48. BÖLÜM

148 11 9
                                    


Sessizlik.

Tünelde kalan tek şey tam anlamıyla buydu. Milyonlarca ses bir anlığına bir uğultu halini almıştı. Sanki tüm sesler birbirlerine sağır kalmıştı. Dalgaların kıyıya çarpan sesi yoktu. Ya da ormandaki kuşların sesi... Sadece rüzgâr kalmıştı fakat eskisi kadar kuvvetli esmiyordu artık.

Tünel henüz uykudan yeni uyanmış gibi sakindi. Portreler birbirleriyle yer değiştirmişti ve görüntüler yenilenmişti. Çölden gelen sıcak hava etkisini azaltmıştı. Fotoğraftaki düz kum birikintisi yerini büyük bir kaktüs ağacına bırakmıştı. Ne kadar da güzel gözüküyordu. Oysa içeriye kimi alırsa, yakıp kavuracaktı.

Hemen yanında bir orman vardı. Ağaçlar o kadar sıktı ki bir an yan yana dizilmiş ağaçlardan başka bir şey görülmedi. Çöle göre daha zararsızdı en azından şimdilik.

Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovaladı. Zaman geçtikçe portreler yerlerini biraz daha benimsiyor, tam anlamıyla özlerini yansıtmaya başlıyordu. Tünel zaman zaman rüzgârın öfkesine maruz kalıyor, zeminde dalgalanmalar oluşuyordu.

Sonra bir ses bulutu daha karıştı. O kadar sesin arasında belirsizlik sesi içine hapsetti fakat farklı siluetler misafir oldukça sessizleşti, kenara çekildi.

"Merhaba."

Tünel hafif çaplı sarsıldı. Ardından hiç sarsılmamış gibi duraksadı. Portreler ışık saçmaya, tünel seslerle renkleri karıştırmaya başladı.

"Buraya gelmeyeli uzun zaman oldu."

Sessizlik. Tünelin her iki tarafı da durgunlaştı fakat saçtıkları renkler her zamankinden daha canlıydı.

"Şu sarmaşık olayını gram sevmiyorum," derken içeriye girdi Gazel. Dizlerinin altına kadar uzanan siyah kabanını düzeltti. Kabanın köşelerinde belli belirsiz dikenler vardı. Bir eliyle silahını tutarken, diğer eliyle kupayı ağzına götürdü.

"Şurada bile çay mı içiyorsun gerçekten?" Defne'nin şakayla karışık sitemini duyunca sırıttı.

"İçmeyince başım ağrıyor, biliyorsun birilerinin canını yakmak istemem," dediğinde göz kırptı. Silahı tutan elini başına götürerek şapkasını düzeltti. Yönünü tünele döndüğünde manzara karşısında gülümsemeden edemedi. Birkaç adım atarak deniz portresinin önünde durdu. Hafif esen rüzgâr yüzüne teğet geçiyor, huzurla dolmasını sağlıyordu.

"Biraz daha gir fotoğrafın içine Gazel, az gitmişsin." Cemre elindeki kâğıda odaklanırken yanına giderek durdu. Gazel çayından bir yudum alırken omuz silkmekle yetindi. "Ben deniz olan bir yere giderim şimdiden anlaşalım gençler."

"Gerçekten mantıklı mı bu yaptığımız?" Alya ellerini birbirine dolarken etrafına küçük çaplı bir göz attı fakat sırtını yaslayacak hiçbir yer bulamadı. Gerçekten hiçbir yer olmaz mıydı? Mecburen tekrar kardeşlerine ve Gazel'e döndü.

Gazel ellerini havaya kaldırdığında kupadaki çay dökülmekten son anda kurtuldu. "Ben size eve gidelim dedim, nasıl olsa kardeşleriniz bir şekilde çıkardı düştükleri yerden." Kupayı dudaklarına götürmeden önce duraksadı. "Eğer hala yaşıyorlarsa tabii."

"Peki, eve gidip ne yapacaktık?" dediğinde Cemre gözlerini Gazel'e sabitledi.

"Keyfimize bakacaktık diyeceğim ama muhtemelen öyle olmayacaktı. Geldik artık gideceğiz mecbur."

"Pekâlâ," dediğinde Gazel'i onayladı Alya. "Ya hepsi farklı bir yere düştüyse?"

"Tek başıma kesinlikle bir yere gidemem," diye araya girdi Defne. "Muhtemelen Cemre ile de gitmeyeceğim. Sonuçta iki tane daha Ilgın dikkat çeker."

Cemre bir anlığına duraksadığında gözlerini zemine sabitledi. Fakat toparlanması birkaç saniyesini aldı ve tekrar elindeki hesaplamalara döndü. Sol üst köşede kalan dakikayı gösteren bir saat vardı. Yaklaşık yarım saatleri vardı ve henüz tam anlamıyla bir hesap yapamamıştı.

Tüneli tam anlamıyla çizmiş, saçtıkları ışıklara kadar işaretlemişti. "Acele etmemiz lazım." Diğerleri Cemre'nin yanına geldiğinde elindeki fotoğrafı yere bıraktı. Tek dizini bükerek yere eğildiğinde saati gösterdi. "Sadece yarım saatimiz kaldı."

Alya tünelin uçlarını göstererek, "Gün doğumunda ve gün batımında portreler yer değiştiriyor. Yani günde iki kere," dediğinde diğerlerine baktı.

"Diğerleri gün batımındaki değişime yakalandı." Defne birkaç saniye hesap yaparak tekrar önüne döndü. "Yani on iki saat öncesine kadar buradaydılar."

Cemre hissedebilirmiş gibi tünele baktığında iç çekti. Sanki her kare kendisine ayna oluyor, bakışlarını yüreğine saplıyordu. "İşin kötüsü," dediğinde nefesini seslice dışına verdi Cemre. "Her değişiminde portreler birbirlerinin üzerine kayıyor." Aniden ayağa kalkarak Gazel'in az önce önünde durduğu denize baktı.

"Bu deniz," dediğinde duraksadı. Hemen yanındaki çöl resmine dokundu. Bir anlığına eli içeri gittiğinde sıcak hava tenini yaktı. Elini çekerek çölün yanında duran orman fotoğrafını gösterdi. "Buradaydı." Ormandaki ağaçların yaprakları sallandığında Cemre saçlarının dağıldığını hissetti.

"Her resim iki yanına kayıyor o zaman?" diye sordu Gazel. Cemre cevap vermeyince sessiz kaldı. Arkadaşının ara sıra gitmelerine alışmıştı. İçinde o kadar çok şeyi bir arada yaşıyordu ki şu anda kalması bile mucizeydi.

"On beş dakikamız kaldı." Defne'nin sesiyle Cemre kendisini toparladı.

"Daha çok var." Alya rahat hareketle bir kasabanın önünde durdu. "Burada ne yemekler vardır, acıktım biraz."

"Sen ne zaman toksun ki?" Gazel kalan çayını içince kupasını kemerinin ucuna taktı.

"En azından arada ağzımız boş duruyor, sürekli çay içmiyoruz."

Gazel sırıttı. Bir şey söyleyecekken kalan on dakika gözüne takıldı. Cemre çoktan not almaya başlamıştı.

"Gazel yan tarafı incele hemen." Diğerlerine bir an baktığında Alya ve Defne'nin diğer iki köşeye gitmiş olduklarını gördü. Birkaç adım gerileyerek görüş açısını biraz daha arttırdı. Ara ara üşüdüğünü hissetti. Bazen güneş hemen yanı başındaymış gibi hissediyordu. Fakat hiçbirinden tam anlamıyla etkilenmedi. İşini o kadar seri yapıyordu ki bir yerde durması en fazla on saniyesini alıyordu.

Çok kısa bir zaman sonra Alya ile yan yana geldiğinde elindeki notları aldı. Diğerleri de geldiğinde zamanın gittikçe daraldığını gördü. Zeminde hafif titreşimler başlamış, portrelerin saçtığı ışık sönmeye yüz tutmuştu.

"İkişerli olarak dağılacağız," dedi Cemre aceleyle. Ani hareketle girişe giderek elindeki malzemelerle geri döndü. Her biri birer tane paraşütü alarak yere biraz daha sert basmaya başladılar. Sarsıntı gittikçe arttı. Tünel gittikçe soğudu.

"Muhtemelen çoğunluğu benzer yerdeler. "Cemre gözlerini portrelere çevirdiğinde iki tanesinin hala parladığını gördü. Sanki kendisine yol gösteriyor, varlığından minnet duyuyorlardı. "Ben Gazel'le gideceğim. Siz ikiniz," dediğinde Defne'ye baktı. -Tamamen kendisinin aynısı olan kardeşine- Ardından Alya'ya baktığında güven veren bir sesle," Kendinize iyi bakın," dedi.

"Peki, ya Afra ve Arya aynı yere düştülerse?" Alya'nın gözlerindeki umudu gördü Cemre. Bir an bunun gerçekleşmesi için duyduğu arzuyu hissetti.

"Eğer öyle olursa yüzleş." Alya'nın yüzü sert bir hale büründüğünde nefretinin bedenini ele geçirmesine izin verdi.

"Farklı bir şekilde dağıldık. Eğer gittiğin yerde sadece Afra ya da Arya varsa sen eksik olansın. Defne sen de Ilgın."

Duraksadı. Gittikçe sarsılan tünelde yere kaydı. Bir iple Gazel'i kendisine bağladı. Diğeriyle de kardeşlerini birbirine kenetledi. "Bu son oyun. Bittiğinde tekrar bir arada olacağız."

Tünel gittikçe soğudu. Ve portreler büyük bir sesle birbirlerinin üzerine kaymadan hemen önce düştüler. Zemin çatlayarak, sarsıntıdan payını aldı. Sonra milyonlarca ses birbirini yok etmiş gibi sonsuzluğa karıştı.

Sessizlik. 

***

İlk kitap burada sonlanmıştır. 

AFRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin