27. BÖLÜM

396 75 116
                                    

"Geldik," dedi Afra kollarını göğsünde birleştirerek. Sırtını ağaca yaslamış, yıkık dökük harabeye bakıyordu. Toz bulutları hafiflemiş, görüntü netleşmişti. Kardeşini en son burada, diğerlerinin başında hastaneye girerken görmüştü.

"Aynı yerden mi gidiyoruz?" diye sorduğunda birkaç adım atmıştı Ilgın. Gözleri duvardaki izlere takılmıştı. Sanki kırmızı lekenin ardından bir göz kendilerini izliyordu. Onca şey arasında dikkatini çeken yine aynı şey olmuştu. Ama eskisi gibi değildi sanki izler, derinleşmişti. Geçitler yok olmuştu ve her defasında kulağına tanımadığı tınılar geliyordu. Sebebini bilmiyordu ama kötü hissediyordu. İçeride bir şey olmuştu.

"Yok, orası pek güvenli değil."

Kaşlarını çatarak Afra'ya baktı. Güvenli değilse diğerleri neden buradan gitmişti?

"Buraya gel."

Ormana yeniden girdiğinde bir süre yürüdü. Bu kısımda yaprakların üzerini çiğ kaplamıştı. Toprak nemliydi ve ağaçların kökü koyu renkliydi. Her iki ağaçta çeşitlilik artıyor, başka bir boyuta dönüşüyordu.

Önlerinden küçük bir dere akıyordu. İçerisindeki taşlar sanki su yüzünde gibiydi. Su berrak ve durgundu.

Afra suya doğru eğildiğinde onu izledi. "Ne oldu?"

Bir şey demeden taşlarının arasında bir kısmı tuttu ve kaldırdı. Açılan yerin içinden sadece karanlığı seçebildi. Suyun boşluğa akış sesini duyabiliyordu. Yere her çarpışında çıkardığı ses betona uygulanan basıncı yansıtıyordu.

"Buradan gideceğiz."

"Burası nereye çıkıyor?" diye sordu kararsız bir halde. "Aşağıda bir yerde beni öldürmeyi mi planlıyorsun?"

Rüzgârın dağıttığı saçlarını bir tarafa toplarken güldü. "Bana verdiğin fikirler bir gün seni bitirecek yaban gülü." Sona doğru sesindeki ima dikkatini çekse de es geçti. "Gel hadi."

Suyun zemine çarptığı yere indiğinde yukarı doğru baktı. Ilgın henüz inmemişti. Şüpheyle etrafına bakıyordu. Sesler duyuyordu ama ne olduğunu bilmiyordu. Zemine su damlaları çarpıyordu. Rüzgâr gittikçe şiddetleniyordu ve aşağıdan karmaşanın sesleri yükseliyordu.

Son kez etrafına baktı ve Afra'nın indiği yerden aşağıya atladı. Karanlıktan bir süre hiçbir şey göremedi. Bir an Afra'nın varlığını bile hissetmedi.

"Bu taraftan," dediğinde sesi takip etti. Karanlık biraz olsun silikleşmişti. İleriden ışık haznesi geliyordu ve gittikçe büyüyordu. Yol buradan başlıyordu.

Karşılarında iki yol belirinceye kadar ilerlediklerinde ışık her yeri kaplamıştı. Artık nerede olduğunu net bir şekilde görüyordu. Bir mağaradaydı. Tavanda ve kenarlarda kristaller vardı. Kristallerin arasına meşaleler konulmuştu ve aydınlığı sağlıyordu.

Afra ışığın yoğun olduğu tarafa dönerek eliyle gel işareti yaptığında takip etti. Bir yandan mağarayı izliyordu. Yürürken önüne dik yamaçlar çıkıyor, yol düz ilerlemiyordu. Tavandaki sakıtlar sallanıyormuş gibi hissediyordu. Eğer burada deprem olursa canlı kalma ihtimalleri neredeyse yoktu. Kristaller vücutlarına ok gibi yığılırdı ve yapabilecekleri fazla hiçbir şey olmazdı.

Ne kadar yürüdüklerini bilmiyordu ama yoğun bir sessizlik hissediyordu. Nefes alışverişleri bile sessizliğe karışıyor, bir anlığına yeteneklerini kaybettiğini düşünüyordu. "Nereye gidiyoruz?" diye sordu sessizliği bozarak. Gözlerini Afra'ya yöneltecekken bir gölge gördü ve bir anlığına durdu. "Bekle," dedi bir eliyle kızın kolunu tutmuştu. Orada bir şey var."

AFRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin