33. BÖLÜM

202 26 3
                                    


Bulutların altında gittikçe büyüyen bir kasırga vardı. Tüm bilinenleri içine çekiyor, bilinmezliği gökyüzüne esir ediyordu. Arkası yoktu. Bir izmaritin son kül tablasına bir dünya sığdırılmıştı. Bir çocuğun gülümsemesinde alev almıştı.

Uzayın sonsuz karanlığında bir ışık haznesi yaşıyordu. Bir parça, sanki tüm evreni görüyor, ışığında boğuyordu. Sokak lambalarının küçük bir kısmında kendisini görüyordu. Zifiri karanlık onu içine çekemiyordu.

Hani olur ya ayna kırıldığında bin parçaya ayrılır, o küçücük parçada bile kendini görürsün. İşin kötüsü o parçayı daha fazla kıramazsın. İlk onun acısını hissedersin. Sanki şimşek çakmış, ışığı çok sonra düşmüş gökyüzüne. O an yıllara sığdırılan bir hayal ikileminde kalmış. Zihnin tüm gerçeklere sığ kalmış.

Sigaranın dumanı bir yaprağın damarlarında son bulmuş. Sonra yaprak hiç var olmamış gibi toprağa karışmış. Toprak onun ölü bedeniyle beslenmiş. Bir zamanlar payına düşeni paylaştığı can arkadaşı, canını ona katmış. Tüm yaşanmışlıkları bir taşın altında kalmış ama orada hep var olmuş. Bunu topraktan başka bilen olmamış, bazen toprak bile unutmuş.

"Dudaklarının mührü, gözlerine de bulaşmış," dediğinde düşüncelerinden sıyrıldı bir anlığına. Afra hemen yanında oturmuş, ellerini dizlerine dolamıştı. Diğerleri kahvaltılarını yaparken bir dağın eteğine çekilişini izlemişti. Ardından bir anlığına kendisini burada bulmuştu. Oturduğu taşın etrafını saran toprak pembeye boyanmış, yeni yeni çıkan çimlerin ışığını kapatmıştı. Bir buhranın içinde kalmış, hislerinin esiri olmuştu. "Hissettiklerini mührün arkasına saklıyor irislerin."

Ilgın bir şey demeden başını açık olan gökyüzüne çevirdi. Sükûneti maviliğin arasına karışıyordu. "Çocukluğun nasıl geçti?" diye sordu hayal âlemine dalarken. Zihninde kalan küçük bir parça yüzünde barınan gülümsemeyi silikleştiriyordu. Bir parça umudu vardı kalan. Bazen onu bile hissedemiyor, parmak uçları buz kesiyordu.

Afra bir anlığına kendisine baktığında gözlerinde çok önceden var olan ancak karanlığın arasında sönen bir mum gördü. O ışık çocukluğunu bitirmişti. "Henüz çıkamadın mı etkisinden?"

Bir anlığına neyin diye sormak istedi cevabını bile bile. "Beş altı yılım kapalı bir alanda kâbuslarla geçti." Sesi tükenmişliğin simgesi gibiydi Ilgın'ın. "Her şey iyiyken, birden zifiri karanlığın ortasında kalmak kolay olmuyor. Hele bir süre sonra geride kimi bıraktım diye düşünüyorsan."

Anıları zihnine dolduğunda güldü Afra. Gülümsemesi bir çocuğunun gözyaşında saklıydı. "Kimseyi bırakmamana rağmen, ben birilerini bıraktım mı demek daha zor oluyor."

"Düşkün olduğum bir ailem vardı. Belki bir kardeşim. Yıllar sonra kurtuluyorsun ama bir evin olmuyor artık. Belki bir ailen de."

Dağın eteğinden aşağıya baktığında atıkların atıldığı bir yer gördü Afra. Sıra sıra koliler dizilmişti, sanki düşüncelerini okuyormuşçasına. "Hayatım, çöplerde birilerinin gelmesini bekleyen kâğıtlarda saklıydı. Sonra ormanın derinliklerinde kalan kuytu köşelerde, bir anım var her birinde. "

"Yetimhanede mi kalıyordun?" diye sordu Ilgın gözlerini bir an olsun odakladığı yerden ayırmadan.

"Biri evlatlık almış, o büyüttü. Kendi kızı gibi sevdi. Sonra sekiz yaşındayken öldü. Yine başa döndüm. Ormanda yaşadım uzun bir süre. Sonra kuytu bir karanlığın içine hapsoldum; seninle aynı yerde, farklı zamanlarda."

AFRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin