Yiğit karşısındaki kapıya baktı dikkatlice. Uzun zamandır bu kapıyı kullanmamıştı. Aralanan kapının ardındaki manzarayı bilmiyordu. Bazen bir orman oluyordu bazen bir göl kenarı. Son zamanlarda olacak tek şey muhtemelen beyaza bulanan bir çöldü.
"Evet," dedi Tekin heyecanla. "Beyaz çöle açılan bir kapının önünde bulunuyorsunuz. Düşüncelerinizi alayım." Elinde bir mikrofon varmış gibi Çetin'e uzattı.
"Öncelikle burada bulunduğum için çok mutluyum demek isterdim ama değilim. Açılan kapının ardında ne olacak bilinmez fakat hastanenin yakınlarında olacağı kesin," diye devam etti Çetin. "Her ihtimale karşı dikkatli olmamız gerekiyor."
Savaş kapıya yaklaşarak sesleri dinledi. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Elini uzatıp açmak istedi fakat neyle karşılaşacağı hakkında bir fikri yoktu.
"Ne diyorsun?" dedi merakla Yiğit'e dönerek. "İyi niyetle mi tasarladın bunu?" Yüzünde belli belirsiz sinsi bir gülümseme vardı.
"Biz de yanlış olmaz," dediğinde sırıttı Yiğit. "Açıkçası ülke çöle bulanmadan önce her şeyi daha kısa sürede yapıyordum."
"Aynen adam öldürmek tarzı şeyleri," dedi Tekin homurdanarak. Elini Savaş'ın omuzuna koyarak iç geçirdi. "Buradan çıkıyordu. Sonra yanında yüzü kanlar içinde kalan birkaç adamla dönüyordu. Dedik yapma kötü yola düşme."
"Bizi dinlemedi tabii ki." Çetin sırtını pürüzsüz duvara yasladı usulca. "O işini bitirince de biz merak ettiğimiz yerleri geziyorduk."
"En iyisini siz yapmışsınız," dedi Savaş gülerek. Yönünü Yiğit'e çevirdiğinde gülümsemesi buz kesti.
Yiğit'in öfkesinin sebebi sevdiği her şeyin elinden alınmasıydı. Bunu hissediyor, tepkileri kısıtlanıyordu. Uzun süre yanında olamamıştı belki ama onu herkesten iyi tanıyor, duygularını en derinden hissedebiliyordu. Duyduğu pişmanlık ara ara kuvvetleniyor, şakağına inen ağrıyı görmezden geliyordu.
"O yaptıysa vardır bir bildiği," dedi tekrar gülmeye çalışarak. "Gidelim mi artık?"
Derin bir nefes alarak kapıyı ittirdi Savaş. Aynı anda yüzüne esen rüzgârla gözlerini kapattı. Tenine çarpan küçük taşları hissediyor, yüzü ara ara sızlıyordu. Ellerini gözlerinin önüne siper ederek araladığında gördüğü sisle duraksadı.
"Şansın böylesi," dedi kısık sesle küfrederek. "Kum fırtınasının ortasına düştük."
Tekin gözlerini aralayarak, "Kum değil taş o," dedi. "Neyse ki taşlar küçük."
Yiğit ağzında hissettiği toprak tadıyla birlikte yere tükürdü. Kumlar boğazına, bedenine giriyormuş gibi hissediyor görüşü bulanıklaşıyordu.
Kapı çoktan kaybolmuştu. Geriye dönme şansları yoktu üstelik gidecekler yolu belirleyemiyorlardı.
"Hastane şurada," dedi Çetin parmağını rüzgârın içine savurarak. O anda fırtınanın dindiğini hissetti. "Sanırım bitti."
Yiğit gözlerini aralayarak dağılan sise baktı. Büyük bir toprak kütlesinin ortasındaydılar. Görebildikleri her yer beyaza bulanmıştı.
"Pekâlâ," dediğinde birkaç kez öksürdü Yiğit. Görüntüsü gittikçe netleşirken hastaneyi gördü. Araların az bir mesafe vardı. Etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş sağ tarafından bir yol inmişti. "Gidelim."
Bir süre yürüdüler. Bu esnada hiçbir insana rastlamadılar. Sanki şehir büyük bir sükûnete hapsolmuş, yaşayan her şey beyazlığın arasında bilinmezliğe karışmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AFRA
Mystery / ThrillerBiri seni izliyor... Belki bir deli çünkü etrafında çok fazla var. Gerçek delilerden bahsediyorum. Her an saldırıya geçecek türden olanları. Belki de tanıdığın biri. Ya da bir gölge. Her adımını biliyor, geçmişini ve geleceğini. Ya o gölge gerçekse...