Eşik

79 17 4
                                    

Zaman.

Herkesin içinde bulunduğu ancak çok az insanın farkında olduğu bir kavram. Ya da daha iyimser olmak gerekirse hepimiz ömrümüzün bazı zamanlarında, belki de belli zamanlarında, bu kavramın derinliğini iliklerimize kadar hissetmişizdir.

Sevgilinizle geçirebileceğiniz o kısıtlı zaman, hayatınızın merkezine koyduğunuz sınava kalan zaman, eşinizin son nefesini vermesine kalan zaman, dersin bitmesine kalan zaman...

Büyük küçük her oranda zaman.

Şu an bu küçük mezarın başında dururken de hissettiğim şey işte buydu. Ölüme kalan zaman.

Hayat hiçbir zaman adil değildi. Kimi insanları yukarıdan başlatırken kimilerini de dipten başlatıyordu. Sonra başlama düdüğünü çalıyordu ve herkesin 'o' noktaya ulaşmasını istiyordu. Gerçek dünya buydu. Orada doğmuştum. Orada doğmuştuk. Ardından çeşitli sebeplerle kendimizi burada, Hayalperest dünyasında bulmuştuk. Ne bir rica, ne bir davetiye... Sorgusuz sualsiz pat diye.

Bu sefer de burada bir savaş vermemiz bekleniyordu. Verdik. Her savaşta olduğu gibi, yine masumlar öldü.

Pelerinimin iki ucunu kucağımda toplayıp hafif çıkıntılı, çevresi taşlarla sınırlandırılmış, baş kısmına da enli bir tahta sabitlenmiş mezarın yanına çöktüm. Birkaç gün önce yağan yağmurun nemlendirdiği toprağın üzerinde elimi dolaştırdım. Görüntüler hala tazeliğini koruyordu zihnimde.

Ezgi'nin yorgun yüzü.

'Çok güçsüzüm.'

'Yapabileceğimi sanmıyorum.'

Peşinden Taş'ı korumasını söylemem ve o dağılmış saçları, yorgun yüzüyle beni onaylaması.

"Sen her zaman boyundan çok büyük bir savaşçıydın Ezgi. Yeteneklerin seni halihazırda eşsiz kılıyorken böylesine büyük bir yüreği taşımak her yiğidin harcı değildir. Sen bunu hakkınla yaptın." Gözümden akan yaşa omuz silktim. "Ama bak, tüm bunların hediyesi ne oldu? Soğuk bir ölüm." Elimi topraktan ayırmadan başımı havaya kaldırıp derin bir nefes aldım. "Yapmayacaktım. O Taş için gönüllü olmayacaktım. Her şeyi daha da berbat ettim."

Gözlerim birkaç mezar ileride olan Ogün'ün mezarına kaydı. Ayağa kalkıp onun mezarına yöneldim. Ayakucunda durup öylece baktım adının yazılı olduğu tahtaya.

"Güzel arkadaşım benim. Haklıydın. Hayat yalnızca tek bir kişiye ait değilmiş. Bana verdiğin acıyı tarif edemem. Özür dilerim. Hepinizden her şey için özür dilerim. Keşke Taş'ı canlandırırken ölseydim de tüm bunlar yaşanmasaydı."

"Kendine acıma partin bitti mi?"

Sesin geldiği yöne başımı çevirdim. Umut elleri cebinde öylece bana bakıyordu. Bir şey demeden önüme döndüm. Son birkaç gündür bu hayallerim gittikçe artmaya başlamıştı. Kendime defalarca Hayalperest dünyasında olduğumu Umut'un burada olmadığını söylesem de fayda etmiyordu. Bu yüzden artık ne olacaksa olsun kıvamına gelmiştim. Görmemek için gözlerimi, duymamak içinse kulaklarımı kapattığım dönemi kısa sürede es geçmiştim.

"Kendime acıdığım falan yok."

Umut söylediğimin saçmalıktan başka bir şey olmadığını hissettirircesine bir onaylama sesi çıkardı.

"Zaten fillerde uçabiliyor. Kanatları var böyle. Derilerinin altında. Sırtlarını bir hareket ettiriyorlar kanatlar fırlıyor falan."

Yan gözle ona baktım.

HAYALPERESTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin