"Güven, özenle işlenen bir tablodur. Tuvale düşen her rengin dokunduğu bir duygu yüküdür. Renklerin biri solduğunda, fırçan küser. Kâğıt bir daha o duyguyu hissedemez. Bir rengin solması, resmi son buldurur. Bir güven kırıntısı, tuvali sona götürür bir daha eskisi gibi olmaz."
Hafızasında kalan anılar, zihninde canlandığında ellerini daha da sıktı. Kalbi ara ara ağrıyor bedenini kilitliyordu. Bir hayatın son bulması gibi bırakmıştı her şeyi.
O an nefesinin son bulduğunu hissetmiş, tüm acıları sanki katlanarak omuzlarına binmişti. Uçurumdan düştüğünde kemiklerinin kırılmasından daha ağırdı. Zihninin her defasında çeşitli işkencelere maruz kalması yanında hiçbir şeydi.
Bir zamanlar her gün gördüğü, tüm yorgunluğunu attığı sima bir cesedin içinden süzülüp gitmişti.
Bir daha gelmeyecek, bir daha olmayacaktı. Tüm sokak lambaları aynı anda cam kırıklarına bulanacak, üzerine saplanacaktı sanki.
Gözyaşını elinin tersiyle sildiğinde boylu boyuna uzanan dağlara baktı. Bir anlığına mağaradan çıkıp, uçurum kenarına gelmişti. Yağmur hafiften yağmaya başlamış, acısına ortak olmak istercesine yeryüzüne süzülmüştü.
"Anne," diye fısıldadığında kalbi biraz daha sızladı Ilgın'ın. Kelimeleri lal oldu, su damlalarına karıştı. Dalgaların arasında boğuluyormuşçasına nefes alamadı bir an.
Dizlerinin üzerine çöktü donuk bakışlarla. Yer sarsılıyormuş, gözleri kapanıyormuş gibi hissediyordu. Boğazına oturan yumru nefesini kesiyor, ayaklarını titretiyordu.
"Ilgın," dediğinde duymadı Savaş'ı. Gözleri yarı kapalı halde oturmaya devam etti. Tüm sesler kesilmişti bir anlığına.
Savaş yanına oturdu usulca. Gözyaşını sildiğinde yerini yağmur damlası aldı. "Ilgın," dedi sesi titrerken. Elini yavaşça Ilgın'ın omzuna koydu.
"Yalnız bırak beni," diye fısıldadı.
"Bırakamam..."
"Ben geleceğim sonra," dediğinde gözyaşını sildi Ilgın. Bir an gözlerini ayırmadı odakladığı yerden. Ara ara yağmur damlası kirpiklerini ıslattı, görüşünü kısıtladı. "Yalnız kalmak istiyorum."
Usulca ayağa kalktığında Savaş da kalktı. Dağın kenarından aşağıya doğru indi usul adımlarla.
Vücudundan tüm kan çekilmiş gibi hissediyor, en ufak tepki vermiyordu. Dizleri her adımında bükülüyor, vücudunda ağrılar beliriyordu.
Uzun zaman boyunca yürüdü. Etrafına bakmıyor, donuk bakışlarla yere bakıyordu. Bir ormana girdi, farkına varmadı.
İnsanlar yanlarından geçti, yağmur ara ara şiddetlendi, sırılsıklam oldu. Üşüdüğünü hissetmedi.
Geçtiği yollardan defalarca geçti. Bir dağın eteğine çıkarken bir anlığına yere düştü. Alnı çamura saplandığında başını yerden kaldırmadı. İçine girmek istercesine başını daha da bastırdı fakat alnına saplanan taşlardan başka bir şey hissetmedi.
Dağın eteğinden ormanın içindeki mezar taşlarına baktığında diğerlerini gördü. Sıra sıra mezarlar yapılmış, baştan ikisinin etrafında toplanmışlardı. Birinin başında Arya vardı. Başını toprağa koymuş, bir an olsun kaldırmıyordu. Afra ortada yoktu. Cesetlerle birlikte gömmüşlerdi sanki onu da.
Diğer mezarın başında Yiğit, Yağız ve Savaş vardı. Elleri önlerinde birleşmiş, başları eğik bir şekilde duruyorlardı. Kuzenler arkada durmuş, öylece bakıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AFRA
Mystery / ThrillerBiri seni izliyor... Belki bir deli çünkü etrafında çok fazla var. Gerçek delilerden bahsediyorum. Her an saldırıya geçecek türden olanları. Belki de tanıdığın biri. Ya da bir gölge. Her adımını biliyor, geçmişini ve geleceğini. Ya o gölge gerçekse...