Odadan çıkıp iki kapıyı geçtik. Cenk'in bizi bıraktığı girişteydik şimdi de. Ruya merdivenlere yönelirken peşinden gitmeye devam ettim. Bir yandan da çevreme daha dikkatli baktım. Merdiven boyunca tüm duvara belli aralıklarla tablolar yerleştirilmişti. Sanat galerisinde bir tablonun önünde saatlerce durup acaba ressam ne anlatmak istemiş diyen tiplerden değildim. Hepsi sadece birkaç çiziktiriydi bana göre.
Merdivenleri çıktıktan sonra yeniden geniş bir alan bizi karşıladı. Trabzana tutunup aşağıya bakmaktan kendimi alamadım. Yükseklikten dolayı başım hafifçe döndü.
"Buradan lütfen."
Dikkatimi yeniden Ruya'ya verdiğimde bir başka geniş kapıya doğru yürüyordu. Adımlarımı hızlandırdım. Ruya eskitme görüntüsü verilmiş işlemeli kapıyı açtı. Bana baktı. Diğer eliyle içeriyi işaret ederek davetini esirgemedi. Bir adım atıp eşikten içeriye girdim. Gözlerim tavandan başlayarak geniş yemek odasının her yerinde dolaşıyordu. Tavanda insanın ruhunu genişleten mavi detaylı çizimler vardı. Duvarlar şarap rengi boyayla taçlandırılırken uzun camlar odanın makyajını tamamlıyor gibiydi.
Arkama döndüğümde Ruya'nın kapıyı kapatıp gittiğini fark ettim. Huzursuzlukla önüme dönerken odanın ortasında duran şık yemek masasına doğru ilerledim. En az yirmi kişinin rahatlıkla sığabileceği uzun masada yalnızca beş servis açılmıştı. Masanın başındaki ve iki yanındaki sıralar.
Yemek salonunun kapısı birden açıldı. Vücudum bir tehdidi algılamış gibi endişeyle oraya döndüm. Gelen Gergedan'dı. Bu yerden hiç hoşlanmamıştım.
Gergedan yaklaştıkça onun da benim gibi şık giydirildiğini görebiliyordum. Vücuduna tam oturan bir smokin giymişti. Saçlarını arkaya doğru taramış, yüz hatlarını daha da öne çıkarmıştı. Ancak kıyafetinin içinde rahatsız olduğunu sürekli gömlek kollarını çekiştirmesinden anlayabiliyordum.
Çatık kaşlarıyla yanıma geldiğinde bana kısa bir bakış attı.
"Nereye geldik biz böyle?" dedi fısıltıyla.
Fısıltılı konuşmasında bir neden olduğunu anlamıştım. Ona uydum.
"Kendimi palyaço gibi hissediyorum. Yüzümdeki şu boyalara bak." dedim.
İlk kısa bakışına daha uzun oranla baktı. Ardından yüzünü hızla uzun pencerelerden birine çevirip sıkıntıyla iç geçirdi.
"Bir bokun içine baktık ama bakalım daha neler göreceğiz." dedi huysuzlukla.
O sırada kapı yeniden açıldı. Gergedan da benim gibi gerilmişti. Bu sefer gelen Ceben'di. Onu pembe, tüllü bir elbisenin içinde görmek istemsizce gülümsememe neden olmuştu. Ceben benden bile daha az elbise insanıydı. Erkeksi yürüyüşüyle görünümü tam bir zıtlık içindeydi.
Askısız elbisesi sayesinde dövmelerinin yalnızca kolunda olmadığını, omuzlarından sırtına ve gerdanına doğru ilerlediğini gördüm. Daha da yaklaştığında köprücük kemiğinin hemen altında olan kuzgun dövmesi de ayrıca dikkatimi çekmişti.
Yanımıza geldiğinde bize kısa bakışlar attı. Bense onu süzmeye devam ediyordum. Bakışlarımdan rahatsız olmuş olacak ki yanımdan uzaklaşıp karşımdaki sandalyenin yanına gitti.
"Nerede bu Efe?" diye sordu Gergedan.
"Daha da önemlisi buranın Komutan'ı nerede? Assolist gibi en son gelecek sanırım." dedi Ceben her zamanki yılan tıslamasıyla.
Kapı son kez açıldığında içeriye Efe girdi. O da Gergedan gibi smokin giymişti ancak gömleğinin eteklerini pantolonundan içeriye sokmaya çalışırken ona kapıyı açan kızı baştan ayağa süzdü ve o pis gülümsemesiyle ona baktı. Kız elimi karnında tutarak kapıyı hızla kapattı. Tüylerim diken diken olurken Efe'nin o işi yapmadığını ummaktan başka çarem yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALPEREST
FantasyEv-okul-Umut üçgeninde bir yaşamı olan Zeynep'in sıradan hayatı, geçirdiği trafik kazası sonucu girdiği koma ile bambaşka bir renge bürünür. Zeynep bir Hayalperest'tir. Tüm Hayalperestler gibi o da gözlerini Hayalperest evreninde açar. Başlarda her...