Gerçekler

487 41 11
                                    

Kapıyı arkamdan kapatıp kilitledim, elimdeki beremi kafama geçirip küçük ayak hareketimle valizi arkama aldım. Her evden ayrılışımda içimi kötü bir his kaplardı, bazen de obsesifliğim tutar acaba tüpü kapattım mı, su ısıtıcısını fişten çektim mi diye triplere girerdim. Özellikle de uzun sürecek bir yola gidiyorsam muhakkak ikinciye kontrol ederdim evi, bugün ikincisine gerek duymamıştım; çünkü arkadaşım İstanbul'a gelecek kısa süreliğine de olsa bizim evi kullanacaktı. Kira işini de bu şekilde halletmiş olmamız ayrıca hoşuma gitmişti.

Peşim sıra gelen valiz ile asansöre bindim. Şu an kendimi yazlıkçılar gibi hissediyordum, kışın yurduna dönen yazın sahile inen... Beş ay geçmişti. İnanması güçtü ama ben İstanbul'dayken günler bir toz zerreciği kadar hızlı uçup gitmişti. Burda geçirdiğim zamanlarda kayda değer bir şey olmamıştı, hep evdeydim. Neredeyse kışın hepsi; depresyon battaniyesi sırtımda , ki kendisi mordur, elimde sıcak kahvemle bir salondaki koltukta bir de masa başında geçmişti. Çoğunlukla müzikle uğraşmıştım, üç aylığına bir şan dersine bile gitmiştim. Zamansız geçen günlerime böyle anlam katmaya çalışmıştım işte. Ha bir de işe girememiş bir parazit gibi yaşamımı annemden idame ettirmiştim...Can sıkıcıydı, gerçekten öyleydi. Bazen diyorum acaba hiç dönmese miydim. Gerçekten, yaptığım kayda değer bir şey yoktu burda. Sonucunu bile bile bir sürü iş görüşmesi yapmıştım ama dediğim gibi sonuç hep aynıydı. Evren bu meslekle hayata tutunmamı istemiyor gibiydi. Halbuki ne de severek okumuştum.... Bir an, bir aylık süreçte bir giyim mağazasında çalıştığım gerçeği yüzüme vurdu. Utanmıyordum. Bunda utanılacak hiçbir şey yoktu, sadece canım sıkılıyordu. Sonuçta iyi bir bölümden iyi bir dereceyle mezundum; hayatın kurallarına aldığımız notlar dahil değildi galiba. İç çekip metronun açılan kapısından girdim. Aşina olduğum pis bir kokusu vardı. Biraz amonyak biraz da leş kokuyordu. Burnumu kırıştırıp dinlediğim müziğe kendimi verdim. Bu arada bir süredir onları dinlemiyordum. Hesaplarımın hepsini askıya almıştım, ne kadar az görürsem o kadar iyiydi kanımca. Yine de, her şeye rağmen Kore'ye dönmek, bilemiyordum. Tuhaf geliyordu, sanki ikinci hayatıma gidiyordum. Yaşadığım her ana geri dönecek gibiydim. Halbuki hepsi geçmişte kalmıştı. Ben orda bırakmıştım onları. Gerçi hoş, geçmiş de canımı sıkıyordu. Levent metrosunun yürüyen merdivenlerine ilk önce valizimi sonra kendimi attım, böyle diyordum çünkü arada valizim beni kontrol ediyordu ben onu değil. Çıkışa doğru ilerlerken içim üşüdü, havaalanına özel otobüsleri gördüğüm an hızlandım. Bir an önce oraya varmak istiyordum. Tabi geçmişe yolculuk mümkünse...

Uçağın anonsuyla kapalı gözlerimi açtım, kafamda lanet bir ağrı baş göstermişti. Stres olmuştum, gergindim. Sakin kalmaya çalışıyordum ama hiçbir halt yapamadığım belliydi. Dişlerimi sıkmaktan çenem de ağrımıştı, sanki Joon'a gidiyordum... İçimde öyle bir his vardı. Uzun süre sevgilisini görmeyen, onu delicesine özleyen, kavuşmak için dakikaları sayan biri hissi...

Boktan his.

-Luna
Lavi, uçağa biniyorum inince yazarım.

Kısa mesajımın ona ulaştığından emin olup annemi aradım. Kısa bir bilgilendirme yaptım, vedalaşmalar bitmeyen öğütler yağdı üstüme, hepsini büyük bir açlıkla bünyeme kabul ettim sonra telefonu tamamen kapatıp cebime koydum. Müzik de dinlemek istemiyordum, oniki saatliğine bu dünyadan varlığım silinmeliydi. Umarım uyuyabilirdim.

Gürültülü ve huzursuz olunacak kadar türbülansla indiğimiz karaya şükrettim, gerçekten. Öyle şeylerden pek korkmazdım ama ayağın yere basması kadar güven veren başka bir şey yoktu. Kapşonlumun cebindeki telefonu açıp indiğime dair anneme mesaj attım, sonra Lavi'ye ha bir de abime... Haber verme işlemi bittiğinde kendimce oluşturduğum oyunu zihnimde çevirmeye başladım. Joon'u göreceğim oyunu... Her köşe başına bakıyordum, gördüğüm her çekik gözlü uzun boylu insanı o sanıyordum. Saçlarımı düzeltiyor, karşılaşırsak ne tepki veririm diye kafamda cümleler kuruyordum. Aptaldım işte. Buraya tekrar gelmenin iyi olmayacağını, bana iyi gelmeyeceğini defalarca Lavi'ye söylemiştim; ama o bir uzman edasıyla bazı şeylerle yüzleşmem gerektiğine beni ikna etmişti. Hemen yoldan çıkabiliyordum ya da Lavi'nin ikna yeteneği çok iyiydi.

Joon | Kim NamjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin