Çölün ve gökyüzünün bitiştiği noktada bir kasaba vardı. Gökyüzü dumanın etkisiyle gittikçe koyu bir renge bulanıyor, yıkımın rengini yansıtıyordu. Gölgenin sahibi küçük bir çocuktu. Henüz aralarında uzun bir mesafe olmasına rağmen çocuğun gözyaşının yere düşüş sesini işitiyor, kaşları istemsizce çatılıyordu.
Ne olduğunu bilmiyordu ama kasaba kasvetin ve kaybolmuşluğun simgesini dört bir yana iletiyordu. Tek katlı, yıkık dökük evlerin üzerinden kara dumanlar yükseliyor, bulut misali gökyüzünde yerini alıyordu. Kaybedişin rengini tüm kasaba yansıtıyor, çocukların ağlama sesi kulaklarına ulaşıyordu.
Gittikçe adımları hızlanıyordu, bir yere çok geç kalmış telaşıyla. Ayakkabılarının içine dolan kum adımlarının hızlanmasıyla kalkıyor etrafa saçılıyordu. Odaklandığı tek yer gölge ve ardında yatan can kırıklarıydı.
Kulaklarının hassas oluşu, insanların acı yakarışlarını daha şiddetli duymasına neden oluyordu. Bir çocuk ağlıyordu; onun sesini daha çok duyuyor, daha çok hissediyordu. Bir adam yere çökmüş dizlerini kendisine çekmişti, gözyaşlarını kimseye belli etmemek adına. Başka bir yerde, başka bedenler can çekişiyor, nefes almamak istemelerine rağmen daha kuvvetli soluyordu kasvetli havayı.
Çölü büyük adımlarla geçip gölgenin simgelediği çocuğa baktı dizlerinin üzerine çökerek. "İyi misin?" diye sordu telaşla. O an çocuğun küçük bedenini kollarının arasına almak istedi fakat bir şey Ilgın'ı durdurdu.
"Hepsi öldü abla." Çocuğun ağlamaklı sesini duyunca tırnaklarını derisine geçirdi büyük bir hışımla. İçi yangın yeri gibi kavruluyor, zihni tüm sesleri uğultular halinde kulaklarına taşıyordu.
Kasabanın içine doğru ilerlerken etrafını inceliyor, insanların acılarına şahit oluyordu. Biri cesede sarılıyor, boşluğa bakıyordu etrafındaki sesleri yok sayarak. Diğeri kasabadaki yıkıma bakıyor, dudaklarını aralamadan gözyaşının akmasına neden oluyordu.
Harabeyi andıran evlerin üzeri taşlardan arınmış, camları kırılarak etrafa saçılmıştı. Kırılan camlar birinin sırtına hizalanmış, olduğu yere mıhlamasına neden olmuştu.
Derin bir nefes alarak ellerini sıktı Ilgın. Küçük çocuk yanında ağlayarak yürüyordu. Bazen hıçkırık sesleri tamamen kesiliyor, kısa bir süre sonra daha kuvvetli çıkıyordu. Sırtında kan izleri vardı. Arasına toprağın kahverengi rengi karışmış, kırmızının üzerine şeritler çizerek rengi karmaşanın izini almıştı. Dağınık saçları hafif kabarmış, kanın bulaşmasıyla bir tarafı alnına yapışmıştı.
Kimse sessiz çığlıklarını duymuyor, acısını hissetmiyordu. İnsanlar kendi acısıyla kavrulmuş, kasabayı katlanılamayan bir hale getirmişti.
Huzur, dumanlar ile göğe süzülmüş geriye acının bin bir çeşidini bırakmıştı.
Hazel'in ağlama sesi kulaklarını doldurduğunda acısı biraz daha katlanmış, çocuğa kederle bakmıştı. Sarılmak, teselli etmek istiyordu fakat buna cesaret edemiyordu.
Sözlerin işlemediği, yerin sarsıldığı ve gökyüzünün kan ağladığı bir alanda yapayalnız kalmışlardı.
Sebebi insan olamamanın sıfatıydı.
Sebebi büyük bir vahşetin simgesiydi.
Sebebi katliamın sesiydi.
Yerin çatlaklara bulanarak yarılmasının ardından yüzeyde küçük bataklık alanlar oluşmuş, kanın rengi bataklık sularına karışmıştı. Sokak ışıkları elektrik saçarak kırılmış, yakınında bulunan kişinin son nefesini vermesine neden olmuştu.
Bu sefer hissettiği öfke daha kuvvetliydi. Diğer insanların acılarından oluşan, büyük bir yıkımı andıran duygu seliydi. Hiçbir şey bilmemenin verdiği hazdı canını yakan. Olduğu yerde konaklayıp kıpırdayamaması, diğerlerinin acılarını dindirememenin verdiği hüzün; zihnini ele geçiriyor, bir yerleri yıkıp dökme arzusunu kuvvetlendiriyordu.
"Uzun zaman sonra ilk defa benimle oyun oynayacaklardı," diye fısıldadı çocuk.
Duraksayarak gözlerini duvarın kenarında duran cesetlere çevirdi Ilgın, bir yandan pür dikkat çocuğu dinliyordu. "Sonra... Bir patlama oldu. Geçer sonra oynarız dedim, geçmedi. Bu sefer geriye sadece annemin eli kaldı ellerimde. Bedeni yoktu abla."
Bir şey diyemedi Ilgın. İlk defa söyleyecek bir söz bulamadı. Boğazında bir el hissetti, nefes almasını engelleyen. Sürekli baskını arttıran ama asla hafiflemeyen. Daha da yaktı canını. İçinden bir şey koparıldığını hissetti fakat bu bile hafif kaldı duygularının yanı sıra.
Yanında başka bir ses duydu. Başka birinin ağlama sesi. Bu sefer şiddetli bir ağlama değildi duyduğu, git gide iç çekişlerine dönüşen bir sızıydı.
"Son üç yıldır daha da arttı ölü sayısı." Adam karşısına odaklandı başını bir an çevirmeden. "Önceden hastalıktan ölen olurdu veya başka şeylerden. Ama sonra bombalar atıldı. Kimsenin gücü yetmedi durdurmaya, bir şey yapamadılar yakınlarının ölmesine. Her gün birer birer ölen veya götürülen insanların ardından bugün tüm kasaba yıkıldı. Yıkımların ardından tekrar ayağa kalkılamadığı an, orası bitmiştir. Tıpkı şu an buranın bittiği ve son bulduğu gibi."
Adam ayağa kalkarak yolun sonuna doğru yürüdü. Bir süre sonra silueti kaybolarak, dumanlar arasındaki yıkıma karıştı.
Burnunun direği sızladı. Bir şey yapamadı. O an çok güçsüz olduğunu hissetti. Gitmek, ortadan kaybolmak ve tüm bunları durdurmak istedi.
Adımlarını hızlandırarak sokakları koşarak geçti. Kum birikintisi kasabanın dört bir yanını kuşatmış, okyanustaki ada misali çölün ortasına kurulmuştu. Gidilebilen hiçbir yer yoktu. İnsanlar bu küçük yere hapsedilmiş, tüm haklarına el konulmuştu. Hissedilebilecek güzel bir şey yoktu, tıpkı yaşanabilecek güzel bir yerin olmadığı gibi.
Kasabanın bitimine geldiğinde çatlamış taş zemine oturdu. Çocuk uzaktan kendisine bakıyor, hareketsiz bir şekilde duruyordu. Gözlerini bir an olsun üzerinden çekmiyordu. Yüzlerce duygu bir aradaydı. Öfke, hüzün, keder, düş kırıklığı... Sanki her birinin sahibi Ilgın'dı.
"Neden tüm suçlu benmişim gibi bakıyorsun?" diye fısıldadı çocuğa doğru. Sesi vücudunu saran kasılmanın etkisiyle pürüzlü çıkmıştı.
Çocuk bakışlarını kaçırarak arkasına döndü. Ardından dumanların arasında kayboldu.
Hazel'in yanına oturmasıyla başını ona çevirdi. Gözaltları henüz nemli ve ıslaktı. Her şeyden soyutlanmış bir halde kum birikintisinin rüzgârın etkisiyle dağılmasını ve birbirine karışmasını izliyordu.
"Çocuk..." dedi ayağa kalkmak için doğrulurken.
"Yapacağın hiçbir şey yok." Hazel buğulu gözlerini dumanlara çevirdi. Bir eliyle Ilgın'ın bileğini yakalamıştı. "Yapacağımız hiçbir şey yok."
İleride bir gölge kendilerine doğru ilerliyor, gittikçe yaklaşıyordu.
Ilgın iç geçirerek oturdu. Tek düşündüğü bundan sonra ne olacağıydı. Bir kesim daha hiçliğin kıyısında yok olmadan önce buna son vermeliydi. Nasıl yapacağını bilmiyordu ama yine geç kalmış olmanın acısını tatmak istemiyordu.
Derin bir nefes alarak kasvetin rengine bulanan gökyüzüne baktı. Boğazını saran eller varlığını an be an hissettiriyor, nefes almasını zorlaştırıyordu. Gözleri nefretinin gücünü hissettiriyor, büyük bir alanı yıkıp geçeceğini müjdeliyordu. Nefreti gücünden fazlaydı ve gücü elde edilmek istenen başyapıttı.
Yaklaşan ayak sesleri duyduğunda hareket etmedi, gözlerini bir an ayırmadı odakladığı yerden. Yiğit'in başını ellerinin arasına aldığını görmedi. Kuzenlerin yere çöküşünü, Savaş'ın usulca yanında oturduğunu...
"Bunu kim yaptı bilmiyorum," dedi Ilgın. Gözlerini kasabanın kasvetli havasına çevirdi. "Kim yaptıysa bulup öldüreceğim."
![](https://img.wattpad.com/cover/50317025-288-k436075.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AFRA
Mystery / ThrillerBiri seni izliyor... Belki bir deli çünkü etrafında çok fazla var. Gerçek delilerden bahsediyorum. Her an saldırıya geçecek türden olanları. Belki de tanıdığın biri. Ya da bir gölge. Her adımını biliyor, geçmişini ve geleceğini. Ya o gölge gerçekse...