Uzun süre koşmalarına rağmen ses ilk zamanki gibi kuvvetliydi. Yerin sarsılmasını andıran ağırlık gitmemişti ve her daim güçleniyordu. Düşünceleri zihnini, gözlerini buğulandırıyordu. Göremiyordu ama hissediyordu. Tüm duyularıyla kaderini bir resme sığdırıyordu. Resmin büyük bir kısmına ise geçmişini konumlandırıyordu.
Aynı anda karşılıklı ağaçların arkasına geçtiklerinde Ilgın derin bir nefes aldı. Göğsü inip kalkıyordu. Soğuk hava her nefesini sisli gökyüzüne karıştırıyordu.
"Çabuk yoruldun," dediğinde ağacın arkasındaki Afra'ya baktı Ilgın. Başını ağaca yaslamış, gözlerini kapatmıştı.
"Ben mi, sen mi?"
Cevap vermedi. Seslere odaklanmaya çalıştı. Bir devrin yankısını işitiyordu. Kulağındaki sesin gitmeyişini her daim yanında oluşunu intizar ediyordu.
"Ben," dedi yavaşça. Sesinin yorgunluğu; yüzünü buzun soğukluğuna, sertliğine bulandırıyordu.
Gözlerini odakladığı çayırların arası hışır hışırdı. Taşkındı, hareketleri bağımsızdı. Ama bunu rüzgâr yapmıyordu. Üzerine gelen siluetten kaynaklıydı.
Sisli havanın arasında o gün, onu o çukurdan çıkaran kuvvet duruyordu. Kendisine yeniden yaşamı veren, ayaklarının üzerine daha sıkı basmayı öğreten bir boz kurt ve kobra yılanı.
Bir gün bu duyguları yaşayacağını tahmin bile edemiyordu ama onları gördüğüne sevinmişti. İnsan hüzünlüyken sevdiği birini görünce ona sarılıp ağlamak isterdi, yaşadığı öyle bir duyguydu. En sevdiğini kaybedince sığınacağı bir yer aramıştı ve o şu anda karşısındaydı.
"Hoş geldin kozo," dediğinde Afra'ya baktı. Yüzünde ilk defa gördüğü tebessümle az önce baktığı yere bakıyordu. Dizlerini bükmüş, elini toprağa doğru sürmüştü.
Neye baktığını merak ederek gözlerini yeniden çayırlara sürdü. Bir kar leoparı Afra'ya doğru geliyordu. Yüzünde tıpkı ondaki gibi bir ifade vardı. Beyaz tüyleri ışıldamış, yeniden doğmuşçasına kuvvetlenmişti. Sanki tüylerinin arkasında şefkatli bir gülümseme barınıyordu.
Hemen ardında ağacın dibine sinmiş bir Tilki vardı. Onları izliyordu. O kadar sessiz gelmişlerdi ki geldiklerinin farkına bile varamamıştı.
"Barınak kurmuşsun," dedi Ilgın gözlerini bir an tilkiden ayırmadan. Olayı çözmekte zorlanıyordu. Tüm bu olanlar gerçek miydi? Neyse ki hayvanlar konuşmuyordu. Belki de Afra küçükken onları sahiplenmiş, büyütmüştü. Duydukları minnet bundan kaynaklı olmalıydı.
"Sen de öyle, tam kendine yakışır türden hayvanlar." Sözlerini büyük bir kararlılıkla dile getirmesine rağmen aklını kurcalayan şeyler vardı. Bunları dile getirme konusunda emin değildi ama belki bir ara açardı konuyu.
Hayvanlar öne doğru çekilirken, uzun zamandır dikkat kesilmediği sesi yeniden işitti. Bu sefer çok yakındaydı. Normal bir insanın sesi duyup korkmasına yetecek kadar yaklaşmıştı.
Yeniden ağacın arkasına sığındığında sesin kaynağı ağaçların arasında belirdi. Yaklaşık üç metre yüksekliğindeydi. Ne olduğunu tanımlandıramıyordu ama birçok madde-bunlar birkaç hayvan ve makinelerden ve daha bilmediği şeylerden oluşuyordu.- birleştirilmişti. Kol ve ayak kısımları sarkıtları andırıyordu. Kristaller yan yana dizilmiş her sarsıntıda sivri uçları yere bakacak şekilde dizayn edilmişti. Parlak ve pürüzlüydü. Vücudu sertleşmiş taşlardan oluşmuştu. Başı yoktu ama sanki varmış gibi pür dikkat etrafı izliyor, vücudu ona göre hareket ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AFRA
Mystery / ThrillerBiri seni izliyor... Belki bir deli çünkü etrafında çok fazla var. Gerçek delilerden bahsediyorum. Her an saldırıya geçecek türden olanları. Belki de tanıdığın biri. Ya da bir gölge. Her adımını biliyor, geçmişini ve geleceğini. Ya o gölge gerçekse...