50.BÖLÜM

28 4 2
                                    

Dalların arasından gözlerine ulaşan güneşe baktı usulca. Sabahın ilk ışınlarıyla kalkmış, yola koyulmuştu. Ara ara kulaklarına dolan tanıdık sesleri gülümseyerek dinliyor, yabancı bir ses duyma umuduyla yanıp tutuşuyordu.

Neredeyse bir haftadır bu adada hapis kalmıştı. Herhangi birine ulaşamıyor, hiçbir insana rastlayamıyordu. Bazen saatlerce oturup sesleri dinliyordu. Fakat alabildiği tek şey dipsiz bir sonsuzluktu. Hiçbir şey yoktu.

Bu süreçte sayısız silah yapmış, karnını doyurmak için nadiren rastladığı hayvanları avlamıştı. Dalgaların sesini duyuyor, denizin kokusunu hissedebiliyordu. Buna rağmen aradaki mesafe çok fazlaydı. Her yeri araması, diğerlerini bulması gerekiyordu. Geri dönmesi söz konusu olamazdı.

Duraksayarak, "Arya," diye fısıldadı. Defalarca ulaşmaya çalışmış, bir umut sesini duymayı ummuştu. Hiçbir iz yoktu. Üstelik yapabileceği bir şeyde yoktu. Buraya sıkışıp kalmış, kurtulamıyordu. En başından berbat bir fikir olduğunu sezmişti fakat Ilgın'a hayır diyememişti. Ne kadar kardeşi olduğunu kabullenemese de bu durumdan şikâyetçi değildi. Afra onu sandığından daha fazla önemsiyordu.

Eliyle alnındaki teri silerek ağacın birine yaslandı. Uzun zamandır hareket ediyordu. Biraz acıkmış, üstelik susamıştı. Bir şekilde idare edebilirdi. Günlerdir yürüyordu ve hiçbir gelişme yoktu. Bu koskoca yerde kimse yaşamıyor muydu gerçekten?

"Gerçekten delireceğim," diye yakındı Afra. Ormanda yaşamaya alışıktı. Aksine burada kalmak onun için güzel bir şeydi fakat hiç böyle hayal etmemişti. Arya hep yanında olacaktı. Şimdi birde Ilgın vardı. Elinde olmadan sürekli onları düşünüyor, vazgeçeceği anda ilerlemeye devam ediyordu.

Dizlerinin üzerine çökerek dallardan yaptığı çantasını aldı ve birkaç yudum su içti. En azından burada temiz su bulabileceği yerler vardı. Aksi bir durum olursa uzun zaman boyunca hayatını sürdürebilirdi.

Başını ağaca yaslayarak gökyüzüne baktı. Dipsiz bir maviliğin arasında ara ara beyazlar serpilmişti. Bu manzarayı saatlerce izleyebilirdi. Keşke bu şartlar altında olmasaydı. Bazen yalnız yaşadığı zamanki hayatını özlüyordu. Yalnızlık zordu fakat sevdiklerinin ne durumda olduğunu bilememek daha kötüydü. Kalbinde beliren sızı bir türlü geçmiyor, her saniye kanıyordu. Vücudunda yaralar vardı fakat görüntüden başka etkisi yoktu.

İç geçirerek belindeki bumerangı çıkardı. Ilgın'ın yüzü aklına geldiğinde yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. "Seni bulduğumda," dedi fısıldayarak. "Bu sefer hiç şüphe etmeyeceğim."

İçinde bir şeylerin burkulduğunu hissetti fakat bunu görmezden gelmeye çalıştı. Düşündükçe geçmişi anımsıyor, boğazını saran ellerden kurtulamıyordu.

Usulca doğrularak başını salladı. Ormanın uçsuz bucaksız yoluna baktığında gözlerine inen güneş ışınlarını eliyle engelledi. Ne kadar gitmesi gerektiğini bilmiyordu. Havanın kararmasına daha vardı. Bir süre daha gidebilirdi fakat bu durumda iyi bir yer bulması gerekecekti. Yemeği de tükenmek üzereydi.

Hareket edeceği sırada daha önce duymadığı bir sese rastladı. Ses önce uzaklardan uğultular halinde geldi. Sonra belirginleşti. Birileri yavaş hareketlerle yürüyor, saldırıya geçmeye çalışıyordu.

Bu bir hayvan olamazdı. Muhtemelen bir insandı. Seslenmeyi düşündü fakat neyle karşılaşacağı hakkında bir fikri yoktu. Sesleri daha dikkatli dinlemeye başladı fakat toparlanmakta geç kalmıştı. Koluna saplanan sivri aletin varlığını anımsayamadı. Çimenlerin üzerini saran kırmızılığa şaşkınlıkla bakarken geri çekilmeyi son anda akıl edebildi.

"Kimsin sen?"

Duyduğu sesle birlikte sarsıldı. Bu sesi tanıyordu. Ağaçların arkasından çıkıp bakmayı düşündü fakat bunu göze alamadı. Önce emin olmalıydı. Eğer düşündüğü kişi değilse kendini riske atmış olacaktı. Acıyı hissetmiyordu buna rağmen kan kaybından ölme ihtimalini göz ardı edemezdi.

AFRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin