Emre'ye anlamlı bir bakış gönderirken ikimizde yere yattık. Ağaçların arasından geniş kanatlı yarasa benzeri yaratıklar oradan oraya uçuşurken Emre bana iyice yaklaşıp beni kendine çekti. Bu hareketi sinirime dokunmuştu ancak şu anda kavga edilecek bir durumda değildik.
Emre nefes nefeseydi. "Geri dönmeliyiz."
"Hayır!"
"Görmüyor musun? Tuzak bu!"
"Çığlıkların gerçek olma ihtimalini düşündün mü? Ve hatırlatırım burası açlık oyunları arenası değil. Taklitçi kuşlar falan yok."
Emre bir süre sustu. Kuşların çığlıkları kulaklarımızı dolduruyordu. Çalıların sık olması işimize gelmişti.
"Efendim, ne yapacağız?"
Askerlerden biri başını kaldırıp bana doğru sormuştu. Melek yoktu. Emirleri şu anda benden almaları gerekiyordu. Ve en olmayacak zamanda beynim durmuştu. Benden her şey olurdu ancak kesinlikle komutan olmazdı. Çünkü komutanların beyni tehlike anında duramazdı.
Başımı çevirip havaya baktım. Balık bulmuş martı gibi tek bir yere odaklı dönüp duruyorlardı. Gövdeleri büyük olduğu için bizim etrafımızda dönüyorlar gibi dursa da dikkatleri başka bir yerdeydi.
"Herkes ayağa kalksın ve bir ağacı kendine siper etsin."
Askerler anında emirlerime uyup ayağa kalktılar ve ağaçları kendilerine siper ettiler. Emre şaşkın bakışlarla bana bakıyordu. Bu sefer kolumu yakalayamasın diye hızlıca kalktım. O da beni takip etti. Uçan yaratıkların dikkati hala ilerideki bir şeydeydi.
"Bu iğrenç yaratıkların neyin etrafında döndüğünü öğrenmek istiyorum. Kendimizi hissettirmeden oraya yaklaşacağız. Melek komutanın bize ihtiyacı olabilir."
"Anlaşıldı efendim."
Üç asker de sözlerimi onayladıktan sonra Emre'ye baktım.
"Bu çok tehlikeli."
"Buraya gelmeden önce bunu göze almamış mıydık zaten?"
Yavaşça başını salladı. "Haklısın. Buraya saklanmaya değil, savaşmaya geldik. Arada bunu hatırlatan birinin olması güzel."
Gülümsedim. "Karşılıklı."
Üç askere elimle işaret ettim ve önümde Emre, arkamda üç askerle yavaş yavaş yaratıkların dikkatini çeken şeye yöneldik. Yaratıkların kanat çırpışları, bağırışları bizim sesimizi saklamaya yetiyordu. Yalnızca hareket halinde bir şey görmemeleri gerekiyordu.
Ağaçların arkasına saklana saklana ormanın içine ilerlemeye başladık. Ağaçların bitip boş bir alana çıkana kadar yürüdük. Son ağacın yanında durup önümüzdeki etrafı ağaçlarla kaplı boş alana, güvenli bölgeye, baktık. Bu gerçekten bir tuzaktı. Yarasa yaratıklar alanın tam ortasındaki bir şeyin etrafında uçuşuyorlardı.
"Askerler! Oklarınızı hazırlayın."
Arkamdaki askerlerin hazırlanma seslerini duyarken Emre bana baktı.
"Oradaki Melek. Kazığa bağlanmış olan."
Başımı salladım. "Evet, o. Bu yaratıkların onu oraya bağlaması imkansız. Birisi bizi bekliyor." Kısa bir an olayı tarttım. Askerlere döndüm. "Biriniz gitsin ve Sezgin, Bafra ve Aydın'ı çağırsın. Diğer ikiniz oklarınızı hazır tutun ve daha iyi bir pozisyon için bu çemberin bir yerine konuşlanıp, bekleyin. Görünmemeye dikkat edin." Tekrar önüme döndüm. "Ben oraya gidiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALPEREST
FantasiaEv-okul-Umut üçgeninde bir yaşamı olan Zeynep'in sıradan hayatı, geçirdiği trafik kazası sonucu girdiği koma ile bambaşka bir renge bürünür. Zeynep bir Hayalperest'tir. Tüm Hayalperestler gibi o da gözlerini Hayalperest evreninde açar. Başlarda her...