42. BÖLÜM

162 12 1
                                    


Yiğit gittikçe soğuyan havaya karşı derin bir nefes aldı. Ciğerleri bir anlığına buz kesmişti. Diğerleri her adımlarında dağlara yaklaşıyordu fakat o yürüdükçe sanki daha da uzaklaşıyordu.

Rüzgârla aşınan taşların arasında dalgalanan saçlar hayal ediyor, karın açıkta kalan her şeyi rengine bulamasını izliyordu. Gözleri hatıraların verdiği ızdırapla bulanıyordu. Yarası bunu hissediyormuş gibi daha da sızlıyordu. Bir anla sadece bir cümleyle darmadağın olmuştu.

Her an kan sıçrayan tuvalde şimdi siyah beyaz bir siluet vardı. Üzerinde bir adamın gölgesi ve gölgeden süzülen bir damla yaş, kızın bakışlarında kayboluyordu. O an tuval silikleşiyor, değişiyordu. Bir müziğin verdiği acıyla kağıt büzülüyor, tüm canlı renkleri öldürüyordu. Gözyaşı tüm sayfayı kapladıkça tuvale çalınan renkler değişiyor, her biri farklı bir duygu veriyordu.

Diğerlerinden önde gitmesini fırsat bilerek eliyle gözlerini sildiğinde nefesini seslice dışına verdi. Kolunda yeni hissettiği ağırlıkla yan tarafına döndüğünde Savaş'ın olduğunu gördü. Diğer yanında Yağız yürüyor, tek kelime etmiyordu. İlk defa sessizliği bu kadar sevdi.

Sağlam kolunu Yağız'ın omzuna attığında, diğer elini de Savaş'ın omzuna koydu. "Vay be usta," dedi Yağız. Ardından derin bir nefes aldı. Bir insanın bu kadar derinden sevebilmesine hayran kalmıştı. "Bu kolla nasıl çıkacaksın şimdi sen?"

Yiğit güldü. Göz kenarlarının kırışmasıyla birlikte yaşlar yanaklarına süzülmüştü. "Tek elle bile çıkarım bilirsin. Uzmanlık alanımız."

"Diğer eliyle de beni çıkaracak," dedi Tekin yanlarında belirirken. Yüzüne her zamanki sırıtışlarından birini yerleştirdi. Tek söz etmeden yanlarında yürüyor, ortamın moralini arttırmak için çabalıyordu. Çoğu zaman söyleyecek bir şey bulamıyordu. Sanki sessizlik en mantıklı şey gibi hissediyor, arada dâhil olmayı uygun görüyordu.

Yiğit Tekin'in sırtına vurdu gülerek. Daha çok yumuşak bir dokunuş gibiydi. "Neden olmasın?" Gülümsemesi aniden solarken, yüzü ciddi bir ifadeye bulandı. "Yarı yolda saldırıya uğramazsak eğer, çıkarırız."

Dağların arasından bir ses duydu. Bu ses bir anlığına huzursuz etmiş, Yamaç'ın dedikleri zihninde yankılanmaya başlamıştı. Bir saldırı bekliyordu ama bu küçük çapta değildi.

"Tehlikeli bir yere gidiyoruz," dediğinde diğerleri de yanlarına gelmişti. Ilgın'ın kaşları ara ara çatılıyor, kendisini huzursuz eden duygunun varlığını hissediyordu. "Silaha ihtiyacımız var."

"Bizdekiler yeterli olmaz mı?" diye sordu Arya. Göz ucuyla ikizine baktı fakat Afra oralı bile olmadı. Uzun bir süre sessiz kalmayı tercih edecek gibiydi.

"Ne kadar silah var yanınızda?"

Afra'nın eli ceketinin cebine gittiğinde bir anlığına kulağına bir ağrı saplandı. Ardından belli belirsiz sesler duydu. Rüzgârda dalgalanan saçların deri cekete vurması gibiydi. Ya da kara her basıldığında çıkan ses gibi. Birileri tarafından izleniyorlardı.

Sürekli biri kendisini izliyormuş gibi hissediyordu. Bir deli tarafından izleniyor olabilirdi çünkü etrafta çok fazla vardı. Belki uzun zamandır görmemişlerdi fakat bu olmadığı anlamına gelmiyordu. Ya da bir düşmandı. Bu şu an en olabilir düşünceydi. Belki de gölgelerden biriydi. Onların varlığını ne kadar umursamıyormuş gibi görünse de aklından çıkartamıyordu.

"Sokak ortasında olmaz," dedi sonunda Yiğit. Afra'nın eli cebindeyken silahı çıkartmasına engel oldu.

Etrafına bakındığında neredeyse bir oda büyüklüğünde ev gördü. Kapısı hafif aralıktı ve göründüğü kadarıyla penceresi yoktu. Kapının ön tarafındaki kar yok edilmiş, geriye çakıl taşlarıyla kaplı yol kalmıştı.

AFRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin