Omuzuma dokunan bir eli hissettiğim anda gözlerimi açtım. Sakindim. Neredeyse hiçbir şey hissetmiyordum.
"Uyan bakalım uykucu."
Başımı hemen sağ tarafıma çevirdim. Sybil üzerime doğru eğilmiş, uyandığımdan emin olmaya çalışıyordu. Umut değildi. Gözlerimi yeniden üstteki yatağın altına çevirdim.
"Erkek arkadaş problemi mi?" diye sordu Sybil.
Yeniden ona baktım. Yüzünde anladığını gösteren bir ifade yerleşmişti. Üzerimdeki ince battaniyeyi attım. Doğrulup oturur pozisyona geçtim.
"Ne erkek arkadaş problemi Sybil?" Ellerimi birbirine karışmış saçlarımdan geçirdim. Düğüm olmuş birkaç yeri açmaya çalıştım.
"Hiç." dedi Sybil uzatarak. "Umut diye sayıklıyordun da. Arkanda bıraktığın bir erkek arkadaşın sandım."
Saçlarımı açmaya devam ederken kaş altından ona baktım. "Arkamda bıraktığım biri olduğu doğru ancak erkek arkadaşım falan değil. Yalnızca bir arkadaşım. Yardımıma ihtiyacı olan bir arkadaşım." Son cümlemi fısıltıyla söylemiştim. Duymadığına emindim.
"Biliriz biz o yalnızca arkadaş durumlarını." İmalı yeri söylerken havada tırnak çizmeyi ihmal etmemişti.
Ayağa kalktım. "Saçmalama Sybil. Bir erkek arkadaşım var zaten."
"Ciddi misin?" Gözleri parlamıştı. Koluma girdi. Aşırı derecede rahatsız oldum. "Lütfen anlat bana. En yakın arkadaşlar bunun içindir değil mi?"
Kendimi ondan uzaklaştırdım. "Ne saçmalıyorsun? Daha tanışalı yirmidört saat olmadı. Ne ara en yakın arkadaş olduk?"
İfadesi bu sefer bozulmuştu. "Pekala. Sen böyle yapmaya devam et. Yakında çevrende kimse kalmadığında görüşürüz."
"Emin ol görüşmeyiz." diye bağırdım arkasından.
Çevreme bakındım. Herkes yataklarını toplayıp gitmişlerdi bile. Saat kaçtı ki? Başım davul gibiydi. Zor bir rüya da görsem uyuyabilmiştim. En son uyuduğumda Hayalperest Şehri'ndeydik. Orada da havalandırmadan verilen tuçi sayesinde uyuyabiliyordum. Burada da öyle bir sistem vardı sanırım. Odanın içerisi lavanta kokuyordu.
"Günaydın." dedi Sybil başka bir kapıdan yatakhaneye girerken. Üzerinde kırmızı bir bornoz ve duş yaparken kullandığı malzemeleri koyduğu plastik bir torba taşıyordu.
"Günaydın." dedim şüpheyle. "Sen ne zaman banyoya girdin de geldin?"
Eşyalarını yatağının üzerine bıraktı. Havluyla saçlarını kurularken beni inceliyordu.
"Yaklaşık yirmi dakika..." Sustu. Anlamış birinin gözleriyle gülümsedi. "İnanmış olamazsın değil mi?"
"Neye?"
"Birileri benim kılığıma bürünerek seni kandırmış. Uyarmam gerekirdi ancak tamamen aklımdan çıkmış."
"Nasıl yani?" diye sordum şaşkınlıkla.
Saçlarını kuruladığı havluyu yatağının üzerine bıraktı ve bornozunu çıkardı. İkinci bir şaşkınlıkla anında arkama döndüm.
"Sybil!" dedim uyarıcı bir tonda.
"Ne? Sanki bende olan sende yokmuş gibi."
"Orası öyle ama edep diye bir şey var."
"Ondan da bende yok ne yazık ki." dedi masum bir ses tonuyla.
Giyinmesini bekledim.
"Tamam dönebilirsin."dedi.
Başımı yavaşça çevirip göz ucuyla baktım. Siyah kırmızı pileli eteğini, üzerine beyaz gömleğini ve siyah ceketini giymişti. Pelerininin iplerini bağlıyordu. Saçlarını balık sırtı örmeye başladığı sırada yatağına oturdu. Yanına gittim.
"Ee, anlatmayacak mısın?" diye sordum sabırsızca.
"Kamlar'ın yapabildiği bir şey bu yalnızca. Birisine ait bir dna örneğini kullanarak birkaç abra kadabra ile bir başka insanı o kişiye benzetebiliyorlar. Ancak tek bir fark oluyor. Dış görüntü olarak ona benzeyebilirsin ancak asla o kişinin duygularına, düşüncelerine ve fikirlerine sahip olamazsın. O çok daha farklı bir olay."
Sybil'e bürünen kişinin Sybil'in tarzından çok daha farklı şekilde konuştuğunu şimdi fark ediyordum.
"Vay canına. Burası her gün sürprizlerle dolu."
Başını salladı. "Aynen öyle. Ve eğer daha fazla oyalanırsan sıcak suyun bitip soğuk bir duş etkisiyle şok olmana az kalabilir. Benden söylemesi." dedi ve göğsüme sertçe bastırdığı plastik poşetini tuttum.
"Teşekkür ederim."
Gitmeden önce kapıdayken dönüp bana baktı. "Kıyafetlerini yatağının üzerine koyarlar. Acele et. Kahvaltıyı kaçırırsan öğlene kadar aç gezersin."
Yeniden teşekkür etmeme fırsat kalmadan çıkıp gitmişti bile. Kötü bir başlangıç yapmıştık ancak iyi devam ediyorduk. Sybil'i sevmiştim.
Banyoya girdim. Belli aralıklı kabinlere ayrılan banyonın bir duvarı dolaplarla kaplıydı. Kimisinin üzerinde anahtar vardı. Bir tanesini açtığımda içerisinden banyo terliklerinin ve bornozun olduğunu gördüm. Hemen aldım. Tümü açık olan duş perdelerinden bir tanesine girdim. Sıcak su vücudumdan akmaya başladığı anda bir rahatlık hissettim.
Biraz daha öylece oyalandım. Uzun zaman sonra temizlendiğimi fark ettim. Ancak bir şey oldu. Aklım karıncalanmaya başlamıştı. Bir şeyler kafamı karıştırıyordu. Ancak karanlıktaydılar. Ortaya çıkmalarını sağlamak için birkaç dakika öncesine gitmem yeterliydi.
Birisine ait bir dna örneğini kullanarak birkaç abra kadabra ile bir başka insanı o kişiye benzetebiliyorlar. Ancak tek bir fark oluyor. Dış görüntü olarak ona benzeyebilirsin ancak asla o kişinin duygularına, düşüncelerine ve fikirlerine sahip olamazsın.
Peşinden başka bir görüntü belirdi.
Sahnedeyim. Karşımda yüzlerce insan. Her yer bir anda karanlık oluyor. Ekranda ince bir dudak. Konuşuyor. Görüntünün de sesin de anneme ait olduğuna eminim. Ancak bir terslik var. Annem gibi konuşmuyor. Çok daha soğuk. Çok daha...
Vahşi.
Ellerimle yanımdaki iki duvardan destek alarak ayakta durmaya çalıştım. Nefesim sıklaştı. Görüntüler bir bir anlam kazanıyordu gözlerimin önünde. Sanki ölmek üzereydim ve her biri karşımda dans ediyordu.
Soğuyan suyla şoktan uyanır gibi oldum. Kaybolmak üzere olan ruhum bulunduğu bedene geri döndü. Günler sonra anlayabildiğim şeyi defalarca oynattım beynimde. Her bir sesi, mimiği, cümleyi...
O annem değildi.
Annem bana ihanet etmemişti.
Sabunlanmaya başladığımda kendimi istemsizce kahkaha atarken buldum. Soğuk su umurumda değildi. Hatta hoşuma bile gidiyordu. Hissediyordum çünkü.
Peşinden bir kara bulut kapladı her yanımı.
Annem neredeydi?
Canını yakmışlar mıydı?
Beni bekliyor muydu?
Hızlıca saçımı yıkadım. Suyu kapattım ve bornozu giydim. Odaya, yatağıma doğru koştum. Yatağımın üzerine bırakılmış olan akademi üniformasını otomatik olarak giydim. Saçlarımı toplama zahmetinde bulunmadan yatakhanenin kapısından kendimi atarken, dünyamın daha da genişlediğini hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALPEREST
FantasyEv-okul-Umut üçgeninde bir yaşamı olan Zeynep'in sıradan hayatı, geçirdiği trafik kazası sonucu girdiği koma ile bambaşka bir renge bürünür. Zeynep bir Hayalperest'tir. Tüm Hayalperestler gibi o da gözlerini Hayalperest evreninde açar. Başlarda her...