Sinan Gümüşsoy

1K 121 19
                                    

Tuğlaları siz verdiniz, ben de kalktım bir ev inşa ettim kendime. Avazınız çıktığı kadar bağırsanız ulaşmaz sesiniz buraya. Son gücünüzle yumruklasanız duvarları, işitmem. Üstelik size açılacak tek bir kapım bile yok. Tesiriniz kalmadı. Kendi yankınızda boğulun.

×××

20 Sene Önce

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

20 Sene Önce

"Küçücük boyunuzla kalkıştığınız şeylere bak!"

Çocuğu hücreye itti tek hareketle. Sinan sendeleyip adama döndü.

"Lan siz kimsiniz? Siz kimsiniz de yetimhaneden kaçmaya çalışıyorsunuz! Burda dur da aklın başına gelsin."dedi iri yarı adam. Sinan sinirle gözlerini kapatıp önüne döndü. Çelik kapı arkasından kapanmıştı çoktan.

"Bu akşam ve yarın sabah yemek yok bu ite. Gelirken az çektirmedi bana. Aç kalsın da aklı başına gelsin."

"Peki abi."

Kapının kapanmasıyla sesler kesildi yine. Eliyle tişörtünün kolunu sıyırdı. Adam kolunu o kadar sıkmıştı ki morarmaya başlamıştı.

"Umarım sana bir şey yapmamışlardır Hazal." Dedi gözlerini tavana dikerken. Hayatında önemsediği tek insan vardı. Fakat artık onu da görmesi imkansızdı. Bir daha asla onları yanyana getirmezlerdi. Yurdun başındaki o adam asla bir daha almazdı Sinan'ı.

Yatağa değil de yanındaki duvara çöktü. Dizlerini karnına çekti. Dişlerini birbirine bastırdı ağlamamak için. Burda ölüp gideceğim diye düşünüyordu. Çünkü kimse çocuk koğuşlarında ne olduğunu umursamıyordu.

Kafasını duvara yasladı.

"Nolur Hazal'a bir şey olmasın Allahım..."

"Kalk."

Başı öyle çok ağrıyordu ki, kaldırmadı kafasını. Fakat gardiyan çelik kapıya tekrar vurdu.

"Senin keyfini mi bekleyeceğim lan ben!"

Sinan sabır dileyerek kalktı yataktan. Gardiyan adama bakış atıp, aşağıdaki sürgüden yemeği ittirdi.

Sinan bakışlarını aşağı indirdiğinde şaşırmadı. Üç senedir böyle getiriyordu yemekleri.

Katı, bayat ve kokuşmuş.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

"Yemek getirdiğime dua et." Dedi pis suratını parmaklıklara yaklaştırarak. Sinan da onun gibi yaklaştı.

"Siktir git lan." Dedi sakince. Fakat Sinan'ın bu lafıyla, gardiyan belindeki anahtarlığı kavradı ve kapıyı açtı.

"Siktir git öyle mi?" Dedi çocuğa bakıp. Sinan hiç bir şey söylemedi. Çocuğu saçlarından tutup yere attı. Karnına sayısız tekmeler indirirken, küfürlerini eksik etmiyordu.

Yarım saat aralıksız dövmüştü çocuğu. Bayılınca da onu öylece bırakmış gitmişti.

Gözlerini sabah açmıştı Sinan. Nefes alırken güçlük çekiyordu. Çünkü o zamanlar bilmiyordu ki bir kaç kaburgası kırıldığını.

Ağzından akan kanı sildi ve inleyerek sırtını duvara yasladı.

Kapıda bir gardiyan belirmişti. Dünkü adam değildi.

"Ziyaretçin var."

O an tüm ağrılarını unuttu Sinan. Buraya gelebilecek tek kişi Hazal'dı. Geldiğine göre demek ki iyiydi.

Yatağa tutunarak acı içinde kalktı. Ağzındaki kanı tişörtüne sildi.

Bir koluna gardiyan girmişti. Kaçmasın diye. Diğer eliyle de duvara tutunuyordu.

Görüşme odasına girer girmez tanımıştı onu. Yeşil gözleri, hafif kıvırcık saçlarıyla ordaydı. Camın arkasında dolu gözleriyle ona bakıyordu.

Gardiyan Sinan'ı bıraktığında, Sinan dik yürümeye çalışarak ona yaklaştı ve oturdu karşısına.

"İyi misin Sinan?"

Sinan kafasını salladı. "İyiyim. İyiyim ben. Asıl sen nasılsın? Benden sonra fark etmediler seni değil mi?"

Hazal kafasını iki yana salladı. "Fark etmediler." Dedi. Daha sonra Sinan'ın yüzünü inceledi.

"Çok zayıflamışsın Sinan."

"İyiyim ben," dedi. "Hem formumu koruyorum fena mı?"

Ne o güldü ne de Hazal. Gardiyanın sesi odada yankılandığında, tekrar baktılar birbirlerine.

"Dikkat et kendine." Dedi Hazal ayaklanırken.

"Sen de. Lütfen." Dedi Sinan. O gitmeden kalkmadı. Çünkü kaburgalarında müthiş derecede bir ağrı vardı.

Masanın kenarını sıkarak ayağa kalktı.

Dört beş saat uyuduğu uykuyla yataktan kalktı adam. Gözlerini ovuşturup mutfağa gitti. Kahve makinesinin düğmesine bastıktan sonra duşa girdi. Akça yaklaşık beş kez aramıştı adamı. Fakat aynı umursamazlığı olduğunu anlayıp çok üstünde durmamıştı.

Duştan çıktıktan sonra, hemen Akça'yı aradı.

"Sabahımın zehri, noldu yine?"

"Gerçekten çok kötü bir insan oldun sen." Dedi Akça.

Sinan güldü. Zaten bir tek kadınla gülebiliyordu.

"Şaka şaka. Duştaydım duymamışım, bir şey mi oldu?"

"Ofise geçiyorum, geçerken seni de alayım mı diyecektim."

"Olur. Yürümeyeyim zaten şimdi nasılsa özel şöförüm var."

"Gel beni döv diye yalvarıyorsun Sinan."

"Tamam ya sen de hiç çekilmiyorsun sabahları. Hadi bekliyorum."

Telefonu kapattıktan sonra üstünü giyindi ve kahvesini bardağa koydu. Her zamanki gibi balkona çıkıp soğuk havada titreye titreye manzarayı seyretti. Eskileri düşündü.

İçeri geçti. Kahveyi komodinin üstüne koyarken çekmeceyi açtı ve siyah kutuyu dizlerinin üstüne koydu. Senelerdir yaptığı gibi teker teker baktı belgelere. Annesinin babasının ismine baktı defalarca. Senelerce omuz omuza yetimhanede bir şeyler yapmaya çalıştığı Hazal da gelmişti aklına.

Derin bir nefes alırken tekrar sinirle ve hızlı bir şekilde geri koydu kutuyu. Kapının çaldığını duyduğunda ayaklandı. Postacı çantasını boynundan geçirdi ve telefonunu alıp kapıyı açtı.

"Baroda adın o kadar konuşuluyor ki. Naptın oğlum sen bu kıza?" Dedi Akça.

"Bi şey yapmadım ya, bilmiyorsun sanki beni. İnanmıyorum öyle şeylere. Sevmiyorum da. Sen de inat etme artık." Dedi Sinan arkadaşına bakarak. Akça derin bir nefes aldı.

"Birini sevmek, sevilmek sana iyi gelecek. Buna çok inanıyorum."

Ağzına yemek parçası atarken omuz silkti Sinan. "Ne sevmek ne de sevilmek istiyorum. Ben iyiyim böyle. Hem alışkınım da."

"Sinaan." Dedi Akça uyarır gibi.

"Tamam sen seviyorsun beni, o yeter bana."

Akça kahvesinden bir yudum aldı. Sinan da yemeğinin son kırıntılarını ağzına attığında kadınla göz göze geldi. Gülüyordu. Kafasını iki yana salladı, ne oldu, der gibi.

Akça kaşlarını yukarı kaldırıp indirdi. "Yetmez."






Sinan'ı nasıl buldunuz, sevdiniz mi?

TuzakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin