32. "Zümrüt"

114 11 12
                                    

Siyah Gitar
32. Bölüm

-Yazarın Anlatımıyla-

"Karan Bey, projeksiyon hazır." Karan odasından dışarıyı izlediği sırada adamlarından birinin bu cümleyi söylemesi üzerine arkasını döndü.

"Geliyorum. Canlı yayın yapan var mı?"

"Bütün magazin sayfaları efendim."

Karan elindeki viski bardağıyla odadan çıktı. Çalışma odasına girip deri koltuğuna oturduğunda ışıklar kapandı.

Karşısına yerleştirilen beyaz perde ve projeksiyon cihazıyla kendince bir sinema salonu oluşturmuştu fakat izleyeceği şey hiç de onu mutlu edecek bir şey değildi.

Projeksiyon açılıp perdeye kalabalık bir konser salonu yansıdığında Karan dişlerini gıcırdatıp elindeki bardaktan bir yudum daha aldı.

Aralıksız dört saat boyunca Lavinia'nın konserini izledikten sonra elindeki bardağı karşısındaki duvara doğru fırlattı. Bardak yerde parçalarına ayrılırken Karan'ın boğazından derin bir kükreme kopup gelmişti bile.

Seslere koşup gelen İlkim Arcan oğlunu dağılmış bir hâlde görür görmez "Karan, ne oldu?" Diye sordu.

Karan o an içindeki sert ve korkusuz adamı bir kenara bırakıp odanın koyu kahve ahşap parke zeminine oturdu.

"Beni hatırlamadığı yetmiyormuş gibi bir de mutluluğunu gözüme sokmak için elinden geleni yapıyor anne." İlkim Karan'ın sözlerinden bir şey anlamamış olsa da bir şey söylemedi.

"Üniversiteye hazırlık için bir dershaneye gidiyordum hatırlıyor musun? O dönem aynı sınıftaydık. Lavinia her daim dershanenin parlayan yıldızıyken ben öğrencilerin konuşmaya bile korktuğu genciydim.
Sonra ben görünmezlik oyunuma devam ederken beni ilk fark eden Lavinia oldu. 2.5 ay kadar bir ilişkimiz oldu. Aslında her şey güzel gidiyordu. Tabii ben babamın acil emrine uyup Hollanda'ya taşınmak zorunda kalmasaydım. Benim ona zarar vermek gibi bir niyetim de yoktu. İlk konserine kendimi hatırlatmak için gittim hatta. Ama benim yerimi çoktan Baran almıştı. Lavinia beni hatırlamıyordu bile. Babam beni öyle biri olarak yetiştirdi ki şiddetten ve silah seslerinden başka bir şey bilmiyorum. Adımı duyan koşarak uzaklaşıyor."

Karan Arcan. Kararları net, adımları sert, sesi adeta emir kipi. Babasının ona dayattığı hayatı yaşamaktan ve o hayatın lideri olmaktan başka bir seçeneği olmayan, çocukluğunu babasının 'benim oğlum her daim cesur olmalı' diyerek oyuncaklarla oynaması gereken yaşta eline silah tutuşturup atış talimi yapmaya götürülen oğlu.

"Eğer ben bu hayatın içine karışmak zorunda kalmayıp kendimi Anıl gibi temiz tutsaydım o zaman belki de bir şansımız olurdu. Hatta Baran'ın yerinde şu an ben olabilirdim. Babam benim hayatımı bitirdi."

İlkim, yirmisekiz yaşındaki oğlunu boyunun ondan uzun olmasını hiçe sayarak kendine doğru çekip başını kollarıyla sardı. "Karan, Lavinia'yı kendi hayatıyla bırakmak zorundasın. Kız evlendi. Üstelik artık bebekleri var. Seninki olmayacak hayale kapılıp gitmekten farksız oğlum."

Karan titrek bir iç çektikten sonra İlkim devam etti, "Sana, sevme at onu kalbinden, diyemem. Ama sevgin kızın ailesine zarar vermene sebep olmasın. Her şeyden öte, Lavinia artık anne. Bunu da düşün lütfen..."

⛓⛓⛓⛓

-Baran'ın Anlatımıyla-

"Lavinia Hanım bir fotoğraf daha alabilir miyiz?" Salondaki yaklaşık beş bin dinleyici

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Lavinia Hanım bir fotoğraf daha alabilir miyiz?" Salondaki yaklaşık beş bin dinleyici. Kapıda onlarca magazinci. Fotoğraf çektirmek için sıraya dizilmiş yüz kişi. Lavinia'nın yorgunluğu gözlerinden belli olurken o hâlâ enerjik görünüp objektiflere gülümsemeye devam ediyordu.

Kulisteki koltukta uyuklamakta olan Barış Abiye, "Abi, bir şey mi yapsak. Kız düşüp bayılacak yorgunluktan..." Dedim. Barış Abi koltukta bir an irkilerek uyanıp etrafına baktı. "Ayşıl'ın ağladığını söyle..." Dediğinde bu çok mantıklı bir fikir gibi göründü ve kucağımda etrafı izleyen Ayşıl'ı pusetine yatırıp kulisten çıktım.

"Lavinia..." Diyerek fotoğrafçı kalabalığının arasından geçtiğimde Lavinia mikrofonlardan birine röportaj vermekle meşguldü.

Yanına yaklaşıp sadece onun duyabileceği bir fısıltıyla "Ayşıl huzursuzlanıyor." Dediğimde 'amacını biliyorum.' Demek ister gibi göz kırptı.

"Arkadaşlar, bu gecelik sorularınıza bu kadar yanıt verebilirim çünkü benim henüz bir haftalık bir bebeğim var ve o da şuan kuliste. İzninizle artık onunla ilgilenmem gerekiyor..." Teşekkür edip koluma dokundu ve kameraların arasından ayrıldık. Kulise girdiğimizde Lavinia derin bir nefes verdi.

"Lütfen eve gidelim yoksa şuraya kıvrılıp uyuyacağım şimdi..." Dediğinde sinir bozukluğuyla güldüm. "Az önce sekiz dansçıyla salondakileri adeta coşturan sanki bendim..." Dediğimde Lavinia koltuklardan birine Ayşıl'ı yatırdı. "Baran terlemiş bu çocuk. Hiç mi kontrol etmediniz sırtını?"

Barış Abi ufak bir kahkaha attı. "Ben söyledim. 'Bir haftalık bebek terlemeyi nereden bilecek' dedi bana."

Ayşıl'ın üzerini değiştirmeye başladığında ben Ayşıl'ın beni göremeyeceği bir noktada duruyordum. Bunu fark etmiş olacak ki birden ağlamaya başladı. Görüş alanındaki bir yerde durduğumda ise ağlamayı kesmişti. "Seni arıyor." Lavinia'nın Ayşıl'ın üzerinden çıkan kıyafetleri çantaya koyarken kurduğu cümleye kaşlarımı çattım.

Daha sonra arabaya binip eve geldiğimizde Lavinia neredeyse uyumak üzereydi.

Asansöre binip evlere dağıldığımızda Lavinia üzerini değiştirip duşa girdiğinde ben Ayşıl'ı yatak odasına yatağın üzerine yatırmış, kendim de çıkan magazin haberlerini okuyordum.

On dakika sonra Lavinia elinde havluyla saçlarını kurularken odaya geldiğinde gözü bir süre üzerimizde dolaştı. "Kızların ilk aşkının babaları olduğuna inanmazdım. Ama doğruymuş..." Dediğinde gözleriyle beni izleyen Ayşıl'ı işaret etti.

Lavinia yatağa oturup Ayşıl'ın sürekli hareket eden kollarından sağ elini yakalayıp tuttuğunda bir yandan da konuşmaya başladı. "Bebeklere renkli gözlü insanlar hep daha ilgi çekici gelirmiş... Senin de gözlerin zümrüt malûm... Ayşıl'ın en çok ilgisini çeken sensin..."

"Gözlerin zümrüt derken?"

"Göz rengin... Zümrüt taşına benziyor. Muhtemelen Ayşıl'da böyle bir benzetme yapacak." Biz kendi aramızda Ayşıl'ı ortamıza yatırmış konuşurken odanın kapısı tıklatıldı. "Gel Ersel." Dediğimde Ersel içeri girdi.

"Odanın önünden geçerken duydum...
Biz yurttayken oda arkadaşlarımızdan renkli gözlü olan tek kişi Baran'dı. Hatta bazen elektrikler kesildiğinde 'Baran sen yeşil gözlüsün ya, senin gözlerin odayı aydınlatır belki' filan diye dalga geçerdik... Hatta bu yüzden ağladığını gizleyemez Baran."

Ersel ve ben yurttan ayrıldıktan sonra da kopmamış, ara sıra görüşüyorduk.

"Sana aşık olduğunu da ilk ben fark etmiştim. Senden konu açılınca gözleri doluyordu Baran'ın. Çok şişirdim başını 'git konuş oğlum kızla' diye ama ikna edemedim bir türlü. Senin sahte ölümünün olduğu dönem yurttayken bizi aydınlatacağına inandığımız gözlerin renginin ben o zaman kaybolduğunu gördüm..." Dediğinde aklım ister istemez işkence gibi geçen bir ayıma gitti.

Lavinia'nın odasından çıkamayışlarım, defalarca kaza yerine gidip orada sabahlayışlarım. Hepsi.

Ben sadece 'elimi tutsun yeter bana' diye düşünürken aramızda yatan ufaklık hayatın bana "Çok acı çektin zümrüt gözlü çocuk. Al bu da ödülün" deme şekliydi.

Üçümüz bir süre daha konuştuktan sonra Lavinia'nın uyumasına ramak kala bir cümle duydum.

"Mor saçlı kız zümrüt gözlü çocuğu çok seviyor"

———

Sonraki bölümlerde görüşmek üzere

-Işık

Siyah Gitar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin