45. BÖLÜM

431 24 10
                                        


Hafif yağan kar tüm sesleri yutarken, havaya ılık bir nefes bahşetti. Sonsuz beyazlığı bozan tek şey kardaki ayak izleriydi, belli bir süre sonra kar taneleri tarafından siliniyor, görünümünü geri kazanıyordu.

Sessizlik o kadar yoğundu ki Ilgın bir ara tek başına yürüyormuş gibi hissetti. Sanki her adımında ayakları yerden kesiliyor, sonsuzluğa karışıyordu. Bu kısa süreliğine olsa da iyi hissettirdi. Ne konuşmaya mecali vardı, ne de olanları kabullenmeye. Acaba diğerleri nasıl hissediyordu? İkizlere bakmak istedi ama cesaret edemedi. Beş tane kardeşi vardı, bu nasıl olabilirdi? Eğer onlarla kardeşse anne ve babası öz değil miydi? Anne ve babası kimdi ve neredeydi? Kısa bir zaman önce annesinin cesedine ağlarken bu olanlar hayal gibi geliyordu. Belki de bir rüyanın ortasındaydı ve uyanmak üzereydi. Bunu öyle çok isterdi ki... Ama değildi işte. Kabullenemediği onca olayın içinde yapayalnızdı. Keşke ne yapması gerektiğini bilseydi.

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordu Çetin. "Geri mi döneceğiz?"

"Neyi çözdük ki?" Yiğit bitkin bir halde yürümeye devam etti. Bir an olsun Çetin'e bakmamıştı. İçindeki belirsizlik huzursuz ediyor, eve dönmek istiyordu. Diğer yandan da sanki her şey daha da kötüleşecekmiş gibi hissediyordu.

"Sizi yeniden görmek ne güzel!" Başını kaldırdığında Yamaç'ı gördü. O an onun evinin yakınlarından geçtiğini fark etti. Etrafına baktığında kalabalığın çoktan dağıldığını, sokakta kimsenin kalmadığını gördü. Rüzgâr hafif hafif esiyor, kar taneleri etrafa savruluyordu. Hava önceki günlere hitaben daha iyiydi. Kolu gittikçe iyileşiyor, gücü yavaş yavaş toparlanıyordu.

"Nasıl geçti yolculuk?"

"Mükemmel. İkizlerle Ilgın'ın kardeş olduğunu öğrendik geldik," dediğinde Afra Tekin'e öldürücü bakışlar attı.

"Hadi be," dediğinde Yamaç sırıtarak tepki verdi. "Süpermiş."

Ilgın konuşmak için ağzını araladı fakat bir şey söylemedi. Muhtemelen Afra'da aynı şeyleri hissediyordu. Kısa bir anlığına ona baktığında gözleri buluştu. O an ne düşündüğünü anlayamadı. İlk karşılaştıklarında nasılsa öyleydi. Bir yabancıya ne kadar soğuksa o denli soğuktu. Afra gözlerini çekmeseydi eğer bir şeyler yakalayabileceğine inanıyordu ama yapamadı.

"Artık şu beyaz toprağın sırrını çözelim ve herkes yoluna gitsin." Arya'nın konuşması tüm dikkati toplamasına neden oldu. Ne yani gidecek miydi? Bu his Ilgın'ın içinde bir şeyleri harekete geçirdi. Göğsüne ardı ardına iğneler battı sanki.

"Beyaz toprak da ne? Kar mı demek istiyorsun?" diye sorduğunda Yamaç'ın kafası karışmış gibiydi.

Arya kaşlarını kaldırarak Yamaç'a baktı. "Uzun zamandır buradasın ve ne olduğunu bilmiyor musun? Tüm ülkeyi saran beyaz toprağı kast ediyorum."

Yamaç elini başına götürerek saçlarını dağıttı. "Tüm ülkeyi saran beyaz toprak mı? Daha yeni şehirden geliyorum, orada hiçbir şey yoktu."

Yiğit kaşlarını kaldırdı şüpheyle. "Hiçbir şey mi?"

Yamaç güldü. Neşeden yoksun bir gülümsemeydi. "Yani kast ettiğiniz şey yoktu. Buranın aksine şehirde kar yok. Ağaçlar henüz tam yaprak dökmemiş her şey sıradan."

Ilgın dizlerini bükerek yere eğildiğinde yerdeki kara dokundu. İçi titredi. Bu kısa süreliğine olsa da iyi hissettirmişti. Karı elleri arasında ezdiğinde şehri düşündü. Kum parmaklarının arasından su gibi sızıp gitmişti oysaki.

AFRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin