Toplantı odasında Taş'ı herkese gösterdiğim andan beri bir saat geçmişti. Bay Beaumont akşam için özel bir törenin yapılacağını, bu sayede Taş'ı rahatlıkla bulabileceğimizi söylemişti. Bunda özellikle kendi kanımla Taş'ı etkinleştirmiş olmam büyük bir fayda sağlıyordu.
Herkes dağıldıktan sonra Max, peşinden gelmemizi belirten bir işaret yapmıştı Alp ile bana. Ne için olduğu açıktı. Bize dna numaralarını göstereceklerdi.
Şimdi bekleme odası gibi bir yerde oturmuş Benjamin Redford'u bekliyorduk.
Oturduğum yerde kollarımı dizlerime dayayıp öne doğru eğilmiştim. Alp bacağımı tutana kadar hızlı bir şekilde salladığımın farkında bile değildim. Gizli bir adrenalin damarlarımda kol geziyordu.
"İyi misin?" diye sordu Alp.
"Sorun yok."
Aslında vardı. Bu hokus pokus numarasının gerçekten var olduğunu gördüğüm andan itibaren her şey çok daha farklı olacaktı.
Ortamda oluşan hareketlenme ile başımı kaldırdım. Bay Benjamin, yaşlılığının verdiği ağır ancak şaşırtıcı derecede çevik adımlarıyla içeriye girmişti. Ayağa kalktık. Max, tek dizinin üzerine eğilip elini kalbine doğru götürerek onu selamladı. Ben ve Alp ise yalnızca başımızı eğmekle yetindik. Bizim türümüzden olmayan birinin karşısında eğilmek gururumuza dokunurdu açıkçası. Neyse ki Bay Benjamin bunu sorun etmedi. Burnunun ucundaki ince çerçeveleri gözlükleri düzeltip huysuz bakışlarıyla bizi süzdü.
"Ne istiyorsunuz?"
Fazla mı kabaydı yoksa yaşlı huysuzluğu muydu?
"Efendim, Bay Beaumont'un da emriyle Hayalperest olan Zeynep ve Alp'e Acidum Deoxyribonucleic gösterilmesini istiyor."
Az önce gayet sıradan bir şeymiş gibi söylediği kelimeler hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Alp'e baktım. Omuz silkti.
"Pekala, pekala. Gelin bakalım."
Quasimodo'yu aratmayacak derecedeki kamburluğu ile hızlı adımlarla odasına doğru yürümeye başladı. Max önde, peşinde de ben ve Alp vardık.
"Kapıyı kapatın."
Alp kapıyı kapattı.
Odası Bay Beaumont'un odasıyla hemen hemen aynı ebatlardayken düzen konusunda aynı benzerlikten söz edemeyecektim. Sonrada eklendiği aşikar olan üst kat da dahil olmak üzere dört bir yan dolaplarla çevriliydi. Dolapların içi çeşitli ebatlardaki kitaplarla, parşömenlerle ve değişik renkli sıvılarla doluydu. Odanın ortasında duran masasının üzeri de odanın geri kalanından farklı değildi. Tabiri caizse her yer her yerdeydi. Bunca karışıklık içerisinde aradığını nasıl bulabiliyordu? İşte asıl sihir buydu.
Yürürken ayağımın çarptığı bir şey tıkırdayarak ilerleyebildiği yere kadar gidip durdu. Eğilip baktığımda onun sertleşmiş bir kurbağa olduğunu gördüm. Öğürmemek için kendimi zor tutarken doğruldum.
Max bizi masanın orada durdururken Bay Benjamin küçük bir kapıdan geçip yürümeye devam etti. Merak dolu bakışlarla Max'e baktım. Cevap vermeye tenezzül etmeyecek kadar kibirliydi. Ağzımı açıp ters bir laf söylemek istemiyordum. Sonuçta onun çiftliğindeydik. Tek bir el hareketiyle o kurbağa ile aynı kaderi paylaşmak istemezdim doğrusu.
Bay Benjamin elinde iki kafesle geri geldi. Kafesleri, kağıtlarla dolu masanın üzerine sertçe bırakırken içerlerinde ne olduğunu görebilmek için öne doğru eğildim. Birinde fare diğerinde de kurbağa vardı. Ne kadar harika.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALPEREST
FantasyEv-okul-Umut üçgeninde bir yaşamı olan Zeynep'in sıradan hayatı, geçirdiği trafik kazası sonucu girdiği koma ile bambaşka bir renge bürünür. Zeynep bir Hayalperest'tir. Tüm Hayalperestler gibi o da gözlerini Hayalperest evreninde açar. Başlarda her...