"Şu arabanı dibimde sürmeyi kes artık pislik herif," diye yakındı Tekin. Başını camdan çıkartarak öfkeyle Yiğit'e baktı. "Ne var?"
"Ayrı kalmaya dayanamıyorum canım," dediğinde sırıttı Yiğit. Tekin'e bakarak gaza yüklendi. Tekin'i sinir etmek hoşuna gidiyor, inatla arabayı üzerine sürüyordu. Hemen yanında oturan Hazel'i sıkıntı etmiyordu. Kızın eğlendiği her halinden belliydi. Yine de herhangi bir sorun olursa duracaktı.
Parmaklarını şakaklarına bastırarak müziğin sesini biraz daha açtı Tekin. "Ne diye tüm arabaları almadık," dedi ardından. Ellerini sinirle saçlarının arasından geçirdi. "Niye ben sürmüyorum?"
"Çocuk gibi sızlanmaya ne zaman son vereceksin?" Çetin'in sesiyle gözlerini ona çevirdi. Tüm neşesi gitmiş, yerini öfkeye bırakmıştı. "Yer değiştirdiğimiz zaman."
"Sızlanmaya devam et o zaman." Çetin gaza biraz daha yüklenerek Yiğit'in yanından geçti. Ardından Yiğit önüne geçtiğinde sırıttı. Son derece keyif alıyordu. Eğer Tekin sürekli bir şeyler söylemeseydi daha da keyif alabilirdi.
Ilgın Tekin'i susturmak adına kulaklığı çıkardı. Şehir karanlığa bulanmadan önce yola çıkmışlardı. Dağların olduğu tarafta çeşitli yollar vardı. Yaklaşık üç tane olmalıydı. Biri dağın aşağısına, diğeri yukarıya gidiyordu. Biride sapmadan düz ilerliyordu.
Yukarıya giden yolu takip ederek ucu görünmeyen bir köprüye gelmişlerdi.
Ilgın etrafına baktığında uzun süredir şehrin üzerinde gittiklerini fark etti. Büyük ihtimal şehir sandığından fazla büyüktü. Şehrin bir tarafında binalar küçülmüş, yeşillik alanlar artmıştı. Hareket eden şey yoktu veya görünemeyecek derecede azdı. Burası diğer yerin aksine aydınlıktı fakat sessizlik şehrin ürkütücü görünmesine neden oluyordu.
Büyük duvarlarla kaplanan bir alanı simgeliyordu. Yaklaşık yedi yüz metre ileride toprak yine beyaza bulanıyor, içindeki her şeyi sonsuzluğuna hapsediyordu.
Yan tarafında baktığında şehrin ilerisinde dağlık alanların fazlalaştığını gördü. Dağın tepesinde büyük bir taş yığını vardı. İçerisinde büyük bir bina, beyaza bulanmış duvarları.
Buranın normal bir yer olmadığını düşündü Ilgın. Özellikle gizleniyordu sanki. Gizemin, karmaşanın simgesini barındırıyor o gün hastanenin yıkımında hissedilen duyguları yansıtıyordu.
"Dursana," dediğinde Savaş yavaşladı.
"Ne oldu?" Ilgın arabanın durmasını beklemeden indi.
"Dağın tepesinde beyaz bir bina var."
Savaş gözlerini tarif ettiği yöne diktiğinde sisin kapladığı alandan bir şey göremedi.
"Ne oldu?" Yiğit arabadan inerek yanlarına geldi. Rüzgârın şiddeti, sesini yükseltmesine neden oluyordu.
Birden kötüleşen hava Ilgın'ın konuşmasını engelledi. Birkaç dakika içerisinde sis oluşmuş, rüzgâr şiddetini arttırmıştı. Gökyüzü, bulutların bir araya geldiğinde oluşturduğu koyu renge bürünmüştü. Fakat bulutlar yoktu. Tozlu, kasvetli bir hava ortamının içinde kalmışlardı.
Az önce dağı gördüğü tarafa çevirdi bakışlarını. Saçları yüzüne çarpıyor, görüşünü kısıtlıyordu. "Dağın tepesinde bir bina vardı," dedi saçlarını tek eliyle toplamaya çalışırken. "Büyük ihtimal hastaneydi."
"Hastane mi?"
"Emin değilim, siz bakmadan önce vardı. Şimdi yok."
"Bu ne demek şimdi?" Tekin gözlerini kısarak sisli alana baktı. "Burası da mı kontrol altında?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AFRA
Mystery / ThrillerBiri seni izliyor... Belki bir deli çünkü etrafında çok fazla var. Gerçek delilerden bahsediyorum. Her an saldırıya geçecek türden olanları. Belki de tanıdığın biri. Ya da bir gölge. Her adımını biliyor, geçmişini ve geleceğini. Ya o gölge gerçekse...