Birileri hızla koşuyor, bedeni hiç olmadığı kadar sarsılıyordu. Zihni çamurla çevrili su birikintisini andırıyordu. Dibini göremiyordu. Net olan hiçbir şey yoktu. En ufak kısmını bile kullanamıyor, kapalı gözlerinin ardından sadece acıyı hissedebiliyordu.
Dizinde büyük bir delik açılmıştı sanki. Arasından sızan sıcaklık hala canlıydı. Boğazında kan tadı vardı ve gittikçe midesini daha da sıkıştırıyor, nefesini kesiyordu.
"Ne kadar kaldı?"
Hazel'in telaşlı sesini duydu. Gözlerini açıp iyi olduğunu söylemek istedi ama yapamadı. İyi olduğunu da sanmıyordu. Ölümün soğuk nefesi ensesinde geziniyor, vücuduna bir ürperti yayılıyordu.
Her hareketlerinde yüzündeki serinlik artıyor, ayakuçlarından kan çekiliyormuş gibi hissediyordu. Buna sebep olan şey dizini son hızla sıkan güç de olabilirdi. Aynı şekilde sırtında da benzer bir şey vardı. Açılan yara daha kötü bir hale gelmiş olmalıydı. Bunu anlaması için görmesi gerekmiyordu.
"Gittikçe kötüleşiyor," diye fısıldadı Hazel. Elini Ilgın'ın buz kesmiş yanağına koydu. "Acele etmemiz gerekiyor!"
Çetin durdu. Büyük bir arazinin ortasındaydılar. Bir nevi çölü andırıyordu. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Uçsuz bucaksız bir yerin içerisinde kalmışlardı ve her hareketlerinde sanki aynı yere geliyorlardı.
"En kısa yol bu mu gerçekten? Bir çölün ortasında beklemek mi?" Hazel hayal kırıklığıyla etrafına bakındı. Dizlerinin üzerine çökerek elini Ilgın'ın başının altına koydu. Saçları dağılmış, boğazı kurumuştu. Alnında damla damla ter birikmiş, gücünü tüketmişti.
"Tekin," diye bağırdı Çetin. "Yardım lazım."
Tekin elini düz bir şekilde tutup alnına bastırdı. Görünürde hiçbir şey yoktu. Sadece beyaz bir çölüm ortasındaydılar. Hava gittikçe katlanılmayacak bir hale geliyordu. Soğuk ve basıktı. "Her yer beyaz dostum," diye mırıldandı. "Ölmeden önce görülen beyaz ışık gibi... Eğer öyle bir şey varsa tabii."
Hazel anlamsız bakışlarla kuzenleri izliyor, çaresizce Ilgın'la ilgileniyordu. Kıyafetinden yırttığı parçalar kan kaybını biraz önlemişti fakat bu şekilde fazla dayanamayacaklardı.
Soğuk ellerini kızın alnına bastırdı usulca. "Biraz daha Ilgın, biraz daha..."
Ilgın parmaklarının toprağa saplandığını hissetti. Konuşulanları tam anlamıyla duyamıyor, anlayamıyordu. Sadece bir çölün ortasında oldukları kısma kulak vermişti. Ve bu çöl nasıl oluyorsa tamamen beyaza bürünmüştü. Hayal etmeye çalıştı, yapamadı. Aklına gelen sadece karla sarılı bir araziydi. Fakat parmakları toprağa saplandığında hissettiği bu değildi. Bu her neyse parmaklarının arasından sızıp yere dökülüyordu.
"Tamam, gidiyoruz." Çetin hızlı adımlarla Ilgın'a doğru ilerledi. Sırtına dikkat ederek kızı kucağına aldı. "Az kaldı Ilgın, az kaldı..."
Hazel çölün ortasında beliren şeffaf tünele baktı şaşkınlıkla. Uzunluğu hakkında bir fikri yoktu. Sanki tüm çölü sarıyor, kilometrelerce ileri uzanıyordu. Sadece tünelin arkasındaki alanı görebiliyordu. Her yeri saran beyaz çölü... "Böyle bir şeyden haberimin olması mutlu ederdi."
"Çok nadir kullandığımız bir şey aslında," derken içeriye girdi Çetin. Aynı anda tünel tamamen beyaza bulanarak kamufle oldu. "Bazen biz bile varlığını unutuyoruz."
"Peki, sizi hissedip ortaya çıkması nasıl oluyor?" Bir an ne diyeceğini bilemedi. "Sanki canlı gibi."
Tekin hemen yanından geçerek tünelin uç kısımlarını gösterdi. Tavanın birçok kısmında çeşitli böcekler vardı. Genelde köşelere yapışmıştı. Ara ara hareket ediyor, yer değiştiriyorlardı. İlk başta görmekte zorlandı çünkü tavan beyaz mavi karışımıydı ve böceklerin tamamı maviydi. Eğer yansıttıkları kırmızı ışınları atlarsa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AFRA
Mystery / ThrillerBiri seni izliyor... Belki bir deli çünkü etrafında çok fazla var. Gerçek delilerden bahsediyorum. Her an saldırıya geçecek türden olanları. Belki de tanıdığın biri. Ya da bir gölge. Her adımını biliyor, geçmişini ve geleceğini. Ya o gölge gerçekse...