm.
Bazen bomboş yaşıyorum gibi hissediyordum, bu hissin karanlık gücü şimdi de beni kendine çekiyordu. Karşı koymak zordu. Yaptığım şey biraz da saçmaydı, her şey benim elimdeydi. Evet, hayatta her şey benim elimdeydi. Yapmak istediklerimi nasıl yapacağımı biliyordum da adım atamıyor gibiydim. En azından ben öyle hissediyordum, Docskim ve Ghost Band... Hayatımda bana gelen en büyük şanslardan biriydi onlar ama iyi değerlendiremiyordum. Birkaç kez stüdyoya onlarla girmiş devamını getirememiştim. Salak mıydım? Yine kendime kızıyordum, hem bir şeyler yapmak istiyor hem de o şeyleri yapmıyordum. Üstelik elimde fırsat varken. Hayır, hayır salak değildim. Sadece kişisel ataletime yenik düşüyordum, ihtiyacım olan o itme gücüydü. Biri beni iteklemeliydi, o biri bu sefer ben olmalıydım ama.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Joon | Kim Namjoon
Fanfiction'Hayaller ne kadar da güzel' demiştim oturduğum yerden düşüncelere dalarken. Kim bilebilirdi ki yaptığım aptalca bir seçimle hayallerime ulaşacağımı.