Akça kapının açılmasıyla birlikte kafasını oraya doğru çevirdi. Vina'ya bir gülümseme gönderdi.
"Baba gelmiş." dedi kızının yüzüne dokunarak. Ancak sonra kaşları çatıldı. Sadece büyük bir tahta görüyordu.
"Sevgilim?"
Bera elinde birkaç parçayla içeri girdi ve ayağıyla kapıyı kapattı. Kocaman bir gülümseme gönderdi karısına. Tahtaları duvara dayayıp alnındaki teri sildi.
"Ben düşündüm ki, sen şimdi Vina'dan ayrılıp onu odasında yatırmazsın."
Akça omuzlarını kaldırıp indirdi küçük bir çocuk gibi.
"Yatırmam. Bizimle birlikte uyusun işte. Yanımızdan ayrılmasın Bera, ne olur."
Bera birkaç adımda yatağa oturdu ve elini kadının elinin üzerine koydu.
"O yüzden bunları yatağa monte edelim diyorum. Hem daha rahat yatar, hem dediğin gibi ayrılmaz yanımızdan."
Akça sakince adamın elini tutup avucuna bir öpücük bıraktı. Aralarında yaşanan derin gülümsemenin ardından Bera yatağı kurmak için ayaklandı.
"Eee, su?" dedi Akça kaşlarını kaldırarak. Bera dudaklarını birbirine bastırdı.
"Aynanın önüne koymuştum, unuttum. Dur alayım hemen."
O sırada Vina'nın kıpırdanmasıyla ona doğru döndü.
"Bir daha emzireyim mi seni annem? Doymadın sen sanki." dedi gülümseyerek. Kızının minik elini tuttuğunda o da annesinin parmağını sıkmıştı.
"Ahu gözlüm benim, ay kızım."
Sakince kucağına aldığında kendi de yatağın başlığına sırtını dayadı. Önce yüzünü Vina'nın yanağına değdirdi. Uzun uzun kokladı. Gözlerinin dolmasına engel olamıyordu hala. İnanamıyordu belki de, masal gibi geliyordu.
"Sen bilmiyorsun, ama sana anlatmak istiyorum. Ne zorluklar çektim, buralara nasıl geldim bil istiyorum. Seni her kokladığımda annem neden ağlıyor diye düşünme. Söyleyeyim ki bil. Sen nasıl kıymetli bir hazinesin benim için, bil."
Derin bir nefes aldı.
"Ben gittiğim her yerde senden kaçtım. Baban çok istedi, ama ben içimdeki o acının kurşununu bir türlü sökemedim. Anne olmayı layık göremedim kendime, bir daha içimde bir can büyütemem sandım. Küçücük bir bedeni koruyamam sandım."
Vina ona kocaman gözlerle annesine bakarken, sanki dediklerini anlıyormuş gibiydi. Akça geceliğinin askısını indirdi yavaşça. Hala mavilerinden ara sıra yaşlar akıyordu.
"Allah'a yalvardım, bir daha beni bu acıyla sınama. Paslı bir hançerin kanattığı yaraydım ben. İlacım yoktu, tedavim yoktu. Tüm mezarları gezdim neredeyse, hiçbiri göğsüm kadar büyük değildi."
Bir eliyle göğsünü geceliğinden çıkarttığında Vina'yı da iyice yaklaştırdı kendine. Onunla göz temasını asla kesmiyordu. Gülümsemeyi ihmal etmiyordu.
"Ama sen geldin sonra. En zemheri ayazımın göğsünü eriten o güneştin. Ben kaburgamın altında seni beklerken özenle beslediğim minik serçelerin nefes alışlarıyla hayata tutunmuş yarım kalan o sancıydım, belki de dünya üzerindeki en büyük acıydım. Zehir zemberek içinde debelenirken senin küçücük ellerini tuttum."
O an sütünün daha çok geldiğini fark etti Akça. Vina artık ilk zamanlardaki gibi zorlanmıyordu.
"Ben göğüs kafesimin içindeki o savaşı kazandım Vina. Tüm benliğimle kazandım. Duygularımı ve sol yanımı kaybetmiştim, buldum. Bütün umutlarımı göğe tuttum. Hep masmaviydi. Nereye gittiğimin bir önemi yoktu, bu dünyadan gitmek istedim. Bir rakı söyledim kendime sonra. Bir şarkı tutturdum en içten. Nefes aldım. Yol da vardı, yolcu da. Ölmek bu kadar kolay olmamalıydı."