49.BÖLÜM

39 4 4
                                    


-------

Bir su damlası usulca yüzüne inerken dudaklarının aralandığını hissetti. Yanağı buz gibiydi. Soğuk o kadar kuvvetliydi ki diken gibi batan taş parçalarının varlığını tanımlayamadı.

Parmak uçları kuma saplanırken, zihninde binlerce ses vardı. Geçmişin ve geleceğin arasında kalmış, hareket edemiyordu. Olması gereken yer burası değildi. Buranın neresi olduğu hakkında bir fikri de yoktu. Sadece çok fazla gürültü vardı.

Sesler o kadar yoğundu ki baş edemiyordu. Sanki tenine binlerce iğne batırılıyordu. Omuzunda ve ayağında daha kuvvetliydi bunu hissedebiliyordu fakat elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Ağzında kan ve toprak tadı vardı. Bedenini sürekli dalgalar halinde su değiyor, vücudu mümkünmüş gibi daha da taş kesiliyordu. Büyük bir su kütlesinin ortasında susuz bir şekilde yatıyordu. Neredeydi emin değildi. Yaşadıklarını hatırlamak istedikçe, zihninde derin bir acı hissediyordu.

Gözlerini açmak etrafa bakmak istedi fakat görebildiği tek şey buğulu, çatlak bir görünümdü. Yağmurlu günlerce camların aldığı belirsizliğe benziyordu. Ucu bucağı yoktu. Sadece küçük bir nokta vardı. İşte çıkış burasıydı.

Parmak uçlarını biraz daha kuma sapladı. Gözlerine inen ışıltı o kadar yüksekti ki bir an sonsuza kadar kapatmak istedi fakat buna dayandı. Aralanan gözlerinin ardından boylu boyunca uzanan sahile baktı. Karşısında sonsuz bir deniz kendisine gülümsüyor, dalgalar yüzüne dokunarak uzaklaşıyordu.

Doğrulmaya çalıştı ancak karnındaki yara bunu engelledi. Kuvvetli bir zehir gibi vücudunu sararak tekrar kuma saplanmasına sebep oldu.

Yüzü acıdan buruşurken elini karnına götürdü. Bu yaranın nasıl olduğunu bilmiyordu. Muhtemelen düştüğü sırada bir yere çarpmıştı. Düştüğü...

Zihninde bir şimşek çaktı. Olayları o kadar hızlı hatırladı ki bir an bununla baş edemedi.

"Savaş," diye fısıldadı korkuyla. Düşerken yüzünde gördüğü korku, koyu renge bürünmüş gökyüzünde yankılandı. "Savaş!" diye bağırdı çatallaşan sesiyle.

Dişlerini sıkarak ayağa kalktı. Sorun sadece karnında değildi. Sol bacağında hafif sayılamayacak bir kesik açılmıştı. Üstündeki kıyafetler ara ara yırtılmış, yaralardan sızan ıslaklıkla kırmızı renge bulanmıştı.

Acıyı düşünmemeye çalıştı ama öyle kuvvetli sarmıştı ki bedenini görmezden gelemedi. Gözyaşı yanağından süzülerek taşların arasına sızdı. "Afra!"

Görebildiği kadarıyla etrafına bakındı. Koca bir adada tek başınaydı. Rüzgâr hafif hafif esiyor, gözyaşlarına tatlı bir serinlik veriyordu. Deniz çarşaf gibiydi. Yaklaştıkça dalgalar kuvvetleniyor, kıyıya vuruyordu. Hemen ardında büyük bir ormanlık alan vardı. Üst kısımlarını yeşile bürünen dağlar kaplamıştı.

"Kimse var mı?" Boğazını saran öksürükle sözleri kesildi. Göğsündeki sancı hareketlerine sızıyor, kuvvetli bir acı hissediyordu.

Buğulu gözlerinin ardından etrafına bakındı. Diğerleri yaşıyor olmalıydı. Ölmeleri imkânsızdı. Hem çoktan birbirlerini bulmuş olmalıydılar değil mi? Burada yalnız olamaz, yalnız kalamazdı. Tekrar aynı şeyleri kaldırmaya gücü yetmezdi.

"Lütfen," diye fısıldadı gözyaşları kuvvetlenirken. Devam edecek gücü bulamadı Ilgın. "Tekrar olmaz..."

Hava gittikçe soğurken olduğu yerde kalmaktan başka bir şey yapamadı. Vücudu sızlıyordu. Üstelik açtı. Ne kadar süredir uyuyordu bilmiyordu. Denizde ne kadar kalmıştı, nasıl geri dönecekti?

AFRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin