"Hadi kalk artık Zeynep okula geç kalacaksın?"
Kulaklarımı dolduran annemin sesiyle belki de onuncu kez olan gerinişimi yaptım. Kendimi tekrar yatağın o sıcak kollarına bıraktığımda gözlerimi tavana diktim. Her sabah yaptığım gibi bu yataktan neden kalkmam gerektiği ile ilgili kendimi ikna etmem gereken bir sürecin içerisine girmiştim.
Her şey oldukça sıradan ve klasikti. Tıpkı bugünümün de öyle olacağı gibi. Yataktan kalk, giyin, odayı topla, kahvaltı et, annemin sessizliğini dinle, okula git, dersleri dinle, eve dön, ders çalış, yat, tekrarla. Aslında bunları söylerken kendime biraz haksızlık ediyor olabilirdim. Umut adında bir faktör vardı çünkü. Günümü daha fazla çekilir kılan bir özne.
Yüzümde küçük bir tebessümle üzerimdeki battaniyeden sıyrılıp kalktım. Saate baktığımda okula ulaşmam için bir saat vaktimin olduğunu gördüm. Yatağın kenarından sarkıttığım ayaklarıma baktım. Parmaklarımı birkaç defa oynatarak dans edişlerini izledim. Kollarımdan destek aldım ve kendimi ahşap döşemeli yere bıraktım. Gerekli banyo ritüelinin ardından bordo-gri renkli okul formamı giydikten sonra yatağımı düzenledim. Geceden hazırladığım çantamı da yatağımın köşesinden aldım ve odadan çıktım. Tamam kabul ediyorum. Çantamı geceden hazırlayacak kadar inek olabilirim. Ama bu, sevdiğim anlamına gelmiyor. Dediğim gibi, sonuçta her gün yataktan çıkmak için kendime sebep arayan bir insanım. İnekler bunu yapmaz. Onlar sadece kalkarlar. Hepsi bu.
"Günaydın anne."
Koridoru geçip hemen karşıma çıkan mutfağa girdiğimde annem klasik kedi gözlü çerçeveli gözlüklerini takmış, günlük gazetesini okuyordu. Dizilerde izleriz ya, bir çocuk vardır. Ne hikmetse o çocuğa ailesinden hep mistik, garip miraslar kalmıştır. Hikaye bunun üzerine kurulur ve olaylar sürekli gelişir. Hah, işte o miras bizim saçlarımız oluyor. Biliyorum, çok havalı değil. Eh, bir dizinin içinde de değiliz. Yani, sorun yok.
Annem sürekli olarak küt kestirdiği ateş kızılı saçlarıyla kırmızı trafik lambası gibi -biliyorum biraz kaba bir tabir- dikkatleri her zaman üzerine çekerdi. Ancak annemin bir diğer yanı da aşırı dominant görünmesine yardımcı olan o keskin bakan gözlerini daha da belirginleştiren kedi-gözü gözlükleriydi. Bir şirkette genel müdür olarak çalışıyordu. Dolayısıyla da kıyafet kombinleri genel olarak salaş bir bluz ve altına kalem etek oluyordu. Boyu yeterinde uzun olduğu için genelde kısa topukluları tercih ediyordu. Yine de oldukça uzundu ancak bir genel müdürden babet giymesini isteyemezdiniz değil mi?
Gazetede okuduğu ekonomi bölümünden gözlerini çevirip gözlüklerinin üzerinden bana baktı. Dedim ya. Oldukça dominanttır diye. Şu anda üzerimde yaptığım herhangi bir hatayı arıyordu. İnce dudaklarını aralamadan önceki o bir nanosaniyelik göz sabitlemesinden bir sorunun olduğunu anlamıştım bile.
"Günaydın kızım. O saçlarla okula gitmeyi düşünmüyorsun değil mi?"
Annemin aksine benim saçlarım belime kadar dalgalar halinde iniyordu. Bir kızıl kafa olarak bir esmerin saçına dikkat etmesinden daha çok dikkat etmeliydim. Trafik lambası tabiri -gerçekten kabaymış, kendime söyleyince anladım- bende de geçerliydi.
Kendimi sıradan kahvaltı malzemeleriyle -peynir, zeytin, reçel vs.- dolu masanın sandalyesine bırakırken tekrar kalkmak zorunda kaldım. Çaysız kahvaltı mı olurdu?
"Yolda toplarım anne. Dert etme."
"Benim değil, senin dert etmen lazım."
Açıkçası etmiyordum. Benim saçlarımın açık ya da toplu olmasının eğitime ne gibi bir darbe vuracağını bir türlü anlayamıyordum. Saç derdinden daha çok başka problemlerimiz yok muydu? Mesela saçma eğitim düzeni gibi. Okula alınmaması gereken oydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALPEREST
FantasyEv-okul-Umut üçgeninde bir yaşamı olan Zeynep'in sıradan hayatı, geçirdiği trafik kazası sonucu girdiği koma ile bambaşka bir renge bürünür. Zeynep bir Hayalperest'tir. Tüm Hayalperestler gibi o da gözlerini Hayalperest evreninde açar. Başlarda her...